Spoiler içeriyor
Filmi 1 saat önce bitirdim ve bitirdiğimden beri hakkında ne düşündüğümü düşünüyorum. Nedense ben tam olarak birini suçlayamadım bu filmde. İki karakterle de empati kurarak tarafsız şekilde bakmak istedim. Ve diyebileceğim bence birbirleri için yanlış insanlardı.. İkisinin istekleri çok başkaydı,…devamıFilmi 1 saat önce bitirdim ve bitirdiğimden beri hakkında ne düşündüğümü düşünüyorum.
Nedense ben tam olarak birini suçlayamadım bu filmde. İki karakterle de empati kurarak tarafsız şekilde bakmak istedim.
Ve diyebileceğim bence birbirleri için yanlış insanlardı..
İkisinin istekleri çok başkaydı, hayattan beklentileri, mutlulukları farklıydı.
Bu yüzden aslında karşı tarafın isteklerine kulak vermek yani evlenmeden önce mesela evlilikten beklentisini öğrenmek çok önemli.
Erkeğin yaşadıkları evlilikten beklentisi sıradan bir aile olmaktı. İşte kendini çocuklarına adayan, her daim kocasının yüzüne gülecek bir kadın vesaire hatta bunu yaşadıkları en sondaki toxic kavganın ertesi günü hiçbir şey olmadan kahvaltı masasına oturup gülümsemesinden anlayabilirsiniz. Sonuçta karakterimiz filmde deli olarak nitelendirilen bir hastanın teşhis koyduğu gibi çocuk yaparak kendini erkek hisseden bir karakter.
Babasını haksız çıkarmak istiyor gibi birde. Yani zihninde şu var aslında “evet baba, ikimizde bu şirkette çalıştık ve ben terfi aldım yani ben korktuğum gibi sen olmadım.” Bu düşünce ise öylesine baskın ki gençlik yıllarında kurduğu düşün çokta güzel üstünü örtüyor. Fark ettiyseniz filmde ‘erkeklik’ kelimesine çokça vurguda bulunulmuştu. Eşi ona “erkek değilsin” dediğinde ona el kaldırdı mesela. Ve birkaç cümle önce bahsettiklerim gibi işte.
Yani şu noktaya varmak istiyorum ki Paris’e gittikleri varsayımında kadın çalışacaktı bu da onun erkeklik duygusuna yine zedeleyen bir unsurdu.
Şöyle diyebilir miyiz? Başrolümüz Frank biraz geleneklerine sahip çıkan biriydi.
April’den bahsedecek olursam ise her daim heyecanını taze tutmak isteyen bir karakter. Evliliğinde istediğini alamamış, farklı şehre gidip kaçmak istediği düşüncelerle arasına kilometreler girmesini istiyordu. Ama insan zihninden kaçamaz ki. Paris’e gitseler mutlu olmayacaklardı. Çünkü kafa aynı kafa sen zihninle arana kilometreler sokmuyorsun ki alt tarafı şehir değiştiriyorsun. Bu son yaşananlar bir sebepti. Kopması gereken bir kıyametti.
Neden 3 çocuk yaptı bu April? Görüyoruz ki kesinlikle kendisi için değil. Çocukların varlığıyla asla mutlu değildi çünkü.
Bütün sebebi Frank’e mi bağlamalıyız peki, bence hayır.
Sonuç olarak evlilikte üstünlük savaşı vardı. Evet evlilik değil adeta bir savaştı. Frank kendisine gösterilmiş o standart çizgiden memnundu aslında. Konfor alanıydı bir nevi.
Belki de yıllarca hayalini kurduğu şeye ulaşma düşüncesi onu buhrana sürükleyecekti? Hayal kuruyordu işte bir yerlerde duruyordu. Bi gün yapılırdı.
April ise şehir değiştirmesiyle tüm hayatının değişeceğine inanıyordu…
En akıllıları ise deli diye nitelendirilen o kişiydi.
Ve beğendiğim sahnelerden biri ise Wheeler’ların komşularına Paris’e taşınacaklarını söylediklerinin gecesi iki evin verdiği tepkiydi.
Çok fazla konudan konuya atladım ama zihnimdekileri kabaca anlatmak istedim:) bu kadar işte..