Çok seviyorum bu kadını, yaşadıkları o kadar zor ki... bu kadar hastalıkla uğraşmak, bunu bu kadar baskı ve üstünde bu kadar göz varken yapmak... Zor hem de çok... bilmediğimiz çok daha büyük şeylerle uğraştı üstelik, onun içini hiç böyle bu…devamıÇok seviyorum bu kadını, yaşadıkları o kadar zor ki... bu kadar hastalıkla uğraşmak, bunu bu kadar baskı ve üstünde bu kadar göz varken yapmak... Zor hem de çok... bilmediğimiz çok daha büyük şeylerle uğraştı üstelik, onun içini hiç böyle bu kadar bilmiyorduk.
Uzun zamandır insanlar için iyi bir şeyler yapmak istediğini biliyorduk, bunu insanların mental sağlıklarına dikkat çekerek çok da güzel yapıyor. Önce kendininkini öne çıkarıyor, göstermekten çekinmiyor ki utanılacak bir şey olmadığını kanıtlıyor böylelikle.
Sadece belgeselle ilgili söylemek istediğim, evet Selena bu belgeselde kendini "tek" bir birey olarak, kimseye bağlı olmadan göstermek istedi bunu da ilişkilerine değinmeden çok da güzel yaptı ama bence hayatında Justin'in etkisi gösterilenden büyüktü. Özellikle gelgitli, toxic ve takıntılı çok uzun süren bir ilişkiydi ve bi anda böyle yok sayarak bence yaşantılarını saklamak garip oldu. Selena'nın kendi mental yolculuğundaki sıkıntılardan biriydi bu, en azından medyaya yansıtılan şekliyle. Bazı yönleri abartılmış olabilir elbette ama hiç yokmuş gibi de davranamayiz bence. Ama yine de, tüm bunları belgesele koymamak istemesinin sebebi artık bunların büyütülüp medyaya yem edilmemek istenmesiydi bunu çok iyi anlıyorum. Çünkü şimdi konuştuğumuz "onun hayatı" bi anda Justinle bağdaşmak zorunda bırakılacak, lupus, böbrek nakli, mental sıkıntılar gibi asıl hayatını etkileyen problemler yan faktör olup belgesel "Justin ve Selena"ya dönecekti. Bunu anladığım için, ona çok büyük hak veriyorum.
Selena umarım istediği gibi anne olabilir. Zor olduğunu, olamayacağını söylese de umarım bir mucize olur ve gerçekten anne olur...
Umarım hayatı çok güzel devam eder, tüm sıkıntıları biter çünkü gerçekten bunu öyle çok hak ediyor ki... çok güzel bi kalbi var ve umarım dünyanın en mutlu insanı olur 🥰
Fena değildi. Jane Austen'in güzel kitabının kendisinde olmasa, senarist düzgün replik yazmaya cesaret edemeyecekmiş gibi duruyor. Austen'in cümlelerini de düzeltmiş, basitleştirmiş sanki ve hoş durmamış. Kitap olmasa film olmazdı zaten ama, senarist kitabın kendisinde olan şeyleri de değiştirmiş repliklerde sanki.…devamıFena değildi. Jane Austen'in güzel kitabının kendisinde olmasa, senarist düzgün replik yazmaya cesaret edemeyecekmiş gibi duruyor. Austen'in cümlelerini de düzeltmiş, basitleştirmiş sanki ve hoş durmamış. Kitap olmasa film olmazdı zaten ama, senarist kitabın kendisinde olan şeyleri de değiştirmiş repliklerde sanki. Olmamış, yapamamış bu konuda, zira kendi cümleleri, "he is 10, i never trust a ten"den öteye geçememiş gibi. Evet, berbat diyemeyeceğim, monolog yerler bazen dizinin atmosferini bozsa da hoş bir dönem işi visuali var diyebilirim. Yani, daha orijinale yakın, günümüzün tabirleri katılmadan çok daha ciddiye alınarak yapılsaydı daha iyi bir iş çıkardı gibi. Yine de nefret etmedim, izledim, fena sayılmayan hoş bi filmdi. Favorilerimden mi değil. Ama izlenir.
