Herkese merhaba! İstanbul'daki kitap kulübümüz Kitabıdık'ı sonunda aktif ettik. Kültürel etkinliklerde buluşacağımız bu kulübe katılmak istersen sen de instagram hesabımızı ziyaret edebilirsin.🐾 https://instagram.com/kitabidik?igshid=YmMyMTA2M2Y=
Merhabalar, biz kitap okumaktan ve tartışmaktan keyif alan iki arkadaşız. Bunu daha keyifli hale getirmek adına bir kitap kulübü kurmak istiyoruz. Kitap Kulübü dediğime bakmayın; aslında amacımız kitap okumayı seven insanların bir araya gelmesi ve tanışması, güzel dostlukların kurulması. Aynı…devamıMerhabalar, biz kitap okumaktan ve tartışmaktan keyif alan iki arkadaşız. Bunu daha keyifli hale getirmek adına bir kitap kulübü kurmak istiyoruz. Kitap Kulübü dediğime bakmayın; aslında amacımız kitap okumayı seven insanların bir araya gelmesi ve tanışması, güzel dostlukların kurulması. Aynı zamanda kitap okuma etkinlikleri, kitap takasları, sahaf gezme günleri vs. gibi aktiviteler elbette yapılabilir. Böyle bir grubun içerisinde bulunmak isterseniz bana yazabilir veya yorum atabilirsiniz, buluşmaların İstanbul içerisinde olacağını da belirteyim. İyi günler dilerim✨
Bu başyapıt hakkında neden daha önce bir şeyler paylaşmamışım, duygularım taptazeyken yazıya dökmemişim inanın bilmiyorum... Fakat bu açığı izlediğimden aylar sonra, yani şimdi elimden geldiğince kapatmaya çalışacağım. Tahmin edilebileceği üzere He Who Gets Slapped bir sessiz sinema ürünü. Türkçe altyazılı…devamıBu başyapıt hakkında neden daha önce bir şeyler paylaşmamışım, duygularım taptazeyken yazıya dökmemişim inanın bilmiyorum... Fakat bu açığı izlediğimden aylar sonra, yani şimdi elimden geldiğince kapatmaya çalışacağım.
Tahmin edilebileceği üzere He Who Gets Slapped bir sessiz sinema ürünü. Türkçe altyazılı şekilde bulabileceğinizi sanmıyorum fakat zaten arada giren diyalogların ingilizcesi gayet basit, küçük yardımlar alarak bence zorluk çekmeden izleyebilirsiniz.
Filmimiz zengin bir adamın yanında çalışmalarını sürdüren bir bilim insanı ve karısına odaklanarak başlıyor, sonrasında kadın kocasını bu zengin adam için terk ettiğindeyse işler karışıyor diyebilirim. Zengin olan adam ve kadın bizim başrolün projelerini de bir güzel çalıp adamı kapı dışarı ediyor. Sonrasında bir sirkte çalışmaya başlayan adamın en gülünç tarafı ise tokatlanması elbette. Tokatlanmak onun için travmatik aslında, terk edilişinden gelen bir travma hem de bu. Fakat ekmek parasını da bundan kazanmaya başlıyor trajiktir ki.
Her neyse, filmde o "herkesi güldüren ama kendisi bir türlü gülemeyen palyaço" tiplemesini belki de tarihte ilk kez görüyoruz. İnsanların gözünde soytarı olmak insanı bir süre sonra kendi gözünde de soytarı yapıyor, gelecek vaad eden bir bilim insanında gözlemlemek bence bunun en acımasız örneklerinden biri.
Bir türlü mutluluğu bulamayan, aradıkça daha da uzaklaşan bir kahramanın hikayesini izliyoruz bu filmde. 1 saat 20 dakikanın saniyesi saniyesine değdiğini düşünüyorum, eğer dram filmlerinden hoşlanıyor ve sessiz sinemaya da ilgiliyseniz göz atmanızı kesinlikle öneririm.
