Bunu bazen ben de düşünürüm. Acaba yaşadığım bu binadan önce burada ne vardı? Peki ya ondan önce? Eğer bir ormansa ne tür hayvanlar vardı? Peki ya benden sonra burada kim ve kimler yaşayacak? Bu bina daha kaç sene burada duracak?…devamıBunu bazen ben de düşünürüm. Acaba yaşadığım bu binadan önce burada ne vardı? Peki ya ondan önce? Eğer bir ormansa ne tür hayvanlar vardı? Peki ya benden sonra burada kim ve kimler yaşayacak? Bu bina daha kaç sene burada duracak? Yerine ne yapılacak? İçinde kimler ne zamana kadar yaşayacak? Belki bir iş yeri olur bir noktada.
Düşünüyorum da keşke nesnelerin tarihini yazan insanlar da olsa. Tıpkı ülkelerin tarihini yazan tarihçiler olduğu gibi. Hani bazen okulda bazense izlediğimiz bir tarih programında çıkar ya karşımıza; ülkemizde geçmişte bir noktaya kadar tarih yazımı olmadığını falan anlatırlar. Heralde bu aslında şu ya da bu şekilde bütün dünya ülkeleri için geçerlidir. Kimisi daha erken başlamıştır yazmaya kimisi daha geç sadece. Ama sonunda yeterince şey biriktiğinde hepsi yazmaya başlamıştır. İşte belki nesneler için de böyledir. Henüz yeterince şey birikmemiştir. Ve belki de bir gün gelecek onların da tarihini yazan insanlar çıkacak ortaya nihayet. Böylece insanlar yaşadıkları dairenin, binanın ve durduğu toprağın hikayesini öğrenebilecek.
Robert Zemeckis abimiz yine yapmış yapacağını. İnsanı hüzünlendiren ve derin düşüncelere daldıran bir film. Eğer daldırmadıysa sevmemeniz muhtemel. Ama eğer bunu yaptıysa siz de o şanslı kişilerdensiniz. Zihninizde yeni bir ufuk açıldı demektir. İnsanı ısıtan her filmde Tom Hanks'in olması peki? :)
Dünyanın en güzel hikayeleri çocukların ve ergenlerin hikayeleri bence. Eğer bir yerlerde bu hikayenin farklı versiyonlarını yaşayan bir ton insan yoksa ben de bir şey bilmiyorum. Ki o insanlardan ikisi ben ve arkadaşım :). Filmdeki çocuklardan çok daha küçük bir…devamıDünyanın en güzel hikayeleri çocukların ve ergenlerin hikayeleri bence. Eğer bir yerlerde bu hikayenin farklı versiyonlarını yaşayan bir ton insan yoksa ben de bir şey bilmiyorum. Ki o insanlardan ikisi ben ve arkadaşım :). Filmdeki çocuklardan çok daha küçük bir yaşdayken benzer bir şey yaşamıştık. Çok daha minimal ama kesinlikle aynı etkide. Her neyse, film Samsun'da yaşayan ve Çorum ağzıyla konuşan 13 yaşındaki iki arkadaşın içlerinden birinin Meryem Uzerli'ye aşık olması dolayısıyla İstanbul'a onu bulmaya gitme çabalarını konu alıyor. Halde çalışan bir arkadaşları var, bunları yanlışlıkla İstanbul yerine Malatya kamyonuna bindiriyor, sonra "Malatya, İstanbul'a çok uzak mı ki la" sorusuyla otostopla, yürüyerek falan yolculukları devam ediyor. O kadar samimi ve gerçekçi karakterleri, o kadar samimi ve halktan bir hikayesi var ki anlatamam. Bu yüzden ben filmi çok sevdim. Eğer bu tip filmlerden hoşlanıyorsanız ne yapıyorsanız bırakıp hemen şimdi izlemeye başlamalısınız. Kaan Müjdeci'nin Sivas filmini seven bunu da sever mesela bence. Bu arada Meryem Uzerli'nin İstanbul'da oturduğunu sanmıyorum :). Muhtemelen Almanya'dır. Yola çıkmaya niyeti olan varsa aklında bulunsun yani :))).