Spoiler içeriyor
*San Pedro, California'daki bir geminin güvertesinde "Kayzer Söze" olarak tanınan bir adam Keaton isimli yaralı bir adamla konuşur. İkilinin konuşması kısa sürer ve Kayzer Söze, Keaton'ı vurur ardından gemi alevler içinde kalır. Ertesi gün FBI Ajanı Jack Baer ve ABD…devamı*San Pedro, California'daki bir geminin güvertesinde "Kayzer Söze" olarak tanınan bir adam Keaton isimli yaralı bir adamla konuşur. İkilinin konuşması kısa sürer ve Kayzer Söze, Keaton'ı vurur ardından gemi alevler içinde kalır. Ertesi gün FBI Ajanı Jack Baer ve ABD Gümrük İdaresinden özel ajan Dave Kujan birbirlerinden bağımsız olarak, gemide ne olduğunu araştırmak üzere San Pedro'ya gelirler. Görünürde biri sakat Roger "Verbal" Kint ve diğeri hastanelik hale gelmiş bir macar suçlu olmak üzere sadece iki tane hayatta kalmış kişi vardır. Baer Macarın ifadesini alır. Macar, neredeyse efsanevi bir üne sahip olan Türk suç lideri Kayzer Söze'nin de limanda olduğunu ve onun orada birçok kişiyi öldürdüğünü iddia eder. Macar bir tercüman ve bir polis çizer eşliğinde Söze'yi tarif eder. Aynı sırada "Verbal" Kint de dokunulmazlık karşılığında olay hakkında uzun bir ifade vermektedir. Verbal bölge savcısındaki ifadesinin ardından kefaleti beklerken polis çavuşu Jeffrey Rabin'in odasına götürülür. Burada Kujan ondan bütün hikâyeyi başından itibaren tekrar duymak istediğini söyler. Verbal'ın hikâyeyi altı hafta önceden itibaren anlatmaya başlar.
*Casablanca filmindeki Claude Rains'in repliğinde geçen "The Usual Suspects" kullanılarak yazılan Spy dergisindeki köşe yazısının başlığı filmin adı olarak seçilmiştir.
*Spoiler allert*
> Film güzeldi. Sonunu çok beğendim hiç beklemiyordum böyle bir şey. Adamın anlattıkları ve bizim izlediklerimizin çoğu neredeyse aldatmaca ve yalan demek ki. Filmde gösterilen o olayların kaçı doğrudur acaba? Belki de tamamen tüm hikaye bir kurmacadır.
Tekrar izlemem gereken filmlerden, rewatch listeme ekledim ki sonunu bilerek baştan izleyeyim diye.
Bir kere izleyince, olay akışı hakkında hiçbir şey anlamıyorsunuz. Beyniniz yanıyor. Olay örgüsünü hala anlamadım mesela şu an. İç içe. Tekrar tekrar izlemek lazım sindirmek için. Güzel filmdi, beyin çalıştırmak lazım.
Bazen yarım kalır fısıldanan sevda sözcükleri, düğümlenen düşüncelerin gölgeleri dolaşır bir hayalet gibi kalbimizin etrafında. Bazen aşklar yarım kalır, insanlar gider. Bizse giden insanların hatıralarıya yaşarız. Çünkü hayatımıza giren kimse tamamen çıkamaz aslında oradan, kim olduğumuza işler ve dönemezler geldikleri…devamıBazen yarım kalır fısıldanan sevda sözcükleri, düğümlenen düşüncelerin gölgeleri dolaşır bir hayalet gibi kalbimizin etrafında.
Bazen aşklar yarım kalır, insanlar gider.
Bizse giden insanların hatıralarıya yaşarız.
Çünkü hayatımıza giren kimse tamamen çıkamaz aslında oradan, kim olduğumuza işler ve dönemezler geldikleri yere geri.
...
