9 yıl önce tesadüf eseri elime geçen bir kitaptı Suç ve Ceza lakin yayın evi iki cilt şeklinde basmıştı ve bana ikinci kitap denk gelmişti. Açtım iki sayfa okuduktan sonra hem Dostoyevski'ye hem Suç ve Ceza'ya ön yargı doldurarak kenara…devamı9 yıl önce tesadüf eseri elime geçen bir kitaptı Suç ve Ceza lakin yayın evi iki cilt şeklinde basmıştı ve bana ikinci kitap denk gelmişti. Açtım iki sayfa okuduktan sonra hem Dostoyevski'ye hem Suç ve Ceza'ya ön yargı doldurarak kenara bıraktım ve Pinokyo'yu okumaya devam ettim. Yollarımız çok erken ve eksik bir şekilde birleşmişti.
3 yıl önce Suç ve Ceza'ya olmasa da en azından Dostoyevski'ye olan ön yargımı yenmek için bir okuma rehberiyle beraber tekrardan okumaya başladım. Ve kalemini çok sevdim. Bu yılda kitaplığımda sırıtarak:“19 bitmek üzere hâlâ beni okumayacak mısın aptal” diye bakan Suç ve Ceza'yı aldım; başladım, bitirdim.
Dostoyevski'den okuduğum en akıcı ikinci kitap benim için. Neden çok fazla yarıda bırakıldığını anlamadım belki de tam zamanında okumuşumdur ben.
Açıkçası kitap tahmin ettiğim gibi değildi. Ben Raskolnikov'un suçu işledikten sonra hücresinde ölümü beklerken veya kürek mahkumluğuyla yaşamaya çalışırken çektiği vicdan azaplarından oluşacağını: İşte insanları sıkabilecek olanın da bu vicdan azabı çekerken beraberinde derin varoluşun da sorgulanarak ortaya çıkartılacağını düşünmüştüm. Lakin Raskolnikov kitabın son anına kadar işlediği suçtan dolayı kendisini suçlamıyor. Çünkü biraz da olsa bu suçun insanlardan onu farklı kıldığını biliyor ta ki suçunu itiraf edip cezasına mahkum oluncaya dek. Evet, Raskolnikov bir tek kendi doğrularına değil de insanların doğrularına boyun eğince kendisini suçluyor. Raskolnikov bu suçu maddi geçersizlikten dolayı işlediğini söylüyor ama bence bu suçu insanların bayağılına olan nefretinden işliyor. Kürek mahkumuyken kopyanın bir parçası olmak istiyor. Çünkü bireyselliğin yalnızlığı altında o da eziliyor. Raskolnikov'a yer yer sinirlendiğim oldu ama onu suçlayamıyorum.
Elbette insanların öldürülmesi doğru bir şey değil ama aslına odaklanmak gerek. Asıl suçlu kim, kimler?..
29.9.23
Filmini izlemiştim 150 öğrenci olduğunu öğrenince günlüğü okumaya karar vermiştim ve dediğim gibi hepsi okunmaya değer. Kitapta çok güzel alıntılar var daha doğrusu “gerçek”ler. Bu yüzden onlar üzerinden yazacağım bugün. “Bazen kontrol edemediğimiz bir sürü şeyden dolayı acı çekiyoruz: ten…devamıFilmini izlemiştim 150 öğrenci olduğunu öğrenince günlüğü okumaya karar vermiştim ve dediğim gibi hepsi okunmaya değer.
Kitapta çok güzel alıntılar var daha doğrusu “gerçek”ler. Bu yüzden onlar üzerinden yazacağım bugün.
“Bazen kontrol edemediğimiz bir sürü şeyden dolayı acı çekiyoruz: ten rengimiz, yoksulluk, dinimiz, ailemizin durumu, savaş.” Ve bu kontrol edemediğimiz şeyler birbirinden farklı ırkçılıkla böyle başlıyor
Bir çocuk nefret, öfke, sevgisizlik içinde büyüyor. Ve insanlar kalkıp onlardan bu duyguların hiçbirine sahip olmamasını bekliyor ama hayır tarih tekerrür ediyor: Kişioğlu gördüğünü işliyor.
Günlük 5:
“Sanki bir filmin içindeydik ama bu filmde kan gerçekti.”
Günlük 6:
“Topluma göre, bir sokak başında ölüp giden biri daha; sadece bir rakam.”