Hani şimdilerde hep diyorlar ya "Finalde aşkı yerine ötekini seçtiği için en doğrusunu yaptı" diye... Hayır arkadaşlar. Ben buna katılmıyorum. Çünkü aşkta mantık aranmaz. Aşk mantıksızdır. Bu yüzden de üçüncü kişilere hep haksızlıktır. Dünyanın en doğru kişisi sevsin sizi ve…devamıHani şimdilerde hep diyorlar ya "Finalde aşkı yerine ötekini seçtiği için en doğrusunu yaptı" diye... Hayır arkadaşlar. Ben buna katılmıyorum. Çünkü aşkta mantık aranmaz. Aşk mantıksızdır. Bu yüzden de üçüncü kişilere hep haksızlıktır. Dünyanın en doğru kişisi sevsin sizi ve siz dünyanın en piç kişisini sevin, doğru olan o piçi seçmektir. Çünkü yanlış olan o piçi seçmektir. Çünkü aşk dediğin doğru olanda değil yanlış olan da gizlidir. Aşkın doğrusu yanlış olandır.
Murat Şeker, ülkemizde Romantik türünü en başarılı şekilde beyazperdeye yansıtan yönetmen bence. Birinin bunu ona söylemesi lazım. Söylemesi lazım ki, Çakallarla Dans'ın 48. filmini çekmekle uğraşmasın. Ama ne yazık ki o da haklı. Eğer filminizi sadece 17 bin 34 kişi izliyorsa Aşk Mevsimi yerine Çakallarla Dans'ı hak ediyoruz demektir.
Filmin iki ana karakterini canlandıran cast seçimi, karakter yaratımları ve özellikle Cem Yiğit Üzümoğlu'nun hayat verdiği Ali Yaman karakterinin kostüm tasarımları gerçekten harikaydı. Son bir kaç yıldır kulaktan kulağa yayılan ve popülerleşen bir çok romantik-aşk şarkısına filmde rastlamak mümkün olduğu gibi bizleri yeşilçam döneminin masumiyetine sürükleyen o eskimeyen şarkılara rastlamak da mümkün. Ben filmin konusunda biraz da One Day filminden esinlenilmiş olunabileceğini düşünüyorum. Ayrıca beklenmeyen sonunun da böyle yapılmasındaki tercihin Bursa Bülbül'ü filminin yine finaliyle yarattığı etkisinin bir yansıması olabileceğini tahmin ediyorum. Çok iyi filmdi. Murat Şeker! Lütfen duy sesimi ve bu türde daha çok film çek.
Ahmet Kural, her tiplemenin altından başarıyla kalkabilen iyi bir aktör. Ama bugün bir kez daha anladım ki Selçuk Aydemir ile birlikte Murat Cemcir'in kalbini kırarak aslında kendilerine de çok büyük bir zarar vermişler. O gidince partner diye ikinci bir Ahmet…devamıAhmet Kural, her tiplemenin altından başarıyla kalkabilen iyi bir aktör. Ama bugün bir kez daha anladım ki Selçuk Aydemir ile birlikte Murat Cemcir'in kalbini kırarak aslında kendilerine de çok büyük bir zarar vermişler. O gidince partner diye ikinci bir Ahmet Kural koymuşlar abi. Çok ucuz bir numara gibi geliyor bu bana. 70'lerde falan yapıyorlardı böyle şeyleri. Bakın inanın filmi sevmek için özellikle çaba sarf ediyorum ama senaryosu o kadar zayıf ki insanı çekmiyor içine. Yani mesela sosyal medyada viral olmuş şemsiyeyle uçan adamları alıp filme koymak marifet değil gibi geliyor bana. Bilmiyor olsak kesinlikle güleriz. Ama güldük ve çoktan geçti gitti o konu. Yaratıcı olmak yerine hazıra konmak çok da doğru bir tercih olmamış yani bence. 5-6 milyon seyircileri görüyordu bu adamların filmleri. Şimdi 200 bini bile zor görüyorlar. Şapkayı önlerine koyup düşünmelerinin vakti gelmiş bence.
