1945 yılı Hiroşimasındayız. Amerika ile Japonya arası savaş var ve Amerikan casus uçakları Japonya sahasında sürekli uçmakta. Normal halk açlıktan kırılıyor, ebeveynler çocuklarına yeterli yiyeceği sağlayamıyor. Paranız varsa bile yiyecek alamıyorsunuz tek çareniz erzak pulu biriktirip çorba satın alabilmek. geceleri…devamı1945 yılı Hiroşimasındayız. Amerika ile Japonya arası savaş var ve Amerikan casus uçakları Japonya sahasında sürekli uçmakta. Normal halk açlıktan kırılıyor, ebeveynler çocuklarına yeterli yiyeceği sağlayamıyor. Paranız varsa bile yiyecek alamıyorsunuz tek çareniz erzak pulu biriktirip çorba satın alabilmek. geceleri yanınızda kıyafetlerinizle uyuyorsunuz çünkü her an Amerikan uçakları bulunduğunuz yeri bombalayabilir. Siz de bu kedi fare oyununda ancak yakındaki herhangi bir yeraltı sığınağına kaçarak canınızı kurtarmaya çalışabilirsiniz.
Tüm bunların yanında açlık ve savaş içinde olmak diğer tüm Japonlar için rutin bir hayata dönmüş durumda. Çocuklar gökyüzüne bakıp Amerikan uçaklarının casus uçağı mı, bomba uçağı mı yoksa herhangi başka bir şey mi olduğunu söyleyebiliyorlar.
Biz de bütün bu olayları filmin konu aldığı aile tarafından öğreniyoruz. Ana karakterimiz Gen okula gitmek için evden çıkıyor ve Enola Gay isimli uçağın attığı atom bombasıyla o ve Japonya için her şey daha da kötüye gidiyor.
Bu belgeselde Bill Gates'in ne kadar yardımsever olduğunu öğreniyoruz. Afrikalı insanların sorunlarıyla bu kadar yakından ilgili ve eylem odaklı olması parasını gerçekten gerçek sorunlar için harcıyor dedirtiyor. Halk tarafından kazandığımız parayı tekrar halk için harcayalım zihniyetinde kendisi. Sanki önemsizmiş gibi…devamıBu belgeselde Bill Gates'in ne kadar yardımsever olduğunu öğreniyoruz. Afrikalı insanların sorunlarıyla bu kadar yakından ilgili ve eylem odaklı olması parasını gerçekten gerçek sorunlar için harcıyor dedirtiyor. Halk tarafından kazandığımız parayı tekrar halk için harcayalım zihniyetinde kendisi. Sanki önemsizmiş gibi görünen hastalıkların gelişmemiş ülkeler için yüksek ölümlere sebep olması onu da çok şaşırtmış ve halihazırda elinde imkan varken parasını bunlar için harcamaya teşvik etmiş.
Kendisi tamamen bir kitap kurdu ve saatte 150 sayfa kitap okuyabilmek gibi ulvi bir yeteneğe sahip.
wonder woman sahnelerine ağıt yakan kadın sesi koyalım ama bir iki kere değil her seferinde. aslında rüyaymış twist'i de koyduk di mi? ikinci justice league filmi de çıkabilir diye düşünsünler, 4 saatlik filmin sonunu yeni karakterlerle kapatalım. bu arada konudan…devamıwonder woman sahnelerine ağıt yakan kadın sesi koyalım ama bir iki kere değil her seferinde.
aslında rüyaymış twist'i de koyduk di mi?
ikinci justice league filmi de çıkabilir diye düşünsünler, 4 saatlik filmin sonunu yeni karakterlerle kapatalım.
bu arada konudan bağımsız, mera'nın saç rengi değişmiş.
