a dungeon horrible, on all sides round as one great furnace flamed- yet from those flames no light, but rather darkness visible served only to discover sights of woe regions of sorrow, doleful shades, where peace and rest can never…devamıa dungeon horrible, on all sides round
as one great furnace flamed- yet from those flames
no light, but rather darkness visible
served only to discover sights of woe
regions of sorrow, doleful shades, where peace
and rest can never dwell, hope never comes
that comes to all.
..
the mind is its own place, and in itself can make a heaven of hell,
a hell of heaven.
..
better to reign in hell than serve in heaven.
..
for who would lose
though full of pain, this intellectual being these thoughts that wander through eternity?
..
long is the way
and hard, that out of hell leads up to light.
..
so farewell hope, and with hope farewell fear.
Spoiler içeriyor
it's a difficult movie to interpret because everything is already summarized wonderfully in the movie. it is a great movie that teaches us to look at life from different perspectives and draw our own path. if i were to summarize…devamıit's a difficult movie to interpret because everything is already summarized wonderfully in the movie. it is a great movie that teaches us to look at life from different perspectives and draw our own path.
if i were to summarize the movie myself, perhaps the quote that best summarizes the entire movie, i would use the phrase "carpe diem" that mr. keating constantly says and gives an important message to everyone.
apart from that, the film explains everything else beautifully, such as when mr. keating tells his students: "when you think you know something, look at it from a different perspective."
sometimes, to truly see the truth, we need to change our perspective. for example, if we only look at a mountain from one point, we can’t see its entire shape, size, or different sides.
however, when we have guides like keating who make us see things differently and when we change our position and look at it from various angles, we realize that the mountain is much bigger and different than we thought at first.
similarly, when we evaluate something or an idea from only one angle, we can understand its true meaning when we consider it from different perspectives.
the book-tearing scene was shocking, but later, the film beautifully shows the purpose behind tearing the books — that we shouldn’t accept information without questioning it. understanding something is more important than memorizing it. the power of poetry, the main theme of the film, emerges here. the film says that poetry is different from everything else because poetry exists not only to live but also to add meaning to life. as mr. keating says: "medicine, law, business, engineering are noble professions necessary for life. but poetry, beauty, love, romance... these are what we live for."
mr. keating is not just a teacher; he is a source of inspiration, an idol to his students. but unfortunately, it is not always easy for people to follow their dreams, as seen in neil's story. he wants to become an actor despite the pressure from his family, but he faces many obstacles along the way. still, the film is powerful in conveying these emotions to the audience. this really reminds us of the difference between living and existing. in the final scene, we see the students saying goodbye to their guide, mr. keating, who shows the students the deeper meaning hidden in the poem. at that moment, the students stood up and reacted, because they did not want to say goodbye to the person who taught them the real truth.
unlike what they were taught, he showed them the importance of following their own truths. and that’s exactly what the film is telling us, leaving us with an unforgettable ending.
gelecek geçmişe kısa bir yolculuk) doğuştanmış kadersizliğim çocukluğumun sıradan bir şubat ayının soğuk çarşamba akşamında annemin ağlamaklı çığlıklarına kurban gittiğinde anlamalıydım … daha küçüktüm.. anlamını bile bilmediğim ismimin bir nüfus memurunun iyi duymayan kulaklarına kurban gidişine aldırmadım … gurbet habersizce…devamıgelecek geçmişe kısa bir yolculuk)
doğuştanmış kadersizliğim
çocukluğumun
sıradan bir şubat ayının
soğuk çarşamba akşamında
annemin ağlamaklı çığlıklarına
kurban gittiğinde anlamalıydım
…
daha küçüktüm..