Şimdilerde Prens dizisiyle kariyerinin en üst noktasında olan Giray Altınok'un senaryosunu Kemal Uçar'la birlikte kaleme aldığı, sinema salonlarının dolup taştığı bir dönemde çekip vizyona soktuğu, buna rağmen sadece 12 bin kişinin izlediği ve insanların bilip bilmediğinden bile şüpheli olduğum filmi.…devamıŞimdilerde Prens dizisiyle kariyerinin en üst noktasında olan Giray Altınok'un senaryosunu Kemal Uçar'la birlikte kaleme aldığı, sinema salonlarının dolup taştığı bir dönemde çekip vizyona soktuğu, buna rağmen sadece 12 bin kişinin izlediği ve insanların bilip bilmediğinden bile şüpheli olduğum filmi. Demet Özdemir bu filmi çektiğinde başrolünde olduğu sadece Sana Bir Sır Vereceğim isimli dizisi varmış. Nitekim filmdeki karakterinin önemine bakınca bugün teklif edilmiş olsa gülüp geçeceği ve kesinlikle kabul etmeyeceği bir rolde. Kadrosunda ayrıca Zafer Algöz ve Erkan Can gibi usta oyuncuları da barındırıyor. Yerli sinemamız adına bence orjinal ve pek sık denenmeyen bir konusu var. Kesinlikle eğlenceli ama o kadar da komik olduğu söylenemez. Buna karşın 90 dakika gibi kısa bir süreye sahip olması büyük avantaj. Evet, 2015'de vizyona girmiş ve sadece 12 bin kişi tarafından izlenmiş. Sinema salonlarının ülkemiz tarihindeki en kötü dönemlerinden birinde olduğumuz şu dönemde ilk kez vizyona girmiş olsaydı bugün bile daha çok izlenirdi. O yüzden gerçekten çok enteresan bir geçmişi var bu filmin. Mükemmel değil. Ama kesinlikle farklı ve izlemeye yetecek kadar eğlenceli.
John Wick aparması yabancı işleri çok görmüştük ama bu kez yerlisine şahit oluyoruz. Bazı kısımları özgün bir şekilde iyi uyarlanmış olsa da dizinin temelini oluşturan birçok şey John Wick'e dayanıyor. Ölen bir köpek isterseniz var mesela. Eğer tüm evsizleri organize…devamıJohn Wick aparması yabancı işleri çok görmüştük ama bu kez yerlisine şahit oluyoruz. Bazı kısımları özgün bir şekilde iyi uyarlanmış olsa da dizinin temelini oluşturan birçok şey John Wick'e dayanıyor. Ölen bir köpek isterseniz var mesela. Eğer tüm evsizleri organize edebilen yaşlı bir evsiz isterseniz o da var. Continental isterseniz o da var. Continental'e baş kaldırı isterseniz o da var. Bunun gibi küçük büyük bir çok unsuru John Wick'den aparma yani. He güzel mi güzel ama. Bayağı sarıyor. Şirketteki as üs isimlendirmelerini çok beğendim mesela. Suikasçılara 'Çırak' deniyor. Onlarla temas kurup yeni görevler veren kişiye 'Kalfa' deniyor. Usta da var ama yüzünü görebilene aşk olsun. Yaptığımız her aksiyon yapımındaki her ana karakterin yeteneklerini geçmişte asker olmasına bağlamasak keşke. Çünkü bu artık gereğinden fazla kullanıldı ve iyice klişeleşti. İşte bizim elemanın askerde kaybettiği bir arkadaşı var. Annesine ve kız kardeşine bakacağına söz veriyor o ölürken. Sonra kafayı çekerek göreve çıkan diğer Çırak'lardan birisi görgü tanığı oldukları gerekçesiyle bu iki kadını vuruyor. Bizim Çırak'da bunun peşine düşüyor tabi. Şirket buna izin vermiyor. Bizim Çırak'ı öldürmesi için başka bir Çırak'ı görevlendiriyor falan. Ya hani ilk John Wick filminde John Wick'e yardım edip sonra da yardım ettiği için öldürülen William Dafoe'nin karakteri var ya. İşte onun bile aynısından var dizide. Tüm bu aparmalar aşırı ucuzluk hissiyatı uyandırıyor diziyle ilgili ben de. Ama ciddiye almadan eğlenerek izlenebilecek bir dizi yine de. Sonuçta ucuz maliyetli olsa da yerli John Wick...
