Fleabag hakkında övmekten başka ne söyleyebilirim bilmiyorum. İncelemelere veya yorumlara baktığınızda tek bir kötü yorumun olmadığını görürsünüz. Dünya üzerinde hepimizin birleştiği tek bir nokta varsa o da Fleabag'in harika bir dizi olduğu olabilir. Eğer bir kızın gönlünü çalmak istiyorsanız ona…devamıFleabag hakkında övmekten başka ne söyleyebilirim bilmiyorum. İncelemelere veya yorumlara baktığınızda tek bir kötü yorumun olmadığını görürsünüz. Dünya üzerinde hepimizin birleştiği tek bir nokta varsa o da Fleabag'in harika bir dizi olduğu olabilir. Eğer bir kızın gönlünü çalmak istiyorsanız ona bu diziyi önerin, en yakın arkadaşınıza iyilik yapmak istiyorsanız bu diziyi önerin, kendinizi şımartmak istiyorsanız bu diziyi izleyin. Bu konuda ısrarcıyım çünkü bende en iyi dostum sayesinde bu diziye başladım. Dostumun bana verdiği en büyük hediye bu oldu sanırım.
Konusuna gelirsek, asla adını öğrenemediğimiz başrol oyuncusu "Fleabag" tam bir tutunamayandır. Ne ailesiyle ne de hayatındaki erkeklerle ortak bir noktada buluşamaz. Bunun da sebebi biraz en yakın arkadaşını kaybetmiş olmasıdır. Diziyi izlerken katıla katıla gülmeme rağmen içime sağlam bir acı yerleştirdi. Her ne kadar güldürse de "bir şeylere hep gecikiyorsun ve gecikmeye devam edeceksin" dedi. O yüzden sıradan bir şekilde komedi dizisi deyip geçemiyorum. Yaşamın klişeleriyle dalga geçerken yer yer güldürüp yer yer yıkıyor bizi. Phoebe Waller-Bridge'in yazıp başrolünü üstlendiği dizi 6'şar bölümden toplamda 2 sezon. Bölümlerde 30 dakikayı bulmadığından şimdiden bir kerede bitirmemeniz konusunda uyarıyorum. Hele 2. sezonda Andrew Scott'u görünce kendinize hakim olup bir oturuşta bitirmemeye özen gösterin 🤭
İran'ın varolan rejimini eleştiri konusunda bir marka haline gelen Persepolis'in yaratıcısı Marjane Satrapi’nin 2004 yılında yine aynı isimle yayınladığı kendi romanından uyarlanmış Azrail'i Beklerken. Nasser Ali İran'ın en iyi keman virtüozlerinden biridir. Aşkla pişmiş bu sanatçı birgün hayatını bağladığı bu…devamıİran'ın varolan rejimini eleştiri konusunda bir marka haline gelen Persepolis'in yaratıcısı Marjane Satrapi’nin 2004 yılında yine aynı isimle yayınladığı kendi romanından uyarlanmış Azrail'i Beklerken.
Nasser Ali İran'ın en iyi keman virtüozlerinden biridir. Aşkla pişmiş bu sanatçı birgün hayatını bağladığı bu kemanı yitirir. Büyük ücretlerle yeni kemanlar alsa da yerine hiçbir şey koyamaz ve en nihayetinde zaten hayatını mutsuzluklar üstüne kurmuş bu adam ölmeye karar verir.
Filmin müthiş bir masalsı anlatımı var, asıl anlatıcı zaten Azrail. Hikayenin tüm karakterlerine tek tek odaklanıp Nasser Ali'yi Nasser Ali yapan süreci hikâyevari bir şekilde anlatıyor bize. Ayrıca konu her ne kadar İran'da geçse de İran bildiğimiz İran değil. Sene 1950'liler ve malûm sürece henüz girilmemiş.