Günlük 7:
“Kurşun yiyor ya da kurşun sıkıyoruz ama tetiği çekiyoruz.”
Bunlar daha 14,15 yaşlarındaki çocukların gerçekleri.
“Çocuklara doğrudan ya da dolaylı yoldan aptal deseniz er geç buna inanmaya başlayacaklarını anlamak için bilim insanı olmaya gerek yok.”
Hepimiz çocukken mutlaka herhangi bir konuda zorbalığa uğramışızdır. Bunu başta kabul etmeyiz ama daha sonra kendimizi suçlu olduğumuza inandırıp her şeyi kabulleniriz.
“Bir insanın kalbinin rengine değil, teninin rengine bakıyor, inandıklarıyla yaşamasına izin vermiyoruz.” Buna söyleyebilecek hiçbir şeyim yok.
Günlük 20:
“Daha 10 yaşındaydım. Nasıl düşman olabilirdim ki?”
“Bir kere daha adaletin kötü adamların hapse gideceği anlamına gelmediğini, sadece birinin suçun bedelini ödeyeceği anlamına geldiğini kanıtlamış oldular.”
Günlük 29:
“İnsanların kitapları kapaklarına bakarak yargılamadığı zamanın hayalini kuracağım.”
Günlük 36:
“Bazen kafesinden uçup gitmek isteyen bir kuş gibi hissediyorum.”
Günlük 40:
“Gelecek bizdik ama toplum gençlere hiç değer vermiyordu.”
“İnsanların ırk kadar önemsiz bir şeyden dolayı birbirlerinden nefret etmeyecekleri bir dönem hiç gelmedi.”. Belki öldürmek için silahımız yok ama gözlerimiz, kafamızın içindeki düşünceler...
Günlük 47:
“Muhtemelen insan olmaktan çok, “etikete” sahip olmakla daha fazla gurur duyuyordum, hepimize öğretilen buydu.”
Günlük 48: Terörizm
“Savaşta çocuklar masumiyetini kaybediyordu, askerlerse daha değerli bir amaçları olduğunu hissetsede amaçlarına ulaşmak için çocuk gibi davranıyorlardı.”
Günlük 50:
“Geri dönebileceğim bir an gelecek mi yoksa ucunda ışık olmayan bir tünele doğru gidiyorum ve çıkış yok mu?”
Günlük 64:
“Annemin gözü morarmaya başlamıştı. İşte o zman morun sadece bir renk ya da bir kitap ismi olmadığını anladım.”
Günlük 67:
“Çocuklar istismar ediliyordu ve hiçbir sorun yokmuş gibi davrandıkları için bazen her şeyin yolunda olduğunu sanıyorduk.”
Günlük 70:
“Ne yazık ki eğitim sistemi çocukların potansiyellerine göre değil, geçmişlerine göre sistemden uzaklaştırmaya meyilli.”
Günlük 79:
“Ama gençlerin çok fazla sorun yaşadığı gerçeğine gözlerimizi kapatmak, bir cinayete tanık olup başımızı çevirmek gibi.”
Günlük 81:
“Neden manşetlerde sadece ünlü insanlar yer alıyor? Medya, bir film yıldızının ayağını kırmasını ya da ayak parmağını çatlatmasını büyük bir olay halina getiriyor ama..”
Günlük 136:
“Bir kuş mutlu olduğu için, özgür olmadığı için şakır.”
“Yasadıgım mahallede silah sesleri ninnimdir.”
Günlük 142: Mezuniyet
“İnsanların silah yerine kalemin daha olduğunu anlamadığı lise zamanlarımı hatırlıyorum.”
Evet, mezuniyet ile birlikte öğrencilerin lise hayatı bitiyor. Ama kitap bitmiyor. Kitabı güzel kılan şeylerden biri de bu: Onuncu yıldönümünde öğrenciler 10 tane günlük daha tutuyor. Üni dönemlerini ve yavaş yavaş edindikleri meslekleri ve tabi geçmişi unutmayarak...
Günlük 6:
“Savunduğun bir şey yoksa her şeye kanarsın.”
“Bir çocuğu büyütmeye bir köy gerek”
Günlük 7:
“...devlet insanları korumazsa insanların kendilerini koruma hakı olduğunu öğrenmiştim.”
Günlük 8:
“Sanki ölüm köşe başında bekliyordu.”