2024 Oscar ödüllerinde En İyi Animasyon Film dalında aday olan ve ödülü Hayao Miyazaki'nin The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl) filmine kaybeden 2023 Fransa-İspanya ortak yapımı animasyon film. Yaklaşık 100 dakikalık bir süresi olan filmde her hangi bir…devamı2024 Oscar ödüllerinde En İyi Animasyon Film dalında aday olan ve ödülü Hayao Miyazaki'nin The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl) filmine kaybeden 2023 Fransa-İspanya ortak yapımı animasyon film. Yaklaşık 100 dakikalık bir süresi olan filmde her hangi bir diyalog bulunmuyor. Buna rağmen film akıcılığından hiçbir şey kaybetmiyor. Dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan New York City'de yaşayan ve yalnızlık çeken bir köpeğin bir gün televizyonda gördüğü bir reklam üzerine yalnızlığına çare olarak bir robot satın almasıyla başlıyor hikaye. Gerisini izleyip görmelisiniz. Oldukça duygusal bir finale sahip bir film. Ah be... Kesinlikle izlemelisiniz. Seveceğinize eminim diyebilirim.
Genellikle Tarantino filmlerinden aşina olduğumuz non-lineer tarzı kurgusuyla aslında çok basit olan bir konuyu farklı perspektiflerden bakmamızı sağlayarak merak unsurunu arttırdığı gibi yer yer birden fazla kez ters köşe yapmayı başarıyor film seyircisini. Gerçekten son derece başarılı müzikleri de tüm…devamıGenellikle Tarantino filmlerinden aşina olduğumuz non-lineer tarzı kurgusuyla aslında çok basit olan bir konuyu farklı perspektiflerden bakmamızı sağlayarak merak unsurunu arttırdığı gibi yer yer birden fazla kez ters köşe yapmayı başarıyor film seyircisini. Gerçekten son derece başarılı müzikleri de tüm bunlara katkı sağladığı gibi gerilim seviyesini de arttırmayı başarıyor. Issız bir yolda bir kovalamaca sahnesiyle açılan filmin ilk bölümü ormanın ortasındaki yine ıssız bir evde son buluyor. Sonra biri kaçan diğeri kovalayan bu iki kişinin ilk başta nasıl bir araya geldiğini anlamamız için makarayı geriye sarıyor. Ve bu noktadan itibaren film bütün numaralarını sergilemeye başlıyor. Uzun bir süredir izleyen herkes filmin ters köşelerinden bahsedip durduğu için haliyle bir beklentiye girerek izledim filmi. Aklımda sürekli acaba şöyle mi olacak, yoksa böyle mi olacak diye teoriler ürettim. Ama önceden bir ters köşesi olduğunu bildiğim için ve filmin genel konusu gerçekten aşırı zayıf olduğu için oluşan beklentimin de etkisiyle en üst seviyede bir zevk de almadım filmden. Yine de özellikle sonlara doğru filmin içine daha fazla çekildim ve o derinleşen bağla daha fazla zevk aldım. Sık sık söylediğim gibi; bazı filmleri hakkında hiçbir şey bilmeden izlemek lazım. Ne yazık ki bu filmin hakkında izlemeden önce bir ters köşe ve non-lineer filmi olduğunu öğrenerek gereğinden fazla bilgi sahibi olmanın bedelini alacağım zevkten feragat ederek ödedim. Filmin makul süresini de es geçmemek lazım. Ne uzun, ne kısa, olması gerektiği kadar. Basit bir konusu olsa da bu tür içinde farklı bir şey denemek istemişler ve çok da iyi etmişler. Genel olarak oldukça başarılı, iyi bir filmdi.