Filmi az önce bitirdim ve kesinlikle şunu söyleyebilirim ki; Luis Buñuel'e fantastik, vampir temalı bir film çek deseler kesinlikle böyle olurdu. Filmde bir izlemede anlayamayacağınız kadar sembolik anlatım bulunuyor, fakat olay örgüsü bunun arkasında asla kalmamış. Film başladığı saniyeden itibaren…devamıFilmi az önce bitirdim ve kesinlikle şunu söyleyebilirim ki; Luis Buñuel'e fantastik, vampir temalı bir film çek deseler kesinlikle böyle olurdu. Filmde bir izlemede anlayamayacağınız kadar sembolik anlatım bulunuyor, fakat olay örgüsü bunun arkasında asla kalmamış. Film başladığı saniyeden itibaren bir sonraki sahnesini merak ettiriyor ve zaten filmi sonuna kadar izlemezseniz de neredeyse hiçbir şey anlamıyorsunuz. Bu yüzden 1 saat 17 dakikanızı bu filme vermenizi öneriyorum ben, filmlerde sembolizm sevmeyenler için izlemesi zor ve ağır gelebilir fakat bana kalırsa sırf bize sunduğu görsel şölen için bile izlenir.
Filmin baş karakteri Valerie'nin yetişkinliğe adım atma sürecini izliyoruz aslında bu filmde. Olaylar bir hayli hızlı ilerliyor, birçok sahnede göz doyuran sanatsal öğeler bulunurken birçok sahnede de çoğu toplumsal soruna/yozlaşmaya dil uzatan detaylar mevcut. Elbette sizin bu sembolleri nasıl yorumladığınıza göre değişir bu, bu filmlerin en güzel yanı da bence budur zaten.
Filme genel olarak hakim olan sakin, peri masalı havası; ona tezat olacak biçimde yer yer yükselen sahneleriyle tatmin edici bir yapım oldu benim için Valerie and her week of wonders. İzleyin ve izlettirin lütfen, yorumlarınızı okumak için sabırsızlanıyorum.
Evet... Derin bir nefes, hatta birkaç nefes aldıktan sonra sanırım artık duygularımı yazıya dökmeye hazır hissediyorum kendimi. Birinci filmdeki mest oluşumun ardından ikinci filmi izlemeye bir tık korkuyordum aslına bakarsanız, ikili arasındaki yakaladığım uyumu ve büyüyü kaçırırım diye düşünüyordum. Fakat…devamıEvet... Derin bir nefes, hatta birkaç nefes aldıktan sonra sanırım artık duygularımı yazıya dökmeye hazır hissediyorum kendimi. Birinci filmdeki mest oluşumun ardından ikinci filmi izlemeye bir tık korkuyordum aslına bakarsanız, ikili arasındaki yakaladığım uyumu ve büyüyü kaçırırım diye düşünüyordum. Fakat tam tersi, bu film ile birlikte seri beni kendine daha da çok bağladı. Çünkü bu filmde iki aşığın geçirdiği dolu dolu bir günü değil; pişmanlıkları, keşkeleri, ukteleri izliyorsunuz. İlk filmden bu konu itibariyle çok ayrılıyor, iyi ki de ayırmışlar bana sorarsanız. Çünkü ben aradan geçen 9 yıldan sonraki ilk yüzleşmede öpüşmeler, sevişmeler, aşk sözcükleri görseydim bu bize anlatılan hikayenin gerçekçiliğine tamamen aykırı olacaktı. Hayatlarına o geceden sonra devam etmiş iki kişi izledik; Jesse ilk filmden de bildiğimiz gibi aslında travmalarını derinine gömüp bunu günlük hayatına yansıtmayı sevmeyen birisi. Fakat Celine, Jesse'den sonra hayatına öyle kalın bir duvar örmüş ki tosladığı en büyük engel karşısında defalarca tökezliyor, çelişiyor. Özellikle arabadaki içini dökerkenki agresif ifadesinde bunu iliklerime kadar hissettim, aslında unutulması zor bir olayın iki ayrı karakter, beyin ve kalp tarafından sindirilmesini izledik bu filmde. Ortak olan bir şey vardı, o da iki tarafın da sindirememiş olmasıydı elbette. Celine'in ördüğü duvar Jesse'ye sanki onu unutması kolay olmuş, belki de gerçekten kendisi kadar acı çekmemiş olduğunu düşünmesine sebep oldu. Bu tamamen Celine'in kendini korumak için yapmaya çalıştığı şeydi belki de. Fakat filmin son sahnesinde söylediği şarkı ile bütün duvarlarının arkasındaki duygularını ifşa etti, Jesse'nin karşısında savunmasız kaldı. Tam o anda o kadar güzel, bir o kadar da çaresizdi ki her şey. Beni bu kadar ağlatan çok az film izlemişimdir, samimi söylüyorum. Aşk filmlerinde siz de en çok bir şeyler paylaşılanını, konuşulanını ve en önemlisi içten, gerçekçi, peri masalından uzak ama bir o kadar da yakın oluşunu seviyorsanız kesinlikle önerdiğim bir film.