“Artık çocuk değildik. Çocukken korktuğumuz insanlara dönüşmüştük; artık çalışkan, yasalara uyan ve vergilerini ödeyen yetişkinlerdik.
Günlük 9:
“Bir öğrenci dolusu bir sınıfta nasıl bu kadar yalnız olduğumu anlayamıyorum.”
“Gecmişe gitmekten nefret ediyorum ama en çok nefret ettiğim, hiç kimsenin benimle bağ kurmadığını düşündüğümde hissettiğim yalnızlıktı.”
“Hissettiğim acıya rağmen mücadelelerimi anlatarak başka birinin tesseli bulmasına yardım ettiğimi bilmek beni rahatlatıyor.
Günlük 10:
“..o acı bunca yıldır oradaydı geçeceğini de sanmıyorum. Bir parçam oldu. Beni ben yapan bir parçam.”
“..ne yapılmayacağına dair büyük bir ders verdi bana.”
Ve 20.yıldönümü öğrencilerin çoğu mesleklerini eline alıyor. Liselerinin olduğu yere(Long Beach) Özgürlük Yazarları Vakfını kuruyorlar. Belgeselleri, filmleri çekiliyor. Dünyanın dört bir yanına öğrencilere ve öğretmenlere farkındalık oluşturmak için seminer vermeye başlıyorlar ve 20 yıl sonra da 20 günlük yazıp kitaplarına ekliyorlar.
Günlük 1:
“Okullarda silahla yaralama olaylarının, atış talimi yapmakatan farkının kalmadığı bir dünyada yaşıyoruz.”
Günlük 2:
“Zorbaların size sataşmak için bahaneye ihtiyaçları yoktur çünkü onlar mutlaka bir bahane bulur.”
“Her gün öldüğümü hissetmem için dövülmem ya da vurulmam gerekmiyordu. Ne zaman biri dış görünüşüm ve konuşmam hakkında bir şey söylese ya da sadece kendilerini iyi hissetmek için benimle dalga geçse öldüğümü hissederdim.”
“ Kalem kılıçtan keskinse onu doğru kullanmak gerekir.”
Günlük 3:
“Kolumuzu kesseler hepimizi kanı kırmızı akar.”
Günlük 5:
“Özgür” topraklarda tutsaklık..
Günlük 11:
“Sanki kalemim, öfkemi kusan bir silahtı ve kelimelerim öyle acıydı ki kâğıt bile dayanmıyordu.”
“Özgürlük bedava değil (...) bedeli kırık dökük ruhlardır.
Günlük 14:
“Cehenneme gidip gelmiş gibiyim. Hatta birkaç kere gittim ama orada kalmadım.”
Günlük 16:
“Tuhaf olmadığımızın ve farklılıklarımızın değerli olabileceğinin söylenmesinin insanı çok özgürleştiren bir yanı var.”
Günlük 19:
“Hayatım başarılı olduğumu görmek insanların yapmaları gerekenden çok daha fazla fedakarlık yapmasıyla sonsuza kadar değişti.”
İşte bu 150 öğrencinin hikâyeleri bu günlüklerle sonlanıyor hayır aslında bu son yeni başlangıçlar doğuruyor.
Bu öğrenciler tıpkı diğer insanlar gibi sadece normal olmak istiyorlardı ve bunu silah yerine kalemlerini kullanarak yaptılar. En güçlü silahta bu kalem değil mi zaten.
Bir şeyin yanında değilseniz karşısındasınızdır. Sessizlik tarihin tekerrür etmesine neden oluyor..
“Sonsuza dek yaşama ve hiçbir şeyi değiştirmeme ya da göz açıp kapayıncaya kadar yaşama ve her şeyi değiştirme arasında kalsanız hangisini seçerdiniz?”
19.9.23
Havada yürüyoruz Mehtaplı bir gökyüzünde yüzüyoruz Çok uzaklardan, aşağımızda Biz uçarken insanlar uyuyor. Sımsıkı tutunuyorum Gecenin mavisinde yolculuk yapıyorum Bu kadar yüksekte, yukarılarda Sizinle uçabileceğimi öğreniyorum. Dünyayı boydan boya aşarken, Köyler bir rüya gibi gelip geçiyor. Irmaklar ve tepeler, Ormanlar…devamıHavada yürüyoruz
Mehtaplı bir gökyüzünde yüzüyoruz
Çok uzaklardan, aşağımızda
Biz uçarken insanlar uyuyor.