İzlemediğim bir konusu yok. Ama önemli değil. Bayağı iyi bir senaryosu var. Daha önceki tecrübelerimden dolayı ben de işe yaramasa da sonunda ters köşesi var. Daha ilk başlarda hiç uzatmadan direk konuya girilmesi güzeldi. O kısımlardaki Devrim Özkan-Kerem Bürsin flört…devamıİzlemediğim bir konusu yok. Ama önemli değil. Bayağı iyi bir senaryosu var. Daha önceki tecrübelerimden dolayı ben de işe yaramasa da sonunda ters köşesi var. Daha ilk başlarda hiç uzatmadan direk konuya girilmesi güzeldi. O kısımlardaki Devrim Özkan-Kerem Bürsin flört sahnelerini izlemesi oldukça keyifliydi. Diyaloglar, atmosfer ve çoğu sahne bana benzer türdeki Hollywood filmlerini hatırlattı. Filmin senaristinin Kerem Bürsin olduğunu düşününce bu hiç de şaşırtıcı gelmiyor aslında. Ama ilk senaryo denemesinde bayağı iyi iş çıkarmış. Filmin süresi de 90 dakika gibi oldukça makul bir süre olunca izlemesi oldukça kolay ve keyifli bir deneyime dönüşüyor Mavi Mağara. Başrol kadın oyuncunun Devrim Özkan olması da benim için artı puan. Ayrıca Yüsra Geyik'le birlikte büyüyen nesilin bir ferdi olarak, Arka Sokaklar'dan sonra onu böyle iyi yapımlarda, iyi rollerde görmek de beni ayrıca mutlu ediyor. Filmin orman sahnelerinde kullanılan sinematografi Kerem Bürsin'in aynı sahnelerde giydiği kıyafetlerle ve kirli sakalıyla birleşince bu kısımlar bana Burak Deniz'in yer aldığı 'Lufian' reklamlarını hatırlattı 😅. "Lufian'ın sunduğu Bir Gece Masalı devam edecek."
Meraklısına öneririm, güzeldi.
Hani Manga grubu bir şarkısında "Bana pastamı verin ekmeğe gerek yok." diyor ya, tarihçiler yalanlasa da işte o sözün sahibi olarak Marie Antoinette gösteriliyor. "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler." Film Fransız devrimi sırasında tahtta bulunan XVI. Louis'nin eşi kraliçe Marie Antoinette'in…devamıHani Manga grubu bir şarkısında "Bana pastamı verin ekmeğe gerek yok." diyor ya, tarihçiler yalanlasa da işte o sözün sahibi olarak Marie Antoinette gösteriliyor. "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler." Film Fransız devrimi sırasında tahtta bulunan XVI. Louis'nin eşi kraliçe Marie Antoinette'in dram ve şatafat dolu hikayesini konu alıyor. İzlerken dramatik anlamda yoğun duygular yaşamazsanız yadırgamayın çünkü soft bir akışı var filmin. Aslında aksine yoğun pastel rengi paletleriyle, Marie Antoinette'in stilist karakterinin hakkını veren kıyafetleriyle ve saç şekilleriyle oldukça enerjik ve eğlenceli bir film bile denilebilir sanırım. Eğer Marie Antoinette'i daha önce hiç duymadıysanız filmi izledikten sonra hakkında ufak çaplı bir araştırma yaparak filmden aldığınız zevki iki katına çıkarabilirsiniz. Bu filmde Kirsten Dunst'ı izlemek insanın gözlerinin pasını siliyor, ruhuna güç katıyor gerçekten. Filmin görsel yönden verdiği hazzı abartıya da kaçmadan Wes Anderson filmlerine benzetmek yanlış olmaz sanırım. Kesinlikle izlenmesini öneririm. Muhteşemdi.