Çekilmiş en underrated sci-fi filmlerinden birisi, cosmic horror'u konu edinip hikayeye bu kadar güzel yedirerek işleyen çok az eser var, Event Horizon, Sphere gibi filmlerden esinlenmeleri ve ortak yönleri var ama onların zayıf kaldığı her yönü tamamlayıp daha iyisini yapıyor,…devamıÇekilmiş en underrated sci-fi filmlerinden birisi, cosmic horror'u konu edinip hikayeye bu kadar güzel yedirerek işleyen çok az eser var, Event Horizon, Sphere gibi filmlerden esinlenmeleri ve ortak yönleri var ama onların zayıf kaldığı her yönü tamamlayıp daha iyisini yapıyor, oyunculuklar da en üst düzeyde.
Spoiler içeriyor
Üstünkörü fikirlerim, film göze hitap konusunda çok iyi, İtalya havası, o dönemin erkek modası falan hasta ediyor kendine, Jude Law ve Matt Damon da başlıca sebeplerinden ama Plein Soleil ile yan yana koyunca bu filmin ne kadar boş ve anlamsız…devamıÜstünkörü fikirlerim, film göze hitap konusunda çok iyi, İtalya havası, o dönemin erkek modası falan hasta ediyor kendine, Jude Law ve Matt Damon da başlıca sebeplerinden ama Plein Soleil ile yan yana koyunca bu filmin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu anlıyor insan. Kitabı okumadım ama hikaye belli zaten, anahatlarıyla senaryo güzel, çizilen yol akıllıca ama senarist mi ekledi yoksa zaten mevcut muydu bilmesem de eşcinsellik mevzusu işi çok bozuyor, halihazırda ağızda kötü bir tat bırakırken film bi de üstüne saçma sapan psikolojik alengirli mevzulara giriyor ve onu da eline yüzüne bulaştırarak zortluyor, hele son sahneleri falan ızdırap hani nereye bağlanacak diye bekleyip duruyorsunuz bomboş bitiyor.
Kitabın yazarı zaten kafadan sıkıntılı, birkaç yazısına baktım bakmaz olaydım, buna güvenip nasıl kitabını uyarlamışlar merak konusu. Tom Ripley bence sahip olması gereken birçok özellikten yoksun bir karakter, hadi yine Jude Law kurtarıyor ama bence Matt Damon'ın yerine onu koysalar film daha iyi olurdu, karakterlerin geri kalanı da ya 2 boyutlu ya da ne istediğini bile bilmeyen bomboş elemanlar, belki yakında bunun olmuşunu yani sinemanın mihenk taşlarından Plein Soleil ile ilgili 3-5 bişey yazarım, kıyas edilemeyecek kadar fark var arada.
Gaspard Ulliel 19 Ocak 2022 günü hayatını kaybetti, kendisini ilk tanıdığım film buydu, izledikçe her bir performansına ayrı hayran oldum, en son şu aralar napıyor diye merak edip bi Netflix dizisini izlemiştim, son günlerinde de Moon Knight'da oynuyormuş, anısı eserleriyle…devamıGaspard Ulliel 19 Ocak 2022 günü hayatını kaybetti, kendisini ilk tanıdığım film buydu, izledikçe her bir performansına ayrı hayran oldum, en son şu aralar napıyor diye merak edip bi Netflix dizisini izlemiştim, son günlerinde de Moon Knight'da oynuyormuş, anısı eserleriyle unutulmayacak, huzur içinde uyusun...
Spoiler içeriyor
Bir kişinin bu filmi incelemeden önce Objektif Bakış Açısı'nın anlamını bilmesi ve bunu kullanması gereklidir, objektifliğin kısaca anlamı tarafsızlık demektir. Buna nesnellik de diyebiliriz, nesnel düşünce tarzı konu ne olursa olsun her konuda tarafsız kalabilmektedir, herhangi bir ortamda veya tartışma…devamıBir kişinin bu filmi incelemeden önce Objektif Bakış Açısı'nın anlamını bilmesi ve bunu kullanması gereklidir, objektifliğin kısaca anlamı tarafsızlık demektir. Buna nesnellik de diyebiliriz, nesnel düşünce tarzı konu ne olursa olsun her konuda tarafsız kalabilmektedir, herhangi bir ortamda veya tartışma konusu oluştuğunda kimsenin etkisinde kalmadan doğrudan nesnel bir şekilde tarafsız davranmak ve doğruyu gerçek bir şekilde söylemektir, fakat filmi izleyen ve kendini milliyetçi ya da vatansever olarak tanımlayan her Türk vatandaşı ortaya çıkan eseri kendi fikirlerine ve bilincine ters düştüğü için kötülemekte, bu olay bence Covid-19'a sebep oldukları için yoldan geçen rastgele Asyalı insanları dövmekle aynı şey, filmin bizi genelleyerek kötülemesini aynı şekilde gözlerimizi nefret ve öfke bürüdüğü için ortadaki sanata biz yapıyoruz, lütfen birer yobaz olmayın, biraz açık fikirli ve düşünceli olun yoksa filmde anlatılandan bi farkınız kalmaz, gidip de filme 1 puan verince vatan kurtarılmıyor, bi siz akıllı değilsiniz yani.