Nasser Ali'yi en sevdiğim Fransız oyunculardan biri olan Mathieu Almaric canlandırıyor. Golshifte Farahani ve Pulp Fiction'dan tanıdığımız Maria de Madeiros'da yardımcı rollerde filmi aydınlatıyor. Ayrıca Jamel Debbouze ve başarılı Alman oyuncu Christian Friedel'de konuk olarak filmi şenlendirmiş. Dram-komedi tarzında olan bu filmi kesinlike tavsiye ediyorum 🌿
Martin Eden, Dünya Edebiyatı'nda efsane haline gelmiş kahramanlardan biri. Raskolnikov ya da Gregor Samsa gibi bir çoğumuzun zihninde yer ettiği muhakkak. Jack London'un ölümsüz eseri Martin Eden 2019 yılında İtalyan Sinemasına uyarlandı. Başrolünde yer alan Luca Marinelli öyle harika bir…devamıMartin Eden, Dünya Edebiyatı'nda efsane haline gelmiş kahramanlardan biri. Raskolnikov ya da Gregor Samsa gibi bir çoğumuzun zihninde yer ettiği muhakkak.
Jack London'un ölümsüz eseri Martin Eden 2019 yılında İtalyan Sinemasına uyarlandı. Başrolünde yer alan Luca Marinelli öyle harika bir iş çıkardı ki 76. Venedik Film Festivali’nden En İyi Erkek Oyuncu ödülüyle ayrıldı ve geçtiğimiz günlerde adaylıkları açıklanan 33. Avrupa Film Ödülleri'ne de damga vurdu. Martin Eden'in hem kitabını okumuş hem radyo tiyatrosunu dinlemiş biri olarak net şekilde söyleyebilirim ki Marinelli tam olarak kafamda hayal ettiğim Eden'di. Geniş omuzları, önüne dökülen saçları, öfkesi, şapkası, her şeyiyle Martin Eden'di.
Her ne kadar Martin Eden kitabından uyarlansa da kitapla aynı seyirde ilerlemiyor. Martin Eden bu kez İtalya'da bir gemi işçisidir. Ruth yerine Elena'ya aşıktır ancak aynı öfke, aynı tutku, aynı hırs, aynı reddediş filmdeki Martin Eden'de de vardır. Martin, bir sabah kalburüstü bir ailenin oğlunu dayak yemekten kurtarır. Kurtdığı kişi onu teşekkür etmek için evine çağırır ve o evde Elena'yla tanışır. Gördüğü ilk anda hayatının kadını olduğuna inanan Martin, Elena'ya uyum sağlamak için okumaya ve eski bıçkın hayatını geride bırakmaya karar verir. Sürekli okur ve en nihayetinde okumak Elena'nın aşkından başka bir aşk içinde peydah olur: yazmak. Okudukça yazmak, içindeki öfkeyi kağıtlara dökmek ister. Yazdıklarını belli dergilere ve gazetelere gönderir ancak gözle görülür bir ilerleme kaydedemez. O her ne kadar tutkusu olan yazmakla hemhâl olsa da Elena bu durumdan şikayetçidir. Para kazanmaması, okudukça sivrilen diliyle Martin hâlâ onun istediği erkek olamamıştır. Martin yazar ve yazdıkça elitin aslında ne denli pespaye olduğunu fark eder zamanla. Jack London bunu kitapta, "Bir zamanlar öylesine saftım ki; yüksek mevkilerde oturan, iyi evlerde yaşayan, öğrenim görmüş ve bankalarda hesapları olan insanları saygı değer kimseler sanırdım." diyerek anlatır. Bunu da aynı şekilde filmde Martin'in gözlerinde, hayal kırıklıklarında görürüz.
Kitabı okumayanlar için çok fazla bahsetmek istemiyorum ancak uyarlama tarzını ve tonunu hakikaten beğendim. Hatta film bittikten sonra "Ben artık Martin Eden izlemek istemiyorum, Martin Eden olmak istiyorum." dedim. Defalarca, döne döne birçok sahnesini tekrar tekrar izledim. Martin'in huzursuzluğunu, ateşçesine yanan gözlerini, hayata karşı dik duruşunu ve aşkını somut olarak defalarca görmek istedim ve Luca Marinelli bana istediğim her bir şeyi gösterdi. Kesinlikle izleyiniz..