Sımsıkı tutunuyorum
Gecenin mavisinde yolculuk yapıyorum
Bu kadar yüksekte, yukarılarda
Sizinle uçabileceğimi öğreniyorum.
Dünyayı boydan boya aşarken,
Köyler bir rüya gibi gelip geçiyor.
Irmaklar ve tepeler,
Ormanlar ve dereler.
Çocuklar ağızları açık,
Şaşırarak bakıyorlar;
Aşağıdaki hiç kimse
Gözlerine inanamıyor.
Havada kayıyoruz,
Yüzüyoruz donmuş gökyüzünde,
Buzlu dağların üzerinden süzülerek kayıyoruz.
Birdenbire, bir okyanusun
Derinlerinden kayıp gelerek
Muazzam bir canavar
Uykusundan uyanıyor.
Havada yürüyoruz.
Geceyarısı, gökyüzünde dans ediyoruz
Ve bizi gören herkes uçarken bizi selamlıyor.
İlk gün bitirmeleri mi gerekiyordu? Her şeyi tadında bırakmak.. Eminim pişman olurlardı ve sürekli en ufak bir olumsuzlukta: “ya olsaydı veya daha da suçlayarak ‘Sen bir aptalsın, aşk ayağına gelmişti ve sen bunu geri teptin!” O yüzden sonu nasıl olursa…devamıİlk gün bitirmeleri mi gerekiyordu? Her şeyi tadında bırakmak.. Eminim pişman olurlardı ve sürekli en ufak bir olumsuzlukta: “ya olsaydı veya daha da suçlayarak ‘Sen bir aptalsın, aşk ayağına gelmişti ve sen bunu geri teptin!” O yüzden sonu nasıl olursa olsun denemeleri gerekirdi. Çünkü her zaman yapmadığına pişman olmak daha çok acı verir. Peki nasıl devam etti? İlk gün ki gibi mi? Ohh hayır elbette gerçekler var. Acı ama “gerçek.”
Ayrılıklar neden hep kötüye yorulur veya neden insanlar sadece sona odaklanır? Peki ya tartışmalar her zaman kötü bir sonuca mı bağlanmalı?
Son'a kadar geçen zaman kimsenin umrunda değil. Kötü olan bitmesi değil sadece bitmesinden ibaret olması.
Bu arada çiftimizin sonunun ne olduğu belli değil, diğer iki filmde olduğu gibi. Tartışmaları sorun değil ama suçlamaları işte bu sorun. Herkes kararını en nihayetinde kendi verir ama kimse kolay kolay kendini suçlamanın cesaretini omzuna alamaz.
Seriyi izleyin ve unutmayın yaptığın bir şeyden pişman olmak daha az acı verir ;)
Kesitleri o kadar çok karşıma çıktı ki izlemekten başka şansım kalmadı. Filmin daha ilk 10 dakikasında :“tamam, çok harika bir film izliyorsun şu an esra” dedim. Güzel bir tesadüf ama asıl güzel olan farklı bir tesadüf. Düşünceler, sohbetler çok güzel…devamıKesitleri o kadar çok karşıma çıktı ki izlemekten başka şansım kalmadı. Filmin daha ilk 10 dakikasında :“tamam, çok harika bir film izliyorsun şu an esra” dedim.
Güzel bir tesadüf ama asıl güzel olan farklı bir tesadüf. Düşünceler, sohbetler çok güzel ve güvenmek.
Ön yargıların bir tarafa bırakıldığı, bir şey yapmadan önce defalarca düşünmenin omuzdan indirildiği ve gerçeğin korkunçluğuna bulaşmamanın hazzı..
İzledikten sonra üç filmden oluştuğunu öğrendim. Sadece aralarında geçen diyaloglar için bile izlemeye değer. Onları izledikten sonra da yazarım muhtemelen ama şimdilik rüyanın güzelliğine odaklanmalıyım.
“Bilmiyorsun nerden geldiğimi
Bilmiyoruz nereye gittiğimizi
Takıldık hayata, nehirdeki dallar gibi
Ben seni taşırım, sen de beni
İşte, böyle olabilirdi
Tanımıyor musun beni?
Hâlâ tanımıyor musun beni?”
