Bir keresinde, "Daha uzağı görebilmişsem bu, devlerin omuzları üzerinde durmam sayesindedir." demişti. Ne mutlu bize ki, Newton bizi de yanına almıştı. Keşfettiği o harikulade denklemiyle bizi kendi omuzlarına çıkarmıştı ve 1969'da Neil Armstrong göksel âlemde dolaşırken gördüklerimiz ve hissettiklerimiz karşısında…devamıBir keresinde, "Daha uzağı görebilmişsem bu, devlerin omuzları üzerinde durmam sayesindedir." demişti.
Ne mutlu bize ki, Newton bizi de yanına almıştı. Keşfettiği o harikulade denklemiyle bizi kendi omuzlarına çıkarmıştı ve 1969'da Neil Armstrong göksel âlemde dolaşırken gördüklerimiz ve hissettiklerimiz karşısında hayretler içinde kalmıştık.
Sonu kaygı verici olsa da bu, görkemli ve Tanrısal bir tecrübeydi. Gökleri fethetmiştik, ancak Evren'in engin boşluğuna doğrudan tanık olduğumuzda, kendimizi insanlık tarihinde o güne değin hiç görülmemiş bir çaresizlik ve yalnızlık içinde bulmuştuk.
Spoiler içeriyor
Okuduğum en güzel aşk hikâyesiydi. Esasen bütün kitabı bir aşk hikâyesi olarak değerlendirmek yetersiz olur ama benim canım öyle istiyor. Yoğun hislerine rağmen değerleri ve inançlarından vazgeçmeyen sağlam karakterlerdi. Öyle pamuk şeker kıvamındaki hikâyelerden değildi. Aşk uğruna kendilerini ve haysiyetlerini…devamıOkuduğum en güzel aşk hikâyesiydi.
Esasen bütün kitabı bir aşk hikâyesi olarak değerlendirmek yetersiz olur ama benim canım öyle istiyor.
Yoğun hislerine rağmen değerleri ve inançlarından vazgeçmeyen sağlam karakterlerdi.
Öyle pamuk şeker kıvamındaki hikâyelerden değildi. Aşk uğruna kendilerini ve haysiyetlerini ayaklar altına almadılar. Sonuna kadar gerçek ve gerçekçiydiler. Ne birbirlerinden ne de kendilerinden vazgeçtiler.
Bir de hikâyenin Gırnata'da (Granada) geçmesi, sokaklarını ince ince anlatması, zaten hayranlık duyulacak bir şehirde efsane olan iki aşığı okumak çok güzeldi.
Her yerde bulabileceğiniz bir kitap olduğunu sanmıyorum ama eğer bir gün kenarda köşede görürseniz alıp okumanızı tavsiye ederim. 👌🏻
Kara Filmler, insanlar tarafından icat edilip yine insanların keşfettiği bir cevher gibi. Ne yazık ki ilk örneklerinin verildiği yıllarda kimse tarafından görülmemişler bile. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Amerikan filmlerine gelen yasak kalkınca ilk fark edenler Fransızlar olmuş. Aynı zamanda Kara…devamıKara Filmler, insanlar tarafından icat edilip yine insanların keşfettiği bir cevher gibi. Ne yazık ki ilk örneklerinin verildiği yıllarda kimse tarafından görülmemişler bile. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Amerikan filmlerine gelen yasak kalkınca ilk fark edenler Fransızlar olmuş. Aynı zamanda Kara Film (Film Noir) ismini veren de onlar.
Buradan Fransız eleştirmenlere teşekkürlerimizi sunuyoruz çünkü bu filmleri ilk kez yönetenler bile yeni bir tür geliştirdiklerini işte o eleştirmenler sayesinde öğrendiler.
Film Noir... Adı gibi karakterlerinin de karanlıkta olduğu filmler. Filmde yer yer karanlık boşluklar vardır. Bu küçük karanlıkları severim, onlar ne kadar yoğunsa yaptığınız yorumlar derinleşir, ne kadar büyükse soracağınız sorular çeşitlenir. Bu karanlıklar, filmin son sahnesina kadar, geride en ufak bir aydınlık kalmayıncaya dek her yeri sarar. Yani sonunda sadece siz, yorumlarınız ve sorularınız kalırsınız.
Bu yönüyle Kara Filmler bana bir sergideki herhangi bir tabloyu andırıyor. Her bakan farklı sorular soruyor, farklı yönlerini keşfediyor... Her bakan farklı bir güzellik görüyor. Tıpkı sanatın kendisi gibi...
Çılgın (asıl adıyla Possessed), bana ilk önce "Kadınlar bir erkeği beden beğenir?" Sorusunu sordurdu. Zaman geçtikçe bu soru, "Kadınlar bir erkeği neden ister?", Son olarak da "Kadınlar erkeklerden ne ister?" Olarak evrildi.
Kadınlar olarak erkeklerden ne istiyoruz?