Kdramaların hep iç ısıtıcı, mutlu edici, duygulandırıcı ve yeri geldiğinde de iç yakıcı bir atmosferi vardır. Duyguları aktarırlar, yaşatırlar. Bu yüzden çok seviyorum onları.
2521 ise, çok sıradan gibi görünen bir hikaye ama arkasında binbir türlü şey barındırıyor.
Bir yandan bir başarı hikayesi izliyoruz, kızımız eskrimi çok seviyor, hayatta ona tutunmaya ihtiyac duyuyor. Onunla varoluyor. Onun hayatta ve bu sporda başarı merdivenlerini teker teker tırmanışına şahit oluyoruz.
Bir diğer yanda da hayata tutunmaya çalışan ailesi iflas etmiş bir genç var. Yeniden hayata başlıyor, zor zamanlardan geçiyor.
İşte tam bu sıralar tanışıyor ikilimiz.
İlk aşk, ilk başarılar, ilk başarısızlıklar, ilk umutlar, ilk mutluluklar, ilk yıkımlar...
Ve ilk ayrılıklar...
Ikilimiz tüm bunları beraber tadıyor, beraber deneyimleyip, beraber aşıyor.
Kendi hayatlarına ve kendi isteklerine tutunmalarının sebebiler birbirlerinin.
Ama hayat bu ya, kader bu, bazen bazı şeyler devam etmez, bazı aşklar yarım kalır, bazen çok istediğimiz şeyler ellerimizden kayıp gider. Hayat şartları her istediğimiz için elverişli olmaz. İlk aşklar son aşklara dönüşmezler, ayrılıklar da sevdalara dahildir çünkü.
Çok hayatın içinden bir sonu olduğunu düşünüyorum dizinin. Kdrama evrenlerinde çok şey gördük, en imkansız gibi görünenler kavuştular, onlar kavuştular biz sevindik.
Ama hayat bazen böyle ilerlemez, aşk bazen yetmez iki insanı beraber tutmaya. Yollar kapanır birbirine bazen en içten sevenlerin bile.
Dizi, duygu yüklü atmosferi ve gerçekçi hikayesiyle çok güzeldi. İlk aşkı, ve ayrılığı dibine kadar gösterdi.
Ama bundan ziyade farklı konulara da parmak bastıkları için onlara da değinmeliyiz bence.
Okulda şiddet olaylarına verilen tepki mesela. Bir kızımızın korkmadan bu olaya tepkisini koyması.
Ya da, eskrimi bırakmak isteyen kızın hayallerine, hayalleri dibine kadar eskrimle dolu olanların sahip çıkması ve saygı duyması...
Hayalin büyük, küçük, iyi, kötü demeden onun hakkını savunmaları...
Çünkü herkesin hayali farklıdır ve herkes hayalini yaşamalıdır...
Çok güzel detaylar barındırıyor.
Çok hoşuma giden, hakkında yazdıkça yazasım gelen bir diziydi. Daha da yazarım hakkında, ama gerekmez daha fazlası.
Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
...
💟
Öyle çok aksiyon filmi bilmem o yüzden filmle alakalı yorum yapacak bir yetkinliğim yok, izlerken keyif aldım ben. Buraya da tek bir şey demeye geldim: MADEM IKINCI FILMI CEKMEYECEKSINIZ NIYE OYLE BITIRDINIZ YA FILMI KADINA NOLDU ŞİMDİ.
Havalı olmak, daha iyisi olmak için kendini degistirmemelisin. Çünkü en iyi ve özel olan, nadir olan sensin. Bu seni çekici yapan asıl şey. Başkası değil, kendin olmalısın. Ve gerçekten sevdiğin şeylere sıkı sıkıya tutunmalısın. Filmde çok ders niteliğinde şey vardı…devamıHavalı olmak, daha iyisi olmak için kendini degistirmemelisin. Çünkü en iyi ve özel olan, nadir olan sensin. Bu seni çekici yapan asıl şey. Başkası değil, kendin olmalısın. Ve gerçekten sevdiğin şeylere sıkı sıkıya tutunmalısın.
Filmde çok ders niteliğinde şey vardı ama benim için filmin ana dersi buydu.
30 yaşına gelip büyüleyici bir hayat yaşamak isteyen, o zamanki dertlerinden hızlıca kurtulmak isteyen 13 yaşındaki bir kızın bir anda dileğinin gerceklesmesiyle 30 yaşında olarak uyanması, ama sonradan 30 yaşındaki hayatında fazlasıyla değişmiş, benliğini yitirip gerçekten berbat bir insana dönüşmüş olduğunu fark etmesiyle kendi benliğine sıkı sıkı tutunmasını anlatıyor ve aktarıyor bence film. Oldukça güzeldi, Matt ile ilişkileri çok hoşuma gitti, oldukça iç ısıtıcıydılar.
Kimse için kendinizi değiştirmeyin, siz gerçek varoluşunuzla güzelsiniz.
Buraya bir artı, son zamanlarda moda ve sanat anlayışı da bu yöne evrilmedi mi sizce de, sizi en güzel yapan aslında kim olduğunuza göre yaşamanız, kalıplara sığmamanızdır. Kendinizin en iyi versiyonuna ulaşmaya çalışın, başka biri olmayın yeter.
Son yıllarda başta moda sektörü olmak üzere çoğu şey bu motto ile ilerlemeye başladı ve bu beni çok sevindiriyor. Gerçek olan bu, kimseniz ona göre yaşayın, hiç kimse için kendinizi değiştirmeyin. Film bana bunu tekrar hatırlattı, teşekkür ederim💖
Güzeldi. Joe Alwyn'i görünce filmi izlemek istedim aslında. Çünkü, Taylor Swift'e bu kadar güzel aşk şarkıları yazdırsa da aynı ilişkileri gibi kendisini oyuncu olarak da çok fazla yerde rastlayamıyoruz malum. Role göre çok bebek suratlı kalmış bence Joe. Bilmiyorum ya…devamıGüzeldi. Joe Alwyn'i görünce filmi izlemek istedim aslında. Çünkü, Taylor Swift'e bu kadar güzel aşk şarkıları yazdırsa da aynı ilişkileri gibi kendisini oyuncu olarak da çok fazla yerde rastlayamıyoruz malum. Role göre çok bebek suratlı kalmış bence Joe. Bilmiyorum ya da Joe'nun kendisini bildiğimden böyle düşündüm. Neyse, Joe'yu bir kenara alalım film gerçekten etkileyiciydi. Jojo Moyes'un aynı isimli kitabından uyarlamaymış. Jojo Moyes genelde oldukça etkileyici yapıtlarıyla biliniyor ve sinemaya uyarlanıyor diye biliyorum, Me Before You'yu izlemiştim bundan önce. O da gerçekten etkileyiciydi.
Film, 60'larda yasak bir aşkı anlatıyor ve o aşkın geride bıraktığı mektupları bulan gazeteci bir kadın var. Mektupları bulup hikayeyi tamamlıyor.
Yasak aşk hikayeleri hep iç burkar, bu da öyleydi.
Tabii ben yine aynı ben, işin içine Joe Alwyn girince Taylor Swift'i düşünmeden edemiyorum doğrusu. Filmin konusu da yasak aşk olunca, aklıma Taylor Swift'in sekizinci stüdyo albümü Folklore'den bir şarkısı geldi. Illicit Affairs. Şarkının yapımı ve filmin çıkış tarihi yakın ama yine de tam tutuyor mu bilmiyorum, sadece sanki ilham kaynağı buymuş gibi hissettim. Tamamen tahmin, olmaya da bilir ama Taylor Swift bu, ona ilhamın nereden geleceği belli olmuyor.
Daha fazla Taylor Swift hakkında konuşmayacağım, film gerçekten etkileyiciydi. 60'lar havası ve modası çok hoştu özellikle. Şapkalar özellikle son günlerde çok hoşuma gitmeye başladı bu nedenle onlar da oldukça ilgimi çekti. 60'lar modası işte...