24 farklı kişiliğe sahip bir adam bu hikayeyi az çok herkes biliyor. Benim dikkatimi çeken başka bir konu var: Gerçek acı Kevin'nın Casey'nin vücudundaki izi kalmış çizikleri gördükten sonra verdiği tepki. Görmeden önce Kevin: “Gerçek acı nedir bilmeyenler kendilerine değer…devamı24 farklı kişiliğe sahip bir adam bu hikayeyi az çok herkes biliyor. Benim dikkatimi çeken başka bir konu var: Gerçek acı
Kevin'nın Casey'nin vücudundaki izi kalmış çizikleri gördükten sonra verdiği tepki.
Görmeden önce Kevin: “Gerçek acı nedir bilmeyenler kendilerine değer vermezler ve bu dünyada bir yerleri yoktur!”
Casey'nin acısını gördükten sonra onun bu dünyada bir yeri olduğunu anladı ve şunu söyledi: “Boynu bükükler daha çok gelişmşlerdir.”
İki arkadaşı Kevin tarafından parçalanırken Casey'nin hayatta kalması da bu yüzdendi sanırım.
Kevin'a özellikle bu sahneden sonra üzüldüm. Çünkü acı çekmenin ne olduğunu tam manasıyla biliyordu; Hiç anlaşılmadığı, hiç görülmediği aksine hastalığının doğru düzgün bilinemediği bununla beraber hep suçlandığı..
Peki gerçek acı çekenleri farklı kılan ne?
Spoiler içeriyor
“Sarı yıldız” yıldızı hiç böyle tasavvur etmemiştim. Çünkü yıldızlar gökyüzünde umutla süzülürdü, insanların kollarında utancı, aşağılamayı simgelemezdi.. Irkçılığı anlatmak istediğimde kalemim ilerlemiyor, ağırlığını ve ölümcül gerçekliğini kabul edemiyorum. Küçük bir odam var güneş görmüyor tıpkı Anne'nın çatı katı gibi lakin…devamı“Sarı yıldız” yıldızı hiç böyle tasavvur etmemiştim. Çünkü yıldızlar gökyüzünde umutla süzülürdü, insanların kollarında utancı, aşağılamayı simgelemezdi..
Irkçılığı anlatmak istediğimde kalemim ilerlemiyor, ağırlığını ve ölümcül gerçekliğini kabul edemiyorum.
Küçük bir odam var güneş görmüyor tıpkı Anne'nın çatı katı gibi lakin bu odadan çıkamayacağımı bilesm, perdeleri açamayacağımı, bazen bomba sesleriyle ve her gün içimde büyüyen korkularla yaşayabileceğimi tahayyül edemiyorum.
Neden diyorum, insanlar seçemedikleri bir şeyden dolayı aşağılanıyor ya öteki taraf neye, kime göre üstünlük kuruyor?
Bunun doğru olduğunu söyleyen kim?
Neden 13 yaşındaki kız çocuğu çatı katında yaşama mecburiyetine bırakılıyor?
Neden Anne'a ve ailesi onca bekleyiş, sessizlik ve korkudan sonra toplama kampına gönderiliyor?
Neden Anne ölüyor?
“Ben öldükten sonra da yaşamak istiyorum.” İşte bunun için.. çünkü Anne yaşıyor günlüğü okuyan herkesin gözlerinde, izleyen kulaklarda ve şu an onu anlatan sözcüklerimde..
Anne yaşıyor.
19.8.23
Bir yük öyle omurganı bükeninden değil, ayağına bağlanmış bir taş?.. yine yetersiz Aklın prangası? Bu nasıl? Ve yine yetersiz. Omurgan bükülse eğikte olsa bir hareket olur veya taş bağlanmış bir ayak adım atmasını yine bilir. Ve pranga içersinde bir akıl…devamıBir yük öyle omurganı bükeninden değil, ayağına bağlanmış bir taş?.. yine yetersiz
Aklın prangası? Bu nasıl?
Ve yine yetersiz.
Omurgan bükülse eğikte olsa bir hareket olur veya taş bağlanmış bir ayak adım atmasını yine bilir. Ve pranga içersinde bir akıl soluğunu devam eder.
Benim yüküm adım attırmaz, hareket ettirmez, soluğunu keser: “Umut” zehirli bir kelime, ağır yük.
Gözlerini kaldır lacivert kumaştaki bir pırlantaya doğru.. Göreceksin.