Christian Bale, Rosamund Pike ve Wes Studi'nin yer aldığı Hostiles bir dönem filmi. İç savaşın çok şey aldığı ve kendisini tamamen Kızılderilileri ortadan kaldırmaya adayan Yüzbaşı Joseph Blocker'ın ölmek üzere olan kabile şefi Kızılderili Hawk'ı yurduna götürmek üzere bizzat başkandan…devamıChristian Bale, Rosamund Pike ve Wes Studi'nin yer aldığı Hostiles bir dönem filmi. İç savaşın çok şey aldığı ve kendisini tamamen Kızılderilileri ortadan kaldırmaya adayan Yüzbaşı Joseph Blocker'ın ölmek üzere olan kabile şefi Kızılderili Hawk'ı yurduna götürmek üzere bizzat başkandan gelen bir emir alır. Kendi içinde zaten büyük bir savaş veren Blocker görevi el mahkûm kabul eder. İlerledikleri esnada Komançilerin (Kızılderililerin en vahşi olarak nitelendirilen kabilelerine verilen isim) saldırısına uğramış Rosalie'yi bulurlar ve yola birlikte kaldıkları yerden devam ederler.
Aslına bakarsanız anlatınca konu son derece tek düze gelebilir ama bu kez filmi film yapanın senaryo değil oyunculuk olduğu bir yapım var karşımızda. Hem Bale hem Pike o kadar iyi ve o kadar içten oynuyor ki sanırım 1800'lerden kalma bir içgüdüyle hareket ediyorlar. Yolda ilerledikçe tecrübe ettikleri olaylar, başlarına gelen talihsizliklerle, at üstünde saatlerce düşünebilme fırsatıyla her bir karakter belli bir düzlemde bir gelişme gösteriyor. İnsani yönlerine yüzlerini dönüşleri etkileyici bir hâl alıyor ve bunu bize o kadar iyi anlatıyorlar ki.. Christian Bale'yi şakır şakır Kızılderili dili konuşurken izlemek isteyenler direk burdan uğurlayalım.
Ayrıca bu filmle fark ettim ki kısacık rolü olan Timothee Chalamet, Christian Bale'nin tam olarak gençliğidir.
Filmi yeni bitirdim ve üzüntümden kahroluyorum. Efsane olabilecek bir film nasıl harcanır deneyi yapılmış. Filmin açıklamasına bakınca İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya'da esir düşmüş bir Amerikan askerinin yakuzaların arasına karıştığını söylüyor. İkinci Dünya Savaşı'na dair tek bir emare yok, Nick'in…devamıFilmi yeni bitirdim ve üzüntümden kahroluyorum. Efsane olabilecek bir film nasıl harcanır deneyi yapılmış.
Filmin açıklamasına bakınca İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya'da esir düşmüş bir Amerikan askerinin yakuzaların arasına karıştığını söylüyor. İkinci Dünya Savaşı'na dair tek bir emare yok, Nick'in nasıl bir asker olduğu ve neden esir düştüğü vs gibi bir sürü soruyla filme başladım. Savaş, yakuza kültürü ve üstüne Jared Leto bileşenleri olunca ister istemez heyecanla devam ettim. Ne kafamdaki sorulara yanıt bulabildim ne de Leto'yu doyuncaya izleyebildim. Esasında sinematografi olarak efsane bir iş. Belkide yakuzaları bir "beyazın" gözünden gördüğümüz en iyi filmlerden ama hep bir şeyler eksik kaldı. Bu büyük ihtimalle senaryo eksikliğiydi çünkü Leto'yu görmediğimiz her an Tadanobu Asano devleşti. Belki de yakuza kültürünün normal ve sıradan dünyaya olan nüansları yüzünden Nick karakteri geri plana atılmıştı bilemiyorum.
Film Michael Fassbender, Tom Hardy gibi isimlerden sekerek Jared Leto'yu bulmuş. Leto izlemekten büyük zevk aldığım oyunculardan biri. Bu filmi eminimki mükemmel taşıyacakken bir şeyler onu da huzursuz etmiş ve film olmamış. Ha filmi sevdim mi evet sevdim bu kadar taşlamadan sonra bunu söylemem tuhaf gelebilir ancak gerçekten özellikle filmin soğukluğunu çok sevdim üzüldüğüm tek nokta daha iyi olabileceği ihtimaliydi üstelik yönetmenin Under Sandet gibi bir filme imza attığını düşünürsek..