Öncelikle filmin açılış sahnesi muhteşem,
herşey 6 Ekim 1970 yılında Billy Boy arkadaşımız İstanbul'da bir taksiciden aldığı kaliteli Fas malı 2 kg sıkıştırılmış esrarı vücuduna gizleyip sevgilisini de yanına alarak Türk Hava Yolları ile evine dönmeyi planlamasıyla başlıyor, pasaport kontrolünde korkudan kıçından terler aksa da sorunsuz geçiyor lakin ülkede o sırada olan terör saldırıları nedeniyle uçağa binmeden yapılan tekrar aramada yakalanarak sorguya çekiliyor ve işbirliği yapması isteniyor, daha sonra başarısız kaçma denemesinden sonra tutuklanarak Sağmalcılar hapisanesine postalanıyor ve peşine bir ton olay oluyor.
Benim çocukluğumdan bu yana korktuğum bir şeydir bu olay bütünü, dilini veya kültürünü doğru düzgün bilmediğin bir ülkede yanlışlıkla onlara göre büyük bir suç işlemek ve yıllarca adalet sisteminin azizliğine uğramak, yardım edebilecek veya derdinizi anlayabilecek hiç kimseniz yok ve çaresizlikten ne yapacağınızı bilmiyorsunuz, farklı ülkeleri gezmek gibi bir hevesim olduğu için de bu en büyük kabuslarımdan birisi.
Doğruluğunu veya yanlışlığını araya katmadan öncelikle ülkenin ve insanların tasvirlerinden bahsetmek istiyorum, polisler birer sadomazoşit puşt olarak gösterilmiş, keyif için mahkumlara işkence yapan ve cinsel saldırıda bulunan birer domuz gibi gösterilmişler, yalnız hepsi aynı zamanda birer gerizekalı, ne zaman bir yeri arasalar etrafın içine sıçıyorlar, eşyaların içine doğru düzgün bakmadan rastgele fırlatıp kırıyorlar sadece, sanki Tayland'da çantanızı bir maymun çalmış içindeki ne olduğunu bilmediği şeyleri inceleyip yere atıyor. Daha sonra mahkumlar var tabi, hepsi birbirinden psikopat tecavüzcüler, katiller, hırsızlar ve niceleriyle dolu içerisi, aralarında düzenledikleri iğrenç oyunlar ile eğlenerek günlerini geçiriyorlar ama bazıları harbi delikanlı, mesela John Hurt'un karakteri aralarında en uzun zamandır orada olan turist ve arada sırada delirse de bilge bir karakter, bir de William'ın iki yakın arkadaşı var, içeride birbirlerine her şekilde yardım ederek birbirlerinin arkalarını kolluyorlar.
Filmde günah vurgusunun çok dolu olduğunu farkettim, daha önce bundan bahseden olduğunu görmedim, Billy'nin arkadaşlarını şaşırtıp biraz para kazanmak için açgözlülük etmesi ve sonucunda hapse düşmesi, Jimmy'nin sürekli sinirli şekilde etrafa nefret kusması, akabinde yine öfke ve serbestlik hevesiyle birçok kaçış denemesi yapması ama her seferinde yakalanarak feci şekilde dövülmesi, gardiyan Hamdi'nin kibirli olması, her makhumdan kendini üstün görmesi, eline geçen her fırsatta bundan zevk alarak onlara işkence etmesi ve bunu çocuklarına da aşılaması, Rıfkı'nın doymak bilmeden para biriktirmesi, gözünü bürüyen hırs ile paradan başka bir şeyi görmemesi, her fırsatta daha çok yaranmak için mahkumları Hamdi'ye ispiyonlaması ve onların zarar görmesine sebep olması, Avukat Yeşil tam bir palavracı şerefsiz, rüşvet ile adam kayırmakta bir numara ama eline geçen ilk fırsatta sizi de dolandırabilir, karakter bütünlemeleri size cidden iyi yansıtılıyor, gördüğünüz neredeyse hiçbir kimse iki boyutlu tasvir edilmemiş, en küçük sahnelerde bile içleri doldurularak mükemmel kişilikler oluşturulmuş, size filmdeki kimsenin masum olmadığını çok güzel betimliyor.