Kalplerini mi?.. Yalnızca bize ait olmalarını?.. Sevgilerini mi istiyoruz yoksa sevgimizi kabul etmelerini mi?.. Belki de sadece onu seçmemizi sağlayan güçlü erkinden kendisi gibi güçlü ve üstün bir çocuk istiyoruz... Aşk?.. Belki de merhamet istiyoruz...
Bir cevap bulamadım, zaten asıl olan soruyu sormaktı.
Filmde kadın ve erkeğin üstünde bu kadar durmamın yegâne sebebi Joan Crawford'du. O gözleri... O içli bakışları... Sanki kayboldum içinde. Her hayal kırıklığında içim titredi, her reddedilişinde ben de sarsıldım. Geçen her sahnede onu görmek istedim hep. Hem ekranı hem gözleri dolduran muhteşem bir oyunculuktu.
Louise çılgınlığın basamaklarını birer birer çıkarken onu zevkle izlemek biraz sadist hissettirdi. Fakat vazgeçmeyişinin hatta bağımlılığının onu sürüklediği son noktada çıkarılacak dersler, sorulacak çokça soru vardı.
Tutku, kıskançlık,paranoya, arzu, aşk, çılgınlık... Tüm bunların içinde kaybolduğum çokanlamlı bir içsel labirentti Possessed.
Eskiden kitaplarıma hiç karalama yapmazdım, beğensem bile cümlelerin altını bile çizmezdim. Bir şekilde onları sahiplenmek istemiyordum sanırım. Vedat bey de benim bu tabumu yıkan kişi oluyor, bundandır ki benim için çok özel. Esasen çok sevdiğim bu kitabı, bir zamanlar çok…devamıEskiden kitaplarıma hiç karalama yapmazdım, beğensem bile cümlelerin altını bile çizmezdim. Bir şekilde onları sahiplenmek istemiyordum sanırım. Vedat bey de benim bu tabumu yıkan kişi oluyor, bundandır ki benim için çok özel. Esasen çok sevdiğim bu kitabı, bir zamanlar çok sevdiğim birisine hediye etmeyi düşünmüştüm. Hatta o cümleyi de sırf o görsün diye çizmiştim. Çok sonraları farkettim.. Aslında kitabı da kendim için almışım, o cümleyi de kendim için çizmişim.
İlk defa amcam Vedat'ın kitaplığında görüp çok sevdiğim ve her yaz memlekete gittiğimde tekrar tekrar okuduğum bir kitaptı. Neden kendim için almadığımı, yıllar sonra sorgulamışım şimdi bakınca.
Her cümlesinde kendini hissettiren keskin ve alaycı mizahı bana bu kitabı sevdiren en önemli unsurdur sanırım. Zaten yazarı da karikatürist olunca insan pek de farklı bir şey beklemiyor. Eğer bir gün bir yerlerde denk gelirseniz alıp okumanızı tavsiye ederim.
Spoiler içeriyor
Film Roma sosyetesinden güzide bir ailenin biricik çocukları Michele'yi kaybetmesiyle başlıyor. Oğlunun ölümünden kendini sorumlu tutan güzel Irene, hem duyduğu suçluluğu hem de oğlunu kaybetmenin kalbınde açtığı kocaman boşluğu bastırmak için bir arayışa giriyor. Kuzeni Andrea'nın vasıtasıyla, o zamana dek…devamıFilm Roma sosyetesinden güzide bir ailenin biricik çocukları Michele'yi kaybetmesiyle başlıyor. Oğlunun ölümünden kendini sorumlu tutan güzel Irene, hem duyduğu suçluluğu hem de oğlunu kaybetmenin kalbınde açtığı kocaman boşluğu bastırmak için bir arayışa giriyor. Kuzeni Andrea'nın vasıtasıyla, o zamana dek hiç görmediği, uğramadığı, Roma'nın fakir mahallelerine misafir oluyor. Onlara yaklaştıkça sosyete hayatından uzaklaşırken bir yandan da ardında bıraktığı uzun yılları nasıl bir gaflet içinde geçirdiğini sorguluyor.
Açıkçası filmi izlerken ortalarına doğru Yarabbi bitse de gitsem noktasına gelmeme rağmen benden beklenmeyen bir istikrarla bacaklarımı üçlü koltuğun üstünde tutmayı başardım. Ve pişman olmadım da açıkçası. Film, izlerken size "vay be resmen sevgi elçisi bu kadın, Angelina Jolie halt yemiş yanında" dedirtmeye çalışsa da didaktikliği ancak Tanzimat dönemi kitaplarında, satır aralarında verilen bariz öğütleri hatırlattı. Eğer sosyalizme karşı bir sempati de duyuyorsanız, bu filme en az bi' 7/10 verirsiniz.
He yok ben anlamam hiç öyle şeylerden diyorsanız, Ingrid Bergman hanımın hem güzelliği hem de oyunculuğu için bence iyi bir puanı hak eder.