HERO İLE LEANDROS Hero ile Leandros Yunan mitolojisinde yer alan mutsuz bir aşk öyküsünün kahramanlarıdır. Hellespontos'un (bugün Çanakkale boğazı) en dar yerinde kurulu iki kentten Sestos Trakya'da, Abydos ise Anadolu kıyısındadır. Tanrıça Afrodit'in rahibelerinden Hero, Sestos'ta deniz kıyısındaki bir kulede…devamıHERO İLE LEANDROS
Hero ile Leandros Yunan mitolojisinde yer alan mutsuz bir aşk öyküsünün kahramanlarıdır. Hellespontos'un (bugün Çanakkale boğazı) en dar yerinde kurulu iki kentten Sestos Trakya'da, Abydos ise Anadolu kıyısındadır. Tanrıça Afrodit'in rahibelerinden Hero, Sestos'ta deniz kıyısındaki bir kulede yaşamakta, tanrıçanın serçe ve kuğularına bakmaktadır. Hero günün birinde bir şenlikte Abydos'tan Leandros adlı bir delikanlı ile karşılaşır. İki genç ilk bakışta birbirlerine gönül verirler. Ne var ki, rahibe olduğu için Hero'nun evlenmesi yasaktır. O günden sonra her gece Hero bir meşale yakarak Leandros'a ışık tutar; genç adam kendini dalgalara atarak yüze yüze sevgilisine ulaşır, kısa süreli bir beraberlikten sonra gün doğmadan geldiği gibi geri döner. Fırtınalı bir gecede Hero'nun elindeki meşale söner, Leandros yolunu şaşırır, dalgalar onu Sestos'tan çok ötelere sürükler. Gücü tükenen delikanlı sonunda kendini denize bırakır. O gecenin sabahında kıyıda sevgilisinin ölüsünü bulan Hero, ona kavuşmak için umutsuzlukla kendini denize atar.
Ovidius gibi bazı Romalı ve Yunanlı yazarların yapıtlarında ele alınan bu öykü, daha sonraki tarihlerde Christopher Marlowe ile Lord Byron gibi yazarlarca da işlenmiş, Byron herkesin olanaksız dediği bir şeyi yapmış, Çanakkale Boğazı'nı yüzerek geçmişti. Bu öykü Avusturyalı yazar F. Grillparzer'in Denizin ve Aşkın Dalgaları (1831; Des Meeres und der Liebe Wellen) adlı ünlü trajedisine de konu olmuştur.
Bu hikaye de kız kulesi hakkında anlatılan efsanelerden biridir.
bu film Celal şengör'ün tavsiye ettiği, asıl hikayesinin Yunan mitolojisinde anlatıldığı ve George Bernard Shaw tarafından yazılan Pygmalion (ilk gösterim tarihi 1913) isimli oyunun 2 saat 50 dakikalık sinemaya uyarlanmış versiyonu. Yunan mitolojisindeki hikayesini anlatmak gerekirse: Ovid'in (Romalı bir şair)…devamıbu film Celal şengör'ün tavsiye ettiği, asıl hikayesinin Yunan mitolojisinde anlatıldığı ve George Bernard Shaw tarafından yazılan Pygmalion (ilk gösterim tarihi 1913) isimli oyunun 2 saat 50 dakikalık sinemaya uyarlanmış versiyonu.
Yunan mitolojisindeki hikayesini anlatmak gerekirse:
Ovid'in (Romalı bir şair)
10. Metamorphoses kitabında, Pygmalion fildişinden bir kadın heykeli yapan Kıbrıslı bir heykeltıraştı. Ovid’e göre, Propoetides’leri fahişelik yaparken gören Pygmalion kadınların ilgisini çekmediğini ifade etti, ama sonra kendi yaptığı heykeli o kadar güzel ve gerçekçi buldu ki ona aşık oldu. Zamanla, Aphrodite’in festival günü geldi ve Pygmalion Aphrodite’in altarına adaklar adadı, orada arzularını kabul etmekten korkarak, sessizce, yaptığı fildişi heykelin yaşayan kopyası gibi bir eş diledi. Eve geri döndüğünde fildişi heykelini öptü ve dudaklarının sıcaklığını hissetti. Tekrar öptü ve heykelin hayata döndüğünü gördü, Venus Aphrodite’in istediğini gerçekleştirmişti. Pygmalion Aphrodite’in kutsamasıyla hayata dönen bu heykel ile evlendi.
George Bernard Shaw'ın yazdığı oyunda ise olaylar neredeyse filmdekiyle aynı ilerler.
George Bernard Shaw’ın Pygmalion oyunu, satır arasında feminist dokundurmaları olan asıl hikayenin modern bir uyarlaması gibidir. Yoksul çiçekçi bir kız olan Eliza Doolittle mecazı bir anlamda bir dilbilim profesörü tarafından hayata döndürülüyor. Profesör Henry Higgins ona üst sınıftan gibi konuşmayı ve davranmayı öğretiyor.
Benim fikirlerime gelirsek oyuncular filmdeki karakterlere çok güzel oturmuş ve izleyiciye de çok güzel bir şekilde yansıtılmış. Özellikle Eliza'yı, Profesör Higgins'i ve Albay Pickering'i oynayan oyuncuları tebrik etmek gerekiyor. Film 1964 yılında çekildiği için her şey günümüzden çok farklı ve göze fazlasıyla hitap ediyor. Söyleyecek pek bir şey yok film zaten En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen, En İyi Kostüm Tasarımı, En İyi Film Müziği, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Yapım Tasarımı, En İyi Ses Miksajı dallarında Oscarlar alıp başarısını kanıtlamış.