Daha çok küçükken izlemeye başladım bu filmi lakin yarıda kalmıştı. Ara ara aklıma geliyordu ama filmin ismini hatırlamıyordum. En sonunda üşenmeyip iyice araştırıp bulup izlemiştim. Gözlerini ilk dünyaya açtığında simsiyah bir perde ve sessizlik... Anneni görememek babanı duyamamak en önemlisi…devamıDaha çok küçükken izlemeye başladım bu filmi lakin yarıda kalmıştı. Ara ara aklıma geliyordu ama filmin ismini hatırlamıyordum. En sonunda üşenmeyip iyice araştırıp bulup izlemiştim.
Gözlerini ilk dünyaya açtığında simsiyah bir perde ve sessizlik... Anneni görememek babanı duyamamak en önemlisi de kendini..
Michelle'i anlayamamak, ona aykırı, değersiz hissettirmek.. Bazı yerlerde Michelle'in ailesinin yerine koyuyorum tahammül edilmesi gerçekten zor bir durum.
Debraj yani öğretmenimiz (Amitabh Bachchan çok sevdiğim bir oyuncu zaten) ve bu öğretmenlik için mükemmel tercih.
Michelle'i dünyaya kazandırma amacıyla gözükse bile aslında kendini var etmek için Michelle'i tercih ediyor. Bu mesleği gerçekten yapabildiğine inanmak..
Hayat mucizelerle dolu değil hayat "inanmaklarla" dolu ve gerçek.
“Bir çocuğu mahkemede savunuyorsan işte o zaman sınavı kaybetmişsindir. Asıl savaş burda sınıfta verilmeli.” İlk defa böyle bir bakış açısına tanık oldum. Ne kadar da üzerine kafa yorulmuş bir düşünce. İlk dersin her zaman ailede verilmesini gerektiğini düşünüyorum lakin dünyada…devamı“Bir çocuğu mahkemede savunuyorsan işte o zaman sınavı kaybetmişsindir. Asıl savaş burda sınıfta verilmeli.”
İlk defa böyle bir bakış açısına tanık oldum. Ne kadar da üzerine kafa yorulmuş bir düşünce.
İlk dersin her zaman ailede verilmesini gerektiğini düşünüyorum lakin dünyada yaşıyoruz, eşit haklara sahip değiliz: Ailesi olmayan çocuklar var bir de daha kötüsü; var olduğu halde yokluğunu hissettirenler..
Irkçılık, eşitlik, adalet hakkında daha önce de çok yazdım. Ve daha ne yazsam bilemiyorum. Anlatacak kelime bulamıyorken insanlar bunu yaşıyor. Tanrı'nın verdiği coğrafyadan, aileden, dilden, dinden, renkten dolayı ayrıştırılıyorlar: Ayrıştırıyoruz.
Gökyüzünden kurşun yağıyor ve sen yürüyorsun bir tanesinin sana denk gelmemesini umarak veya denk gelmesini...
Neyse bunları hep konuşuyoruz biraz da iyi şeylerden bahsedelim. Mesela Erin: Öğretmenimizden..En başta yazdığım cümleyi söyleyen kadın. Bir bütünleştirici okulda özellikle böyle bir okulda göreve başlıyor. Öğrencilerin umutsuz vaka olarak görüldüğü sınıfta ders vermeye çalışıyor. Çok büyük bir sorumluluk; pranga takılmış düşüncelerle, kabullenilmis ezberlerlere ile savaşan bir kadın. Ve başarıyor o çocuklara bir hikayelerinin olduğunu fark ettirerek kendilerine olan saygı ve sevgilerini kazandırıyor. Hayatlarına dokunuyor, onları dönüştürüyor olması gerektiği kişilere.
Irkçılığın, adaletsizliğin gerçek olduğunu biliyoruz ama bu hikayede gerçek. Filmde yazılan günlükler gerçekte de var hepsi “Özgürlük Yazarları Günlüğü” adı altında birleştirilip basılıyor.
İlk fırsatta okuyacağım çünkü toplamda 150 öğrenci varken filmde sadece bir kaçının hayatına yer veriliyor. Oysaki hepsi okunmaya değer.
Herkes birbirinden farklı; insanlar benzer şeyler yaşıyor ama büsbütün aynı olayları, duyguları değil. Her bir insanı özel kılan da bu. Her bir hikayenin fark edilmesi dileğiyle..