Genç Ethan Hawke... Genç Julie Delpy... Filmin tamamına hakim olan o Avrupa havası... Durgunluğu, sakinliği... Her şeyiyle beni ve ruhumu tamamen doyuran bir filmdi Before Sunrise. Şu aralar kaçıp giden film izleme hevesimi yerine getirebilecek sanatsallıkta, fakat bir o kadar…devamıGenç Ethan Hawke... Genç Julie Delpy... Filmin tamamına hakim olan o Avrupa havası... Durgunluğu, sakinliği... Her şeyiyle beni ve ruhumu tamamen doyuran bir filmdi Before Sunrise. Şu aralar kaçıp giden film izleme hevesimi yerine getirebilecek sanatsallıkta, fakat bir o kadar da akıcıydı kesinlikle. Film boyunca aslına bakarsanız çok fazla aşk cümleleri, davranışları izlemedik hatta tam aksine sohbetleri fazlasıyla derin fakat bir o kadar da genel konulardı. Ortada aşka dair bir şey yokken aşkı en yoğun biçimde nasıl anlatabilirlerdi? Bakışlarla. Filmden bütün beklentim bana o aşk yoğunluğunu, o tutkuyu, o heyecanı ve gizemi vermesiydi ve bunların neredeyse hepsini bakışlarla yapabilmiş olması beni fazlasıyla hayran bırakan bir detaydı. Oyunculuklar muhteşem ve tutkuluydu, inanılmaz derecede göz doyuran çekimlere ve mekanlara sahipti film. Altı ay sonra birbirlerini aynı yerde bulabilecekler mi gibi sorularıma cevap niteliğinde devam filmleri de varmış fakat sanırım altı ay sonrası için değil, birkaç yıl sonrası için bu filmler. Elbette onları da izleyip buraya iliştiriyor olacağım naçizane, herkesin bu filmdeki kadar yoğun aşklara yelken açabilmesi dileğiyle.
Birkaç aydır buraya yazamıyor, aslında yazacak kadar bir şeyler tüketmiyor olmanın sıkıntısını çekiyordum. Aklımın bir kenarında hep yazmakta olduğum, yazarken çok da keyif aldığım film hesabım vardı ve ben sonunda buraya devam edebilme gücünü kendimde buluyorum. Hem de bu şaheser…devamıBirkaç aydır buraya yazamıyor, aslında yazacak kadar bir şeyler tüketmiyor olmanın sıkıntısını çekiyordum. Aklımın bir kenarında hep yazmakta olduğum, yazarken çok da keyif aldığım film hesabım vardı ve ben sonunda buraya devam edebilme gücünü kendimde buluyorum. Hem de bu şaheser dediğim sitcom ile.
Açıkçası benim izlediğim en iyi sitcom diyebiliriz Black Books'a. Çünkü karakterler fazlasıyla ikonik, bir o kadar gerçek ve bizden. Bernard'dan tutun Manny'e, Fran'a kadar her karakterin ayrıca bir dizisi çıksa gram sıkılmadan izlerim ve hal böyle olunca üçü bir aradayken nasıldır az çok tahmin edebilirsiniz bence. Benim en sevdiğim sezon birinci sezon oldu, özellikle ilk bölümü. Gerçekten beni kahkahalara boğacak sahneleri mevcuttu, Manny'nin diziye dahil oluşu çok çok tatlıydı. Bernard'ın huysuzluğu fakat bir o kadar da çocuk gibi olması, Manny'nin onu toparlayıcı hali ve Fran'ın kendi hayatı dışında arkadaşlarına verdiği önem çok güzel işlenmiş bana kalırsa. Zaten hali hazırda yapılmış çoğu ingiliz sitcomunu ve kara komedisini beğenerek izliyorum, bu yapımla beraber de taçlandırmış oldum.
Benim en çok hoşuma giden noktalardan bir tanesi dizinin içindeki küçük absürtlüklerdi. Bernard'ın yatağının altında yaşayan ve türü bilinmeyen bir canlı, yine Bernard'ın muhasebe defterine resimler çizmiş olması, Manny'nin ilahi bir güçle piyano çalmaya başlaması bunların hepsi beklenmedik ve dahice hazırlanmış senaryolar bence. Eh haliyle bu kadar absürt olunca da insanı şaşırtıyor, şaşırtırken de güldürüyor aynı zamanda. Esprileri kaçırmadığınız takdirde çok çok keyif alarak izleyeceğiniz bir dizi efenim, kesinlikle tavsiye ediyorum.