Adını çokça duyup ne olduğunu bilmediğim, daha sonra bir ansiklopediden okuduğum ama aradan uzun bir süre geçtiği için neredeyse unutmak üzere olduğum Ergenekon Destanı'nı bilmeyenler ya da hatırlamak isteyenler için Temel Britannica ansiklopedisinden birebir alıntı ile paylaşıyorum. ERGENEKON DESTANI Ergenekon…devamıAdını çokça duyup ne olduğunu bilmediğim, daha sonra bir ansiklopediden okuduğum ama aradan uzun bir süre geçtiği için neredeyse unutmak üzere olduğum Ergenekon Destanı'nı bilmeyenler ya da hatırlamak isteyenler için Temel Britannica ansiklopedisinden birebir alıntı ile paylaşıyorum.
ERGENEKON DESTANI
Ergenekon Destanı'nda bir savaşta soyları kırıma uğrayan Göktürkler'in korunaklı bir yer olan Ergenekon'a sığınmaları ve burada bir süre yaşayıp çoğaldıktan sonra demirden bir dağı delip buradan çıkışları anlatılır.
Destan Göktürkler'in çok güçlü oldukları, öteki kavim ve boylara korku saldıkları bir dönemde başlar. Bu sırada Türkler'in başında İl Han, Tatarların başında ise Sevinç Han bulunuyordu. Aralarındaki bütün savaşları İl Han kazanmaktaydı. Sonunda Sevinç Han tüm öteki kavim ve boyları Göktürkler'e karşı birleştirerek İl Han'ın üzerine yürür. Türkler çadır ve sürülerini bir araya toplayıp çevresine hendek kazarak düşmanlarını karşılarlar. 10 gün süren savaşı Göktürkler kazanır. Bunun üzerine Sevinç Han öbür han ve beyleri toplayarak Göktürkler'i ancak hile ile yenebileceklerini anlatır. Ertesi gün Tatarlar çadır ve birtakım mallarını bırakarak kaçarlar. Türkler düşmanlarının güçsüzlükten kaçtıklarını sanarak onları kovalamaya başlarlar. Ama Tatarlar geri dönüp savaşa girişirler. Sonuçta Türkler yenilir düşmanları Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına kadar ulaşırlar. Büyükleri kılıçtan geçirip küçükleri tutsak alırlar.
Savaşta İl Han'ın biri dışında tüm çocukları kendisi ile birlikte öldürülür. Aralarından bir tek, o yıl evlenen küçük oğlu Kıyan ile yeğeni Negüs ölümden kurtulurlar, ama eşleri ile birlikte tutsak düşerler. Ne var ki, 10 gün sonra ikisi de eşleri ile birlikte kaçar. Yurtlarına dönerek deve, at, öküz ve koyunlardan kalanları alarak dağlara doğru giderler. Düşmanlarından saklanmak için ancak yabani koyunların yürüyebildiği, bir yanı uçurum, çok dar bir yol bularak yüksek bir dağın boğazına ulaşırlar. Karşılarına içinde akarsular, kaynaklar, türlü otlar, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli av hayvanları bulunan bir yer çıkar. Düşmanlarının ulaşması olanaksız bu yeri yurt edinerek Ergenekon adını verirler. Ergene "dağ kemeri", kon da "dik" anlamına gelmektedir.
Ergenekon'da kıyan ve Negüs'ün soyundan gelenler ve sürüleri 400 yıl boyunca öylesine çoğalırlar ki buraya sığamaz olurlar. Sonunda atalarından işittikleri Ergenekon dışındaki geniş ve güzel ülkeye gitmeye karar verirler. Önlerine dikilip kendilerine engel olan dağı aşıp geçmenin yollarını aramaya başlarlar. Ama tüm uğraşlara karşın dışarı çıkacak yolu bulmakta başarılı olamazlar. Sonunda bir demirci ustası dağda demir madeni gördüğünü, demir eritilirse yol açılabileceğini söyler. Akla yatkın bulunan bu öneriyi gerçekleştirmek için hemen çalışmalara başlanır. Tam 70 yere 70 tane kocaman körük yerleştirilir. Dağın tepesine ve yanlarına yerleştirilen odun ve kömürler ateşlenerek körüklenmeye başlanır. Bu güçlü ateş demiri eriterek bir yüklü devenin geçebileceği kadar yolun açılmasını sağlar.