anlamını bile bilmediğim ismimin
bir nüfus memurunun
iyi duymayan kulaklarına
kurban gidişine aldırmadım
…
gurbet habersizce çıktı karşıma
babamın sert bakışlarıyla
ergenliğimin hayallerini
şehirler arası otobüslerin
camlarının buğusuna kurban ettim
…
gençliğimin altında ezildiğimde
alnımdaki çizgiler daha inceydi
büyüdüğümü zannedip
sevdiğime emanet ettiğim yüreğim
bir yalana kurban gittiğinde fark ettim
…
yine sıradan bir şubat ayının
soğuk Çarşamba akşamındayım
uzun zamandan beri biriktirip
hiçbir şeye değdiremediğim
suskun göz yaşlarımla
yetmiş beşime basışımın
yalnızlığıma kurban gidişini kutlamaktayım
~salomé
"society is to blame. the world is so unfair. i have to die." en çok sevdiğimiz filmler genelde kendimizle bağdaştırdığımız filmlerdir. bu nedenle bu süreçten geçmiş biri olarak filmin beni duygusal anlamda oldukça etkilediğini söyleyebilirim. ben bunu yine de iyileşme…devamı"society is to blame. the world is so unfair. i have to die."
en çok sevdiğimiz filmler genelde kendimizle bağdaştırdığımız filmlerdir. bu nedenle bu süreçten geçmiş biri olarak filmin beni duygusal anlamda oldukça etkilediğini söyleyebilirim. ben bunu yine de iyileşme sürecine bir adım olarak görüyorum sonuçta bu tür rahatsızlıklarda en önemli olan şey durumu kabullenip farkında olmak.
filmde en çok beğendiğim şey bunun sadece fiziksel değil aynı zamanda zihinsel ve psikolojiyi de etkileyen bir şey olduğunu yansıtmasıydı.
anoreksiya ve benzeri hastalıkların gittikçe arttığını görmek oldukça üzücü çünkü sadece fiziki olarak değil psikolojik ve zihinsel olarak da zarar veriyor. bu durumun erkeklerden kıyasla kadınlarda daha çok rastladığı da ne yazık ki ortada.
buna neden olduğunu düşündüğüm başlıca şeyler; erkeklerin zayıf veya kilolu olduğunda kadınlar kadar baskı görmemeleri, aynı zamanda kadınların tarih boyunca yalnızca fiziksel açıdan değerlendirilmeleri, sosyal medya gibi birçok alanda zayıf kadın bedeninin "ideal" olarak sunulması gibi. bunlar da stres, depresyon, kaygı bozukluğu gibi sonuçlar doğurduğundan kıyaslama ve kısıtlamaya neden olabiliyor.
bazen çok normal olan seyler bile kilo alındığına veya kilolu olunduğunu gösterebiliyor filmde de olan kazağın koldaki durusu bile. kendi surecimde hatırladığım şeylerden biri de karnımdaki gurultu sesini saymaktı. ne kadar çok gelirse o kadar iyi olduğunu düşündürüyordu. trajikomik. ama bunu şuan düşününce o kadar aptalca geliyor ancak o zamanlar önemli olan şey buymuş gibi hissediyordum. ve de önemli olan tek sey her tartıya baktığımda sayıların eksilmesiydi.
filme döneceksek psikolojik anlamda kendimi bulduğum bir filmdi ancak farkındalık yaratmak adına beni zorlayan, tetikleyen sahneler olduğunu da belirtmek istiyorum. zayıflığın daha doğrusu sağlıksız derecede zayıf olmanın romantize edilmesi oldukça rahatsız edici. bu gibi sahnelerin beni ciddi derecede tetiklediğini söyleyebilirim. asıl odak noktası hastalığın gerçekçi yönleri, iyileşme süreci olmalıydı. kesinlikle en büyük eksiklik buydu.
filmde benim için en etkili kişi konuşmalarıyla, davranışlarıyla doktor beckham'dı. anlayışlı ama aynı zamanda sert tavırları, kullandığı terapi yöntemleri onu diğer doktorlardan ayırıyordu. sadece ellan'a değil tüm seyirciye derin bir bakış açısı sunuyordu.