İlgimi çeken ve Türkler için kullanılan tasvirlerden birisi de homofobik olmaları ama ellerine geçen ilk fırsatta bunu yapmaları denmesiydi, ve buna sonuna kadar katılıyorum, herkes ne zaman eşcinsellik duysa deliriyor ama erkek çocuklara da gençlere de yapılan istismalarların sayısı çok fazla, üstü kapalı şekilde her türlü pislik yapılıyor ülkemizde, tuhaf olan adam 2 kilo uyuşturucu kaçıracak diye 35 yıl halis yemiş 50 yıl önce ama şimdi heryerde katil ve tecavüzcüler denetimli serbestlik ile volta atıyor ki bu cidden çok trajik ve tuhaf.
William'ın delirdiği ve ortalığı aleve verdiği sahne çok iyiydi, Rıfkı'ya yaptığı her işkenceden ben zevk aldım özellikle her haltı ispiyonladığı için kendi dişleriyle onun dilini kopartması güzel bir tasvirdi, cidden rahatladım, tabi akabinde delilerin yanına gönderiliyor ve içeride kaldığı 7 ay boyunca tamamen tırlatıyor, içeride tanıştığı ve Oxford -Harvard mezunu olan bir pedofili ile yaptıkları diyaloglar mukteşemdi, sadece o 5 dakikalık sahne bile Platform adı verilen sıçmık filmin 10 katı kalitede mesajlar veriyordu, aradan geçen yıllar sonrasında sevgilisinin gelip onu ziyaret etmesine verdiği tepki çok gerçekti, sadece kızın memelerini görmek istedi, gözlerinden yaşlar akarken ve o nasırlı elleri titrerken öğrendiği 3-5 kelime Türkçe ile kıza "aç" dedi, abaza bir dayıya dönüştürmüştü içerisi onu, trajikomik bir an, tabi sevgilisi ona memeden fazlasını getirmişti, bir albümün arkasına saklanmış yaklaşık 1000 dolar ve Billy bu para ile Gardiyanı satın almaya çalıştı ama sonu tecavüze kadar gidince gardiyanı itip öldürmek zorunda kaldı, gerçi kafasına bir kurşun sıkabilecek kadar cesareti de yoktu ama olsun, gerisi Prison Break'i aratmayan bir dahiyane fikir ile kaçış tabii ki...
Filmde Türk olarak görünen kişilerin %90'ı aslında Türk değil, Rıfkı italyan, Hamdi Amerikalı, Gardiyanlar falan filan hepsi yabancı, az buz Türkçe öğrenmeyi denemişler ki bazı sahnelerde hiçbir dediklerini anlamadım, özellikle çok fazla tepki toplayan mahkeme sahnesindeki Savcı'nın aksanı çok ağır, ellerim kollarım bağlı diyor ama benim duyduğum "bıgıçıgıbıcım" gibi bir şeydi, hele bir de verilen kararları okuyor tam bir ızdırap, William adama domuzsunuz ama domuz yemiyorsunuz falan filan diyip ağlayarak sövüyor sonra da çevirmen, savcı'ya dönüp "bunları size çevirmemi ister misiniz efendim?" diyor, birader sen onu bırak da savcı'nın ne dediğini nasıl anlıyorsun ama yine de bunun dışında genel olarak çok da sırıtmıyor, filmin gerçek hayattaki William'ı ile olan birkaç röportaj okudum, kendisi her ne kadar defalarca özür dilese de Turizm'e kalıcı bir hasar verdi, geçen yıllarda yazdığı kitabın çoğunlukla kurgu olduğunu ve filmde bunun daha da abartıldığını anlatması için ülkemize davet edilmiş, bizimkiler de yeni bir şeyler denemiş ama pek de değişen olacağını zannetmiyorum açıkcası...