Ergenekon'dan çıkan Göktürkler'in başında Börte Çene vardır. Börte Çene bütün boylara haber salarak yurtlarına döndüklerini bildirir.
Beşir'le Vals, 1982 yılında Lübnan'da yaşanan savaşları ve Sabra ve Şatilla katliamını konu eden belgesel niteliğinde bir animasyon filmdir. Filmin yönetmeni ve baş karakteri olan Ari Folman (yönetmeni olduğu bu animasyonda anlattıkları bire bir kendi başına gelenler) barda asker bir…devamıBeşir'le Vals, 1982 yılında Lübnan'da yaşanan savaşları ve Sabra ve Şatilla katliamını konu eden belgesel niteliğinde bir animasyon filmdir.
Filmin yönetmeni ve baş karakteri olan Ari Folman (yönetmeni olduğu bu animasyonda anlattıkları bire bir kendi başına gelenler) barda asker bir arkadaşı ile sohbet etmektedir. Arkadaşı, her gece aynı rüyanın tekrarını gördüğünü anlatmaktadır. Bunun nedeni ise 1982 yıllarında Lübnan'da İsrail Ordusunda asker iken savaş sırasında istemediği halde yapmak zorunda kaldığı bir olay yüzünden olduğunu söyler. Fakat Ari, savaş sonrası bunalım geçirdiği ve bu bunalımla beraber hafıza kaybı yaşadığı için o anların hiçbirini hatırlamadığını bu konuşma sayesinde fark eder. (Film bu şekilde başlar)
❗Sabra ve Şatilla katliamı, 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dâhil yüzlerce (750 ile 3500 arasındadır) Müslüman'ı katletmesi olayıdır. Katliamda sonradan İsrail'in eski başbakanlarından olan Ariel Şaron'un (eski İsrail başbakanı) rolü olduğu bilinmektedir.
Her şeyin gerçek olması, animasyonun sonunda gerçek görüntülerin kullanılması, o trajediyi görmek anlatamayacağım kadar insanın yüreğine oturuyor. Ne denir bilmiyorum, böylesine bir katliam nasıl yapılabilir?
Ama geceye sadık kalır Gizli yüreğim Ve gecenin kızı olan Yaratıcı sevgiye. Gösterebilir misin bana Sonrasız sadık bir yürek? Senin güneşinin Sevgi dolu gözleri var mı Beni tanıyabilen? Yıldızların yakalıyorlar mı Benim istek dolu ellerimi? Veriyorlar mı bana yine O…devamıAma geceye sadık kalır
Gizli yüreğim
Ve gecenin kızı olan
Yaratıcı sevgiye.
Gösterebilir misin bana
Sonrasız sadık bir yürek?
Senin güneşinin
Sevgi dolu gözleri var mı
Beni tanıyabilen?
Yıldızların yakalıyorlar mı
Benim istek dolu ellerimi?
Veriyorlar mı bana yine
O sevecen teması?
Sen misin renklerle
Ve hafiften süsleyen onları
Ya da gece miydi
Senin süslerine
Daha yüce ve sevgi dolu anlam kazandıran?
Hangi şehveti,
Hangi hazzı
Sunabilmekte yaşamın
Ölümün hazlarını dengeleyebilen.
Bizi hayran bırakan
Her şey
Taşımıyor mu gecenin rengini-
Bir ana gibi taşımakta seni
Ve ona borçlusun sen
Tüm görkemini.
Kendi içinde
Sonsuz uzamda
Eriyip giderdi,
İyileştirmeseydi eğer seni-
Seni bağlamasaydı
Isınasın
Ve alevlerle
Dünyayı yaratasın diye.
...
Az zaman kaldı,
Sonra kurtulacağım,
Ve sarhoş, uzanacağım
Aşkın kucağına.
Sonsuz yaşam
Dalgalanıyor içimde tüm gücüyle,
Yukarıdan aşağılara bakıyorum,
Oralardaki sana.
O tepede
Sönüp gitmekte parıltın -
Bir gölge taşımakta,
Serinlik veren çelengi.
Ah! Tüket beni ey sevgili,
Sonuna kadar tüket ki,
Uykuya dalayım
Ve sevebileyim.
Hissediyorum ölümün
Gençleştirici akışını, kanım
Merheme ve uzama dönüşmekte -
Yaşıyorum gündüz vakitlerinde
İnanç ve cesaretle
Geceleri ise
Kutsal ateşte ölüyorum.