Oğuz Atay’ı daha önce ‘Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan’ okurken tanımıştım. Bu daha çok biyografik bir eserdi tabii fakat anlatımından yine de çok hoşlanmıştım. Diğer kitaplarını da okumayı kafaya koymuştum fakat oldum olası uzun göründüğü için bir türlü icap…devamıOğuz Atay’ı daha önce ‘Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan’ okurken tanımıştım. Bu daha çok biyografik bir eserdi tabii fakat anlatımından yine de çok hoşlanmıştım. Diğer kitaplarını da okumayı kafaya koymuştum fakat oldum olası uzun göründüğü için bir türlü icap etmemişti. Ama tam da kışa girdiğimiz vakit ki özellikle okulların açılmasıyla benim insanların içinde daha çok ortaya çıkan yalnızlığım ve Hikmet Benol gibi ben olamayışım beni bu kitabı okumaya itti.
Kitabın ağır olacağı tahmin edilebilir bir durumdu. Türk Edebiyatındaki eserler böyle oluyor genelde, yani okumuş olduklarım, ben de tabii olarak kitabın böylesine ağır ve varoluşçu olmasından yola çıkarak ne olursa olsun kafaya okumayı taktım.
Kitap tahmin ettiğim kadar akıcı değildi, ki bu bir şart değil. Aksine Oğuz Atay; belki de bu kitabı anlayarak, fikrederek, yaşayarak okumamızı istediği için böyle münasip olmuştur. Zaman zaman düşündüğüm kısımlar da oldu, kendimden parçalar bulduğum kısımlar da.
Kitap, Hikmet karakterinin bir türlü yer edinememesini, benliğini ortaya koyamamasını, sıkışıp kalmasını konu ediyor. Bir yanda sırf bir yer edinmiş olmak, belli belirsiz bir amaca erişip başarısız olduğu ve aklında hâlâ etkisinin vazıh bir şekilde ortada olduğu bitmiş bir evlilik varken bir diğer yanda Bilge adında bir o kadar alımlı, bilgisiyle Hikmet’i genelde savuran ve bir türlü uyum sağlayamayan fakat Hikmet’in ona karşı tutkuyla sergilediği hoş bir sevginin var olduğu bir diğer kadın.
Ve bir diğer yanda insanlar, bu bir diğer yanlar hiç bitmiyor aslına bakarsak. Hep birileri var, Hikmet’in ise dinlenilmeye fark edilmeye ihtiyacı var söylenmeden dışlanmış olduğu bu toplumda. Aynı zamanda Hikmet’in hayatı bir bakıma oyun gözüyle de ayrı tutması pek karşılaşılmamış ama kendince yaşamı böyle idaresi gerekmiştir yoksa hayat başlı başına teessüre sebepken böyle şeylerle hayattan kaçmaması onu daha da… işin aslında evet Hikmet kaçmıştır, öyle icap etmiştir efendim. Ne demeli, oyunlar içinde yaşamını sürdürmüştür. Tiyatro oyunları da yazarak birçok düşüncesini kağıda dökmüştür-albayıyla-.
Bir de Albay vardır, bir türlü çözemedim. Gerçek mi, kafasında mı yaşar. Ama izlemiş olduğum yorumlara göre kendisi çok iyimser tavrından olsa gerek ya da Hikmet’e zaman zaman göstermiş olduğu zıtlığıyla adeta kafasının içinde ona doğruları söyleyen, kendiyle mücadele ettiren hayali bir imge de olabilir. Ben bu konuda ne desem bilemiyorum, zaman zaman gerçek, zaman zamansa hayal gibi geliyor. İleride tekrar ve tekrar okumak isterim. Beni yoran bir kitaptı evet ama hoş bir yorgunluktu bu. Epey anlamlı buldum. Sıkıldığım anlar oldu ki aslında bana da kitabın kattığı bir şeydir şu durum. Acele etmemek efendim. Sindire sindire okumak, düşünerek okumak.
İnanın ben de anlam veremiyorum, acelemiz nedir diye. İyice içine girmek lazım aslında. Zaten bu kitabı okurken sonuna ulaşma odaklı olmamalıyız ki ben istemesem de biraz buna başvurmuş oldum. İçinde anlamadığım, geçmek için uğraştığım bir çok kısım olsa da yine de sevdim, sevmeyi başardım. İnsan bunalımları oldum olası bana hitap eder. Bunu seviyorum. Ben de biraz böyleyim. Yani ne yapacağını ne edeceğini bilemeyen. Ne yapsa ne etse sorun olacak biri gibi sanki. İnsanlarla bir türlü uyum kuramayan ki bu sorun insanlarda vücut buluyor kanaatimce. Çünkü o kadar çaba içerisinde nasıl hâlâ bir şeyler yoluna girmiyor diye düşünceler barındırmaktan bunaldım, tükendim.
Ben de oyun oynamalıyım belki, bilmem nasıl ama bir yolu olsa gerek. Sevdiğim bir kitaptı esasında. Zaman zaman elime alıp altını çizdiğim kısımları ya da herhangi bir bölümü tekrar okumak isterim!