Richard Gere ve Edward Norton'un yer aldığı film çıktığı yıllarda bir hayli konuşulmuş. Öyle ki Norton'un ilk filmi olmasına rağmen buradaki rolüyle Altın Küre'nin sahibi olmuş. Film bir Papazın öldürülmesini konu alıyor. Cinayet işlendiği an acar avukatımız Martin Vail'in ilgisini…devamıRichard Gere ve Edward Norton'un yer aldığı film çıktığı yıllarda bir hayli konuşulmuş. Öyle ki Norton'un ilk filmi olmasına rağmen buradaki rolüyle Altın Küre'nin sahibi olmuş.
Film bir Papazın öldürülmesini konu alıyor. Cinayet işlendiği an acar avukatımız Martin Vail'in ilgisini çekiyor ve tek şüpheli konumundaki üstü başı kanlar içinde kaçarken yakalanan ancak masum olduğunu iddia eden gencin savunmasını karşılıksız üstleniyor. Biraz zorlayınca konuyu tahmin etmek, üstüne yorum yapmak açıkçası zor değil ancak bu zamanında değil şimdi izleyen biri için böyle ne yazık ki. 1996 yılında bu filmi ve Richard Gere'i izlemek için sinemaya gitsem hayretlere gark olmuş şekilde çıkıp bu filmi aylarca konuşacaktım belki de.. böyle söylediğime bakmayın tabii film mahkeme sahneleri de dahil olmak üzere muazzam bir seyir sunuyor. Bana ne vaat ettiyse aldım. Hatta söyleyebilirim ki Richard Gere'i izlemekten daha güzel bir şey varsa o da performansının sınırlarını arşa kadar zorlamış bir adet genç Edward Norton'la Richard Gere'i birlikte izlemektir. Müthiş bir gizem-gerilim filmi. Kesinlikle denenmeli.
Goodbye Lenin izlemekte geç kaldığım için üzüldüğüm filmlerden biri oldu ne yazık ki. Wolfgang Becker'in yönettiği ve başrolünde Daniel Brühl'ün yer aldığı film Doğu-Batı Almanya'yı ve duvarın yıkılışını konu alıyor. Hemde harika bir anlatış tarzıyla. Alex Doğu Almanya'da büyümüş bir…devamıGoodbye Lenin izlemekte geç kaldığım için üzüldüğüm filmlerden biri oldu ne yazık ki. Wolfgang Becker'in yönettiği ve başrolünde Daniel Brühl'ün yer aldığı film Doğu-Batı Almanya'yı ve duvarın yıkılışını konu alıyor. Hemde harika bir anlatış tarzıyla.
Alex Doğu Almanya'da büyümüş bir çocuk. Bir gün babası Batı tarafına geçer ve bir daha geri gelmez bunun üstüne kendi deyimiyle annesi "Doğu Almanya ile evlenir" ve kendisini tamamen halka adar. Doğu Almanya'nın kuruluş yıldönümü kutlanırken Alex'in annesi kalp krizi geçirir ve komaya girer. Uzunca bir süre uyku halinde kalır. O esnada duvar yıkılır ve Doğu Almanya için hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Almanya bütünleşip değişirken Coca Cola her yeri fethederken Alex'in annesi hayata geri döner. Doktorun herhangi bir şok veya üzüntünün hayatına mal olacağı uyarısıyla Alex Almanya'yı ayıran duvarı yeniden örmeye başlar.
Hayatımda izlediğim en iyi filmler sıralaması yapsam sanırım ilk beşimde bu film kesinlikle yer alır. Bir evlat annesi için en fazla ne yapabilir sorusunun cevabını yanıtlıyor adeta. Daniel Brühl'de bu esnada döktürüyor tabii. Kapitalizm ve sosyalizmin en iyi deneysel yansıması ve somutlaştırılması daha nasıl gözler önüne serilirdi bilmiyorum. Kesinlikle izleyiniz