Samurai Jack’i diğer animasyonlardan ayıran şey ne dövüş sahneleri ne de büyülü dünyasıydı. Onu farklı kılan, mutlak sessizlik için açtığı alandı. İşte bugün bu sessizlikten bahsetmek istiyorum. Bir gece, çoktan unuttuğumu sandığım bir şey zihnime çakıldı. Okuldan eve koşarak geldiğim…devamıSamurai Jack’i diğer animasyonlardan ayıran şey ne dövüş sahneleri ne de büyülü dünyasıydı. Onu farklı kılan, mutlak sessizlik için açtığı alandı. İşte bugün bu sessizlikten bahsetmek istiyorum.
Bir gece, çoktan unuttuğumu sandığım bir şey zihnime çakıldı. Okuldan eve koşarak geldiğim yıllarda izlediğim bir çizgi film. Zamanında izlerken tam olarak değerini kavrayamadığım ama yıllar sonra düşündüğümde garip bir saygıyla hatırladığım bir hikâye. Samurai Jack.
2025 yılında oturup Samurai Jack hakkında bir şeyler yazıyor olmam, objektif olarak bakarsak biraz absürt. Çünkü modern dünyada artık her şey hızlandı. Her gün yüzlerce yeni dizi, film, video gözlerimizin önünden geçip gidiyor. Kim bilir kaç tane yeni animasyon var, kaç tane yeni kahraman yaratıldı, kaç tane yeni dünya kuruldu.
Sanırım hiç izlememiş olanlar için Samurai Jack’i biraz anlatmam lazım. Fakat bu bile başlı başