Gain hakkında ne düşünüyorsunuz? Açar açmaz önüme istemediğim içeriği fırlatıp sonra izlemeye devam et kısmında göstermesi dışında sorun yok. Bir tık keyif kaçırıyor sanki....
'Budapeşte'de geçsin ama şehri tek bir karede bile görmiyim' gibi çılgın fikirleriniz varsa, Kontroll sanırım bunun yegane örneği. Çünkü Macar yönetmen Nimrod Antal, "Bir o kadar da yerin altında var" sözünün filmini çekmiş. Baştan sona Budapeşte metrosunda geçen, bir tutam…devamı'Budapeşte'de geçsin ama şehri tek bir karede bile görmiyim' gibi çılgın fikirleriniz varsa, Kontroll sanırım bunun yegane örneği. Çünkü Macar yönetmen Nimrod Antal, "Bir o kadar da yerin altında var" sözünün filmini çekmiş. Baştan sona Budapeşte metrosunda geçen, bir tutam bile gökyüzü göremediğimiz fakat o gökyüzünün altında yaşayan insanların binbir halini gördüğümüz bu yeraltı dünyası, keşfedilmeyi bekliyor desem abartmış olmam.
Bu metronun bilet denetçileri var. Biz de bunlardan beşinin peşine düşüp günlük kaoslarının içine dalıyoruz.
Film boyunca Bulcsú'nun etrafında dolanırken, gördüğümüz her karakter çok gerçekçi ve özenli oluşturulmuş. Bunlar oldukça hayatın içinden, komik ya da trajikomik özelliklere sahip. Beş on saniyelik diyaloglar dahi hepsini aşağı yukarı tanımamıza imkan veriyor.
Gizemini koruyan tek kişi Bulcsú. Filmin sembolizmini yaratan kişi de o. Sonlara doğru yavaş yavaş merkezdeki yerini alan Bulcsú, o zamana kadar yaşananlardan sonra muğlaklıktan çıkıp izleyiciye selamını veriyor.
Herkesin bu filmden basit ya da karmaşık fakat etkili çıkarımları olacağını düşünüyorum. Nedeni üzerine henüz yoğun şekilde düşünmeye gerek kalmayacak kadar sevdim bu filmi. O yüzden şimdilik detaylı analizini yapmak yerine genel birkaç şey söylemek istedim. Ne de olsa birkaç kere daha izlerim.
Filmi dikkatlerinize sunuyorum. Keşfedilmeyi sonuna kadar hak ediyor 🎟️
Mektup pullarını tablo diye duvara asmak mı... Ayrıntılarıyla, çizimleriyle kalbimi çaldı. Keşke altı yedi yaşında izleseydim de parkeleri söküp altında küçük insan evleri arasaydım. Kendilerine büyük insanlardan gizli, küçük bir dünya kuran ve onlara borçlu kalarak yaşamak zorunda olan aşırıcıların…devamıMektup pullarını tablo diye duvara asmak mı... Ayrıntılarıyla, çizimleriyle kalbimi çaldı. Keşke altı yedi yaşında izleseydim de parkeleri söküp altında küçük insan evleri arasaydım.
Kendilerine büyük insanlardan gizli, küçük bir dünya kuran ve onlara borçlu kalarak yaşamak zorunda olan aşırıcıların bu tatlı hikayesi, soğuk günlerde tumblr konseptli keyifli zaman geçirmek istiyorsanız izlenebilir 🍬
Selam herkese✨ Daha önce paylaştığım müzik keşifleri gönderisinin ilkinde o kadar güzel parçalarla tanıştım ki ikincisi gelsin istedim. Bu sefer ben başlatıyorum. Son zamanlarda keşfettiğim en sıra dışı parça, islandman&Jacob Gurevitsch-Kara Toprak En harikası yine Jacob Gurevitsch- Tiden der forstar…devamıSelam herkese✨
Daha önce paylaştığım müzik keşifleri gönderisinin ilkinde o kadar güzel parçalarla tanıştım ki ikincisi gelsin istedim.
Bu sefer ben başlatıyorum.
Son zamanlarda keşfettiğim en sıra dışı parça,
islandman&Jacob Gurevitsch-Kara Toprak
En harikası yine Jacob Gurevitsch- Tiden der forstar
Jacob Gurevitsch kendisi başlı başına bir keşif aslında.
Sizin de paylaşmak istedikleriniz varsa çok güzel olur 🤸
Geçen gün izlediğim Shrink'te Jemma'yı görünce aklıma çocukluğumun filmlerinden Akeelah and the Bee geldi. Yarısından da olsa her denk geldiğimde mutlaka izlerdim ve kendimi her şeyi başarabilecek güçte hissederdim. Müthiş bir ders çalışma istediği ve harekete geçme motivasyonu yaşattığını da…devamıGeçen gün izlediğim Shrink'te Jemma'yı görünce aklıma çocukluğumun filmlerinden Akeelah and the Bee geldi. Yarısından da olsa her denk geldiğimde mutlaka izlerdim ve kendimi her şeyi başarabilecek güçte hissederdim. Müthiş bir ders çalışma istediği ve harekete geçme motivasyonu yaşattığını da hatırlıyorum.
Ayrıca Matrix'te korkup sürekli gözlerimi kapadığımdan seninle de burada tanıştık diyebilir miyiz Laurence Fishburne...
Bu filmi yaşınız kaç olursa olsun izleyebilirsiniz ama özellikle ailenizdeki ve çevrenizdeki çocuklarla tanıştırmanızı öneririm. Umarım onlarda da bendeki etkiyi bırakır ve içlerindeki çocuğu kayıp bir sokakta terk etmeden yetişkin olmayı başardıklarında şunları hatırlar:
"En derin korkumuz yetersiz olmak değildir.En derin korkumuz sonsuz bir güce sahip olmamızdır. Kendimize sorarız "Parlak, muhteşem, yetenekli ve mükemmel olmak benim ne haddime?" Aslında böyle olmamak ne haddimize? İçimizdeki ışığın parlamasına izin verince farkında olmadan diğer insanların da aynı şeyi yapmasına izin vermiş oluruz."
Çünkü her ne kadar bunlar dandik kişisel gelişim kitabı motivasyonu gibi gelse de hepimizin zaman zaman böyle sözler duymaya ihtiyacı var. Çünkü sözcüklerin gücüne inanıyorum 🐝
Spoiler içeriyor
Okuyacağınız bu satırlar, odakta Jagten ve bağlantılı olarak Captan Fantastic filmleriyle alakalı izlemeyen için yoğun miktarda tat kaçırıcı bilgiler içeriyor. Lütfen ona göre okuyun. Art arda gelen iki günde izlediğim bu iki filmi, ufak da olsa bir yerlerden bağlamak benim…devamıOkuyacağınız bu satırlar, odakta Jagten ve bağlantılı olarak Captan Fantastic filmleriyle alakalı izlemeyen için yoğun miktarda tat kaçırıcı bilgiler içeriyor. Lütfen ona göre okuyun. Art arda gelen iki günde izlediğim bu iki filmi, ufak da olsa bir yerlerden bağlamak benim çok hoşuma gitti. Konuya sadece bu ikisi özelinde değineceğim. Umarım siz de keyifle okursunuz.
Jagten/The Hunt/Onur Savaşı. Av. Yani Lucas. Filmi Onedio'nun "Neyin kafası bu? Orijinal İsimlerinden Türkçe'ye Çok Farklı Çevrilmiş Film İsimleri" başlıklı listesinde de görebilirsiniz. Çok alakasız ve saçma çeviriler var ama bunda emin olamadım. "Av" filmin her şeyiyle çok örtüşüyor, ki benim bu iki filmi bağdaştırdığım nokta burası, ama Onur Savaşı da rahatsız eden bir çeviri olmadı benim açımdan.
Film kısaca, anaokulu öğretmeni olan Lucas'ın, aynı okulda öğrenci olan en yakın arkadaşının kızına karşı haksız taciz suçlamaları ve bununla birlikte gelişen olayları anlatıyor. Küçük kızda en belirgin psikolojik tanı OKB ve hareketlerinden de anlaşılacağı üzere yolunda gitmeyen bir şeyler var. Konu, aynı odanın farklı yönlere bakan iki penceresi gibi. Merkezde çocukların var oluşuna karşı sonsuz güvenden gelen tehlikeli bir kayıtsızlık var. Bunun sonuçları da bir istisna ve uç nokta örneğiyle çok güzel anlatılmış. Bu bana, filmi ince nüanslariyla anlayarak izlemeyen birinin kendi hayatında çocuklara karşı gereksiz bir güvensizliğe girme ihtimalini düşündürdü.
Kızdaki OKB'yi bariz şekilde bilen tek kişi Lucas'ken bunu ve kendisini öpmesini bir sorun olarak algılamayıp eyleme geçmemesi, çocuklara karşı kayıtsızlığın filmdeki diğer bir boyutu. Bu boyut benim daha çok dikkatimi çekti. Bir öğretmen olarak en yakın arkadaşının kızının psikolojik durumlarını dile getirmeliydi. Kilit nokta burasıydı, en temel sorundu ve diğer bütün sorunlar bunun üzerine katlanarak şekillendi. Nitekim bu temel iki sorun da daha sonra bahsedilemeyecek bir hale geldi. Kızın babasının en yakın arkadaşına inanma ihtiyacı ve yaşadığı korkunç psikolojik ikilem çok güzel anlatılmış. Tam zıt yöne bakan pencerede de sorgulamayan konsensüsün yıkıcı etkileri klasik olarak işlenmiş. İstisnaları inceleyerken farkındalık yaratması bakımından unutmayacağım bir örnek.
Burada avcılık, toplumsal hayatta önemli bir yere sahip. Filmin sonunda da gördüğümüz gibi erkek çocukları belirli bir yaşta av tüfekleriyle, yani avcılıkla onurlandırılıyor. Avcılıkla kutsanıyor. Baştan sona savunmasız bir av olan Lucas, kendi avcılarıyla birlikte atadan yadigar tüfeği oğluna teslim ederek onun da 'sonunda' bir avcı oluşunu kutluyor. Yaşadıklarının oğlu üzerindeki etkileri böylelikle derinleşmeden son buluyor. Baba, oğlunu güvenceye alıyor. Üstelik av olarak yaşadığı her şeyden sonra kendisi de ondan beklenildiği gibi avcı kimliğinde. Sular duruluyor (?) ve oğlunun bir avcı olarak çıktığı ilk ava kendisi de katılıyor. Suçsuzluğunun cemiyetteki resmiyetini istiyor.
Benzer şekilde Captan Fantastic, bir av sahnesiyle başlıyor. "Medeniyetten" uzak, doğanın içinde, karısı ve altı çocuğuyla kendilerine alışılmışın dışında bir hayat kuran Ben, en büyük oğlunu ilk avının kanıyla kutsayarak şunları söylüyor: "Bugün çocuk öldü ve onun yerine bir adam geldi." Birbiriyle her açıdan bariz farklılıkları olan bu iki atmosferde, yaşam biçiminde, en büyük aynılığın av/avcı temaları oluşu, bazı metaforik toplum dinamikleriyle ilgili çok şey anlatıyor. Yine alakalı sahneler olarak Jagten'de Lucas'a karşı kapanışta; Captan Fantastic'te ise Ben'e karşı kayınpederinin kasıtlı ıskalanan nişanları, avcının hâla ve yine de tetikte olduğunun göstergesi. Ben'in durumunda nihai bir taraf seçmek izleyenin kişiseliyle alakalı olsa da, onun bir av oluşu, bağlamın değişse de anlamların nasıl eklemlenebileceğini göstermesi açısından çok ilgi çekici. Ben, sadece kendi değil, karısı ve çocukları da soyutlandığı, dışında kaldığı hayatın avı konumunda. Öyle ki karısı, belki de bu seçimin dolaylı etkileriyle kendi yaşamına son vermiş. Burada av(lar), film boyunca bazı inançları konusunda diretse de sonunda tetikte yaşamanın verdiği tedirginliği hafifletmeyi seçiyor. Mecbur kalıyor. Biraz daha az dikkat çekerek, yine de ana hatlarıyla kendilerince yaşayabilecekleri daha "ılımlı" bir alternatife yöneliyor.
Bütün bunlar ise bana şunları düşündürüyor; suçsuz dahi olsan bir kere "av" olduktan sonra, o kalabalık ve çılgın partinin göstermelik de olsa verandasında takılmak konuşanları susturmaya yeter mi?
Millet "filmin adı neydi kanka?" zamanı. Fransız filmi. Aile draması. Adam uzun zaman sonra ailesini ziyarete geliyor. Siyah saçlı, yazar olabilir. Uzun uzun duvara bakıp ağladığı bir sahne vardı sanırım. Varoluşsal sancıları da olabilir... Bu kadar hatırlıyorum. Hafızam beni yanıltıyor…devamıMillet "filmin adı neydi kanka?" zamanı.
Fransız filmi. Aile draması. Adam uzun zaman sonra ailesini ziyarete geliyor. Siyah saçlı, yazar olabilir. Uzun uzun duvara bakıp ağladığı bir sahne vardı sanırım. Varoluşsal sancıları da olabilir... Bu kadar hatırlıyorum. Hafızam beni yanıltıyor olabilir.
Bir diğeri, yine Fransız olabilir ama bundan emin değilim. Biraz ağır akan bir filmdi diye hatırlıyorum ya da bana öyle gelmişti. Bir gencin beş parasız müzik yapma uğruna yaşadıkları anlatılıyor. Sokaklarda falan yatıyor. Geniş bir meydan var gitar çaldığı. Sanırım filmin sonunda yine o meydana geliyordu.
Bunları bilen var mı? Çağrıştırsa da olur, yanlış hatırlıyor olabilirim... 😅
👱🏻 Hişştt yabancı, söyle bana sen kimsin!!?? Benim evde ne işin var, öyle misin, böyle misin? Annem babama kocam dedim, sokakta görsem tanımazdım... Denize düşen yılana sarılır. Ama hiç şımarma adamım değilsin. 👨🏻🦱 Hey, kadınım. Psikolog musun nesin... İyi ki…devamı👱🏻 Hişştt yabancı, söyle bana sen kimsin!!?? Benim evde ne işin var, öyle misin, böyle misin? Annem babama kocam dedim, sokakta görsem tanımazdım... Denize düşen yılana sarılır. Ama hiç şımarma adamım değilsin.
👨🏻🦱 Hey, kadınım. Psikolog musun nesin... İyi ki bi oda istedim, herkese kocam bu dedin. Yalanları sen söyledin, aleme rezil olan benim. Bu şehrin delikanlısıyım ben siyah kuşak karateciyim.
Genel konusu ve jeneriği haricinde hiçbir şey hatırlamadığım, müziğini hâlâ ezbere bildiğim ve hâlâ söylediğim ve kendi tarihimin nostaljisini yaşatan dizilerden biri. Bu ve "Ayrılsak da Beraberiz" zihin klasörümde aynı dosyayı işgal ediyor. Neden bilmem burayı da işgal etsin istedim🤸
Spoiler içeriyor
Yazmadan önce bir kere daha izliyim bi'sn. . . . . . . . . . . . . Evet, hazır değilim büyük ihtimal. Seneye bugün izlesem başka anlayacağıma da eminim fakat konumuz bu değil. Nimic Rumencede 'hiçbir şey' demekmiş…devamıYazmadan önce bir kere daha izliyim bi'sn.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Evet, hazır değilim büyük ihtimal. Seneye bugün izlesem başka anlayacağıma da eminim fakat konumuz bu değil. Nimic Rumencede 'hiçbir şey' demekmiş ama bir şeyler olduğu kesin. Başlıyorum.
Dikkatimi çeken ilk metafor;
Beyaz zambak. Neden? Google'a 'beyaz zambak anlamı' yazdım ve birçok sonuçla karşılaştım. Hristiyanlık, mitoloji, kelime kökeni vs. farklı farklı bir çok anlama sahip. Benim buraya en yakıştırdığım anlamları, doğum/ölüm arası, yeniden doğuş, dişilik oldu ki hepsinin karşılığını görmek mümkün.
Evin önüne gelene kadar kadının elinde çiçek yoktu. Çiçek, anahtar. Cümleler, tavırlar, oturuş. Bütün gereklilikler ya da gibilikler yavaş yavaş yüklendi ve bir varoluş mücadelesi başladı. Buraya kadar hayatından memnun görünmeyen, rutinlerini yaşayan adam, riski fark ettiği anda onu kaybetmemek için bir yarışa girdi.
Karısı ve çocukları karşısında varoluşuyla bir fark yaratamadı ve nihayetinde yerini kadına kaptırdı.
İkinci dikkatimi çeken metafor; yumurta. Bu da yeniden doğuşu simgeliyor ki kadın, son sahnede yumurtayı büyük bir açlıkla yiyor. Fakat ifadesi bundan pek de emin değil gibi. Adamın yerine geçtiği zamanki memnuniyeti yerini soru işaretlerine, bir şaşkınlığa bırakmış gibi geldi bana. Bunun bir nedeni var.
Buraya gelene kadar yeni hayatında başkasının karısı ve çocuklarıyla, başkasının rutinleriyle pürüzsüz yaşayabilen, aynı şekilde yumurtayı dört küsür dakika kaynatabilen kadının yaşadığı tek farklılık aslında varoluşun temelinde yaşandı. Herkes herkesin yerine geçebilir, yerini doldurabilir, hatta daha iyisini yapabilir algısı, fark yaratılan yerde yıkıldı. Neydi bu? Yaratımın kendisi. Sanat. Kadın her şeyi yaptı ama çello çalamadı. Bu bir orkestranın içinde fark edilmedi belki. Karısı ve çocukları yine fark edemediler. Fakat kişiselde var oluşun var ettiklerimizde, yaratılanda ve ortaya konulanda olduğu burada ortaya çıktı. (Bu konuda okuduğum bir yorumu aktarmak istiyorum. Aile konusunda yönetmenin Dogtooth filmine gönderme yaptığını, aile seviyesindeki bir kopukluktan sonra -özellikle kadının çellodaki yeteneksizliğine karşı ailenin absürd heyecanı- bir oda dolusu insanı çello çaldığına ikna edebilirsin diyor. Kaynak, ekşi sözlük jshdj) Bence bu sahneye kamusal alanda tek tipleşmek yorumu da kendine yer bulabilir. Bireysel olarak değer taşıyan bir yetenek ve farklılık bile, sesini bastırabilecek hakim bir topluluk varken fark edilmeyebilir ya da bir hiçsiniz ama dahil olduğunuz grup alkışı almanız için yeterli...
Kadın, adamın hayatında var olabildi ama adamın kendisi olamadı. Yeterince derin olmadığı zaten belli olan aile ilişkilerinde bir sorun yaratmadı onun yerine geçmek. Çünkü adamın kendini var ettiği yer orası değildi. Kendini sanatıyla var ediyordu, ilişkileriyle değil. Bu tam tersi olsa belki o zaman o yerde sorun yaşanırdı.
Kadın, fark yaratılan alanda doğamadı. Yerine geçtiği, "zaferini" kazandığı, yeniden doğduğu anda dahi temada onun sanatının sesleri vardı. Onun müziği hakimdi. Yumurtayı yese nolur yemese nolur? Algılayışımı afişle de desteklemek istiyorum. Sağda dönüşüm simgelenmiş ama solda öz'den bir parça hâlâ duruyor. Bir garajınız olabilir ama bir Steve Jobs değilsiniz kısaca.
Yönetmenin The Lobster filmini de tavsiye ederim 🦀