"hayat sadece hayatta kalmaktan ibaret değil, gerçekten yaşamaya başlaman gerekiyor." diyaloğu sadece anoreksik kişilere değil tüm insanlar içindi.
bazen hepimiz sadece var olma çabası içine giriyoruz ve bunu yaparken hayatın tadını çıkarmayı unutuyoruz.
kendisinin göstermeye çalıştığı şeylerden biri de iyileşme süreci; sadece yemek yemekle ilgili değil iç dünyamızda olan savaşlarımızı, travmalarımızı da iyileştirmemiz gerektiği.
var olan en saçma ideolojinin ne olduğu konusunda karar vermek zor olabilir ama en barizinin ırkçılık olduğu kesin.en azından benim için. böyle bir ideolojinin var olması bile saçma. hatta ırk kavramı bile saçmalık belli bir grubun kendini adlandırmasından başka bir…devamıvar olan en saçma ideolojinin ne olduğu konusunda karar vermek zor olabilir ama en barizinin ırkçılık olduğu kesin.en azından benim için. böyle bir ideolojinin var olması bile saçma. hatta ırk kavramı bile saçmalık belli bir grubun kendini adlandırmasından başka bir şey değil. birini kendisinin secemedigi birtakım özelliklerden ötürü yargılamak dahası ötekileştirmek bencillik ve bir tür ego tatmini. tamamen kompleks bir durum bu kişilerin ciddi bir psikolojik sorunu olduğunu ve tedavi edilmeleri gerektiğini düşünüyorum.
film ise bu konuyu afro-amerikalı bir müzisyen ve onun şoförünün uzun bir turneye çıkmasını, yolculuk boyunca yaşadıkları olayları, birbirlerinden olan etkilenmelerini, değişen düşüncelerini konu ediniyor.
şoförde de bu tür sorunların başta olduğunu zamanla bunun sadece büyütüldüğü aileden, çevresinden gördüğü kendisinin de benimsediği ön yargılar olduğunu fark edip bu saçmalığa karşı çıktığını görebiliyoruz. önemli olan da bu sonuçta. ırkçı olarak adlandırabileceğimiz çoğu kişide aynı problem var. diğer taraftan müzisyenin de aşağılanma içgüdüsüyle yaptığı bazi seyler var bu konuda kendisini eleştirmek yersiz olabilir, bir tür savunma mekanizması. film her ne kadar sakin görünse de oldukça akıcı geçti bu konuda basrolun etkisi büyük. kendini içine çeken ve bu saçmalığı tekrar hatırlatan bir film.
yabancılaşma ve bağlanma.. herkeste ortak olan bir durum "bağlanma ihtiyacı" birine veya bir şeye.. herkesi ayıran şey ise bağlanılan şeyler. filmde bu şey uyuşturucu üzerinden gösterilmişti. bilen bilir ki bazen gerçekleri görebilmek için bunun gibi bir araca gerek bile kalmaz.…devamıyabancılaşma ve bağlanma..
herkeste ortak olan bir durum "bağlanma ihtiyacı" birine veya bir şeye.. herkesi ayıran şey ise bağlanılan şeyler. filmde bu şey uyuşturucu üzerinden gösterilmişti. bilen bilir ki bazen gerçekleri görebilmek için bunun gibi bir araca gerek bile kalmaz. toplum sıradan bir hal alıyor ona uymak isteyenleri dilediği şekle sokuyor. bu toplumdan dışlanan kişinin yaşamına, çevresine, edindiği tüm birikimine ve hatta en önemlisi kendisine yabancılaşmasına yardımcı oluyor. bu dışında kalan ve sırıtan diğer insanların yaşamı tıpkı bu şekilde intihar gibi ağır yollar ile son buluyor. bu konuda toplumu suçlamak her ne kadar yanlış olsa da buna yine biçimlendirmeye meyilli toplum sebep oluyor.
tüm filmi dahası tüm yaşamı özetleyecek olan kafe sahnesi...insanların hayal kurup mutlu olacaklarını sanmaları içten içe anders'i güldürmüştü sonuçta o mutlu insanların "gerizekalı" olduğunu düşünüyordu. haklıydı, yine de böyle bir genelleme yapmak pek doğru değildi çünkü o insanların mutlu olmak için gerizekalı taklidi yapıp yapmadıklarını bilemezdi, ki öyleyse bile bu onları akıllı ve iyi birer oyuncu rolünde göstermez miydi? ve hatta belki de çoğu gerizekalı rolüne bürünmüşken kendini fazla kaptırmış ve o yarattığı kişiye dönüşmüştür aksi takdirde gerçeği göremeyecek insan sayısı bu kadar az olamaz. bu yaşam tüm gerçekleri görebilen biri için cehennemden farksız olmalı.
andres de yaşamına son vermeden önce bu gerizekalı insan rolüne girmeye çalıştı ama ne yazık ki diğerleri gibi başarılı olamadı. bu onun
beceriksizliği mi yoksa farkındalığı yüksek iyi biri olmasından mı?
biz bu hayatta düşündüğümüz kadar anlam ifade etmiyoruz, hayat biz olmadan da aynı kötücül şeklinde devam ediyor. film bu acı gerçeği de yüzümüze vuruyor.
norveç'te bile o boşluğu doldurmak epey zor.
"bir şey kırıldı. bu zamana kadar sana güç verdiğini düşündüğün his: varlığının hissi, dünyaya ait ya da dünyada bulunduğun izlenimi artık senden uzaklaşıyor, artık yok. geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirine karışıyor..onlar artık sadece kolların ve bacaklarında ki yorgunluk can sıkıcı…devamı"bir şey kırıldı. bu zamana kadar sana güç verdiğini düşündüğün his: varlığının hissi, dünyaya ait ya da dünyada bulunduğun izlenimi artık senden uzaklaşıyor, artık yok. geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirine karışıyor..onlar artık sadece kolların ve bacaklarında ki yorgunluk can sıkıcı migrenin ve nescafenin acılığına dönüştüğünde yatak odana dönüşen, bir hücre kitap gibi.."
varoluşun anlamını düşündüğümüzde ve bu anlamanın acısını hissettiğimizde gittikçe hissizleşiriz.
öyle ki okumak, izlemek bi yana düşünmeye itecek herhangi bir eylemde bulunmak istemez düşündükçe anlar anladıkça uzaklaşır uzaklaştıkça da yabancılaşırız..
tüm bu olayların alt edilemeyen yok ediciliği bazen bizim dünyevi tüm heyecanımızı yok eder vee sonunda sürprizden yoksun o hayat başlar,,,
uzun zamandır ertelediğim bu film ırkçı bir yorum sayesinde aklıma geldi. ertelememin sebebi belki de benim de gerçekleri öğrenmek istemememden ve bazı şeyleri her ne kadar üzücü olsa da reddetmemden dolayıdır. filmi herhangi bir ideolojiye bağlı kalınmadan izlenmesi gerektigini düşünüyorum…devamıuzun zamandır ertelediğim bu film ırkçı bir yorum sayesinde aklıma geldi. ertelememin sebebi belki de benim de gerçekleri öğrenmek istemememden ve bazı şeyleri her ne kadar üzücü olsa da reddetmemden dolayıdır.
filmi herhangi bir ideolojiye bağlı kalınmadan izlenmesi gerektigini düşünüyorum aksi takdirde siyasi yorumlamalar tüm seyir zevkini azaltacaktır.
film dersim katliamindan sonra yaşananları katliamda evlatlık verilen bir kadın üzerinden anlatıyor. köklerini kabul etmeyen bu kadının torunu jan'ın babaannesinden duyduğu kürtçe türkü ile kök arayışına çıkmasıyla devam ediyor.
ismini hep "sarı" olarak düşünmüştüm ama filmdeki anlamı çok başka, dersim'de kavuşamayan hikayeleri leyla ile mecnunla yarışacak iki aşıktan birinin ismi.
bir kürt olarak bu hikayeden ve harika türküsünden bihaber olmam üzücü.
kürtler hakkında çok da olmasa yaşadıkları bazı şeyleri romantize edilmiş biçimde izlemek için en iyisi. filmin aslında göstermek istediği çok şey var ama aynı zamanda takındığı öyle bir tavır var ki zaten anlamak isteyen anlar gibisinden gerisini izleyiciye bırakıyor.
ama ben bu konuda daha açık bi şekilde yansıtılmasını tercih ederdim çünkü bir yerlerde beni tatmin etmeyen bir şey var.
senaryosu çok iyi düşünülmüş (son mitolojik sahne hariç) ve oyunculuklar da gayet yerinde. sadece jan'ın amerikadan dersim'e gittiğinde kültür şoku yaşamaması beni şoke etti.
filmin köy sahnelerinin doğallığını söylemeden edemem. -zaten yönetmen de o coğrafyada büyümüş- mekanlari, yerel halkın kiyafetlerini, sivelerini hatta yabancı birini gördüklerinde sordukları soruları bile o kadar iyi seçmişler ki, hiç yabancı hissetmedim.
ama en çok gözüme carpan ve rahatsız eden şeylerden biri tüm oyuncuların fiziksel özelliklerinin neredeyse aynı olması
yani kürtlerin tek tip olarak gösterilmeleri.
ayrıca kurgusunun eksik görünmesinin sebebi bazı sahnelerin sansurlenmesinden, sahnelerin ne olduğunu bilmeden bu konuda yorum yapmak mümkün değil çünkü kürt askerlerinin oldukça samimi gösterilen bir sahnesi de var.
ve yönetmenin sansürler ile ilgili genel itibariyle de haklı bulduğum bir yorumu da şöyle,
"Bazıları için, Kürtlerle ilgili gerçekler hâlâ bir tabu. Hayata milliyetçilik ve ırkçılıkla bakanları değiştirmek ya da onları memnun etmek zordur. Empati yeteneğinden yoksun olanlar bir sorunun çözümüne katkı sunamazlar. Bilakis, varlıklarıyla çözüme engel olurlar."
son olarak kola, fanta detayı çok iyiydi.
düşünme yetisini kullanmaktan uzak kaldığım şu sıralar bende tam istediğim etkiyi gösterdi. sinematografisi ve müzikleri o kadar büyüleyici ki olduğunuz yerden kendinizi isviçre'nin alplerinde bir sanatoryumda hipnoz altındayken bulabilirsiniz. -yoksa şifalı suyun(!) içinde mi demeliydim- konusu bakımından özellikle ana karakterin…devamıdüşünme yetisini kullanmaktan uzak kaldığım şu sıralar bende tam istediğim etkiyi gösterdi.
sinematografisi ve müzikleri o kadar büyüleyici ki olduğunuz yerden kendinizi isviçre'nin alplerinde bir sanatoryumda hipnoz altındayken bulabilirsiniz. -yoksa şifalı suyun(!) içinde mi demeliydim-
konusu bakımından özellikle ana karakterin tesadüfen bir tedavi merkezine gitmesi, ardından kendisini orada zorunlu bir şekilde tedavi olurken bulması ve sürekli sorularına cevap aramasından shutter island'ı "sadece" anımsatıyor. a cure for wellness kendine özgü fantastik yönüyle ilerliyor, paradoksların içinde boğulmuş hissettirmiyor. her iki filmde de olan aslında çok sevdiğim plot twists yaşam küründe daha çekici ve anlaşılır.
iki filmi birbirine tümüyle benzetenleri -sadece başrol oyuncular benziyor- ve hatta zindan adası'nı daha başarılı bulanları tekrar izlemeye davet ediyorum.
her ne kadar gişede patlamış bir film olsa da benim için underrated kalmış.
sürekli psikolojik çıkarımlar yaptırarak gizemi ve heyecanı yaşatan kasvetli bir atmosfere sahip, değişimleri o kadar ani ki komedi sahneleri bile olabilirdi.
rahatsız edici birçok sahnesi var ama bunları vahşet diye adlandırmak haksızlık olur.
filmde devamlı su üzerinde atıflarda bulunmasını anlamadım hatta su gibi birçok metaforu da ama bunları filmi izlerken asla sorgulayamadım sanatoryumdaki hastalar gibi hissetmekle meşguldüm. şuan bile sorgulamaktan çekiniyorum çünkü filmin bende bıraktığı tesiri bozacağımdan çekiniyorum. ve hatta bu yüzden klişe (berbat) final sahnesini de zihnimden siliyorum.