Tek mekan filmlerini çok sevmemdeki yegane sebep riskli olmalarına rağmen ortaya iyi bir iş çıkarıldığı zaman insana diğer bütün filmlerden çok daha büyük bir keyif vermesi. Uğraşılmamış gibi duran, mütevazi, tamamen senaryo odaklı ve senaristin bütün çıplaklığı, savunmasızlığıyla kendini öne…devamıTek mekan filmlerini çok sevmemdeki yegane sebep riskli olmalarına rağmen ortaya iyi bir iş çıkarıldığı zaman insana diğer bütün filmlerden çok daha büyük bir keyif vermesi. Uğraşılmamış gibi duran, mütevazi, tamamen senaryo odaklı ve senaristin bütün çıplaklığı, savunmasızlığıyla kendini öne çıkardığı bir filmin verdiği zevk tadıldığı zaman bağımlısı yapıyor insanı. İşte 12 Öfkeli Adam da böyle bir filmdi, baştan aşağı büyük bir yetenek ve zekanın ürünü olduğu çok net gözlemlenebiliyor.
Film en başında 2 taraf ile başlıyor, bir tarafta 11 adam var diğer tarafta ise 1 adam. Filmin sonunda da aynı şekilde 2 taraf ve bir tarafta 11 adan diğer tarafta 1 adam var, fakat savunulan düşüncelerden azınlık olanını bu sefer çoğunlukta görüyoruz, oyun tamamen tersine dönmüş. Çözülen teoriler, çürütülen argümanlarla beraber en başında mantıklı şekilde öne sürülen savunmalar komik ve absürtleşiyor. Genç bir çocuğun haksız yere suçlanmasının arkasında herhangi bir vicdan muhakemesi aranmıyor, tamamen kanıt çürütmekle çözülüyor ve en sonunda da trajik bir sona bağlanıyor.
Olay örgüsü ve oyunculuklarla harika bir yapım izletmiş oldu bize Sidney Lumet, 8/10.
Fransız sinemasının kült eserlerinden, mükemmel bir dram/gerilim filmi. Gayet akıcı ve tansiyonu düşürmeden devam ettiğini düşünüyorum 2 saat boyunca, fakat ,bu tür senaryoların büyük akıl ürünleri olduğunu düşündüğümden midir nedir, çok daha beklenmedik biten bir son isterdim bu yapımdan. Sonu…devamıFransız sinemasının kült eserlerinden, mükemmel bir dram/gerilim filmi. Gayet akıcı ve tansiyonu düşürmeden devam ettiğini düşünüyorum 2 saat boyunca, fakat ,bu tür senaryoların büyük akıl ürünleri olduğunu düşündüğümden midir nedir, çok daha beklenmedik biten bir son isterdim bu yapımdan. Sonu tatmin etti mi, kesinlikle etti. Beklenmedik miydi, filmin en başından beri muhtemel sonlar arasına koymuştum kendisini. Zaten filmin son yarım saatinde de yer yer verdiği bağlayıcı ipuçlarıyla emin olmamı sağladı. Her şeye rağmen o dönemin gerilim sinemasına göre mükemmel bir yapım, daha fazlasını beklemek şımarıklık olur gibi. Puanım 7/10, izleyin izlettirin efenim.
80 dakikalık, neredeyse tamamı tek mekanda çekilen tatlı bir kara komedi filmiydi Salaklar Sofrası. Tek bir sahnesinde bile sıkılmadım, kesinlikle 80 dakikanın hepsi aktı gitti diyebilirim. Oyunculukların absürtlükleri ve tam olarak anlatılanı vermesi de hoştu benim için. Filmin sonuna gelecek…devamı80 dakikalık, neredeyse tamamı tek mekanda çekilen tatlı bir kara komedi filmiydi Salaklar Sofrası. Tek bir sahnesinde bile sıkılmadım, kesinlikle 80 dakikanın hepsi aktı gitti diyebilirim. Oyunculukların absürtlükleri ve tam olarak anlatılanı vermesi de hoştu benim için. Filmin sonuna gelecek olursak, gerçekten sevimlilerin de sevimlisi bir finali vardı. Yüzlerde gülümseme oluşturarak bitti, biraz da merak ettirdi açıkçası. Bu filmin bir de sonraki yıllardan başka bir uyarlaması varmış, yarın da onu izleyip görüşlerimi paylaşmayı planlıyorum.