Spoiler içeriyor
Öncelikle bu film herkese göre değil, bunu söylüyorum çünkü bi arkadaş incelemesinde bu filmi aşağılamış, içindeki sanatı görmezden gelerek filme "erkek pipisi ve poposu var, kanlı ishal var, senaryo yok, hikaye yok, oyunculuk yok" demiş, bu arkadaş neyin kafasını yaşıyor…devamıÖncelikle bu film herkese göre değil, bunu söylüyorum çünkü bi arkadaş incelemesinde bu filmi aşağılamış, içindeki sanatı görmezden gelerek filme "erkek pipisi ve poposu var, kanlı ishal var, senaryo yok, hikaye yok, oyunculuk yok" demiş, bu arkadaş neyin kafasını yaşıyor anlamadım cidden, gitmiş sağda solda ne kadar kült film varsa övmüş, festivale sokarsak belki tutar diyerek düşünülen saçma dram filmlerini de övmüş, yemin ediyorum deliricem hayatımın en verimli 1.5 saatlerinden birisiydi bu film ama bu kendini 'guru' olarak adlandıran kişi zevkimin içine etti.
O kadar kusursuz ki her şeyiyle, film ilk başlarda sizi boş diyaloglarla oyalamıyor, kesin ve net sahnelerdeki küçük detaylar size her şeyi açıklıyor, bu kısımlara "durağan" demişler, insan psikolojisini, mahkumların ve gardiyanların ne kadar acı bir biçimde çatıştıklarını, kişilerin amaçlarını ve bu amaçlar uğrunda yapabileceklerini, bazen olay aşırı hızlanıyor, ne olduğunu şaşırıyorsunuz ve bazen de yavaş çekimlerle olaylar ilerliyor lakin siz yine olana şaşırıyorsunuz, daha sonra da işin içine Michael Fassbender'ın oynadığı bir IRA üyesi olan Robert 'Bobby' Sands giriyor, onun sahneleri o kadar özenli çekilmiş ki, mimiklerini her saniye yüzümüze vuruyorlar, çünkü adam bile kendini hapiste hissediyor gibi, kendisi de yarı İrlandalı olan Fassbender filmde kullandığı aksan ile içimi eritti, bir de tüttürüşü var ki; kelebek görse açlık grevi yapar, Christian Bale'in Makinist filmindeki ve Mario Casas'ın El Practicante filmindeki kilo vererek farklı bir metod bulma çabalarını Michael Reis de denemiş ve acayip bir iskelete dönüşmüş, filmin ortalarında duraklamadan '15 dakika' süren tek açı bir konuşma sahnesi var, filmi izlerken bu sahneyi 3 kez başa sardım, o kadar iyiydi ki, sonlarında ise ölüm orucuna giren karakterimizin yaşadıklarını görüyoruz, tek kelime olmadan bile bu sahneler beni cidden sarstı, bazen ekrana bakamayacak kadar içim acıdı ve 66. gün gelince ise öbür tarafa doğru olan yolculuğu başlıyor, o da güzel film olabilir gerçi.
Konusu İrlanda'nın 'britler' tarafından çok kötü bir hale getirilmesini istemeyen direnişçileri ve bunların öykülerini anlatıyor, Deniz Gezmiş, Che Guevara gibi devrimcilerin yaşamlarına da benziyor, hapisanenin tek kıyafet kuralına uymayarak 4 yıl boyunca sadece battaniye ile geziyorlar, o arkadaşın erkek pipisi, poposu dediği yerler bu yüzden var, Yıkananma grevi de yapıyorlar, her yeri pisletiyorlar, kendi dışkısıyla duvarı boyayan da var, sevgilisinin verdiği parmak kadar fotoğrafa bakarak hallenen de var ama bu film günün sonunda bir sanat ve biyografi filmidir, adam demiş ki "biz IRA ne nereden bilelim, film saçma sapan tarih anlatıyor, bilmediğimiz şeyleri anlatıyor" bak kardeşim filmin amacı o değil ki, sana teşkilatı veya savaşı anlatmıyor ki, sana H tipi bir hapisanede çekilen özgürlük savaşını ve bozulan psikolojileri anlatıyor, senin bu filmi izlemek için ihtiyacın olan tek şey insan olmak, insani duygulara sahip olmak, sloganik bir film değil bu, beni en çok bağlama sebebi de ülkemizde aynı olayların olması ve göz ardı edilmesi, vizyona bile zor girdi bu film, mindfuck film mi istiyorsun, MaTeMaTiKseL olaylar mı istiyorsun, o zaman Gristofır Nolın abi yapıyosun bu işi diyerek onun filmlerini izle, David Lynch'den bi haber dolan dur etrafta, onun gibi bir usta yönetmenin/ressamın elinden çıkan eserlere de kötü diyen çok kişiyle karşılaştım gerçi, sırf anlamadıkları için filme leke atıyorlar, diğer muadili yönetmenler gibi herşeyi anlatmıyor diye beğenmiyorlar, tamam kardeş düşündüm de sen boşver normal dram filmlerine devam et, aç bi festival filmi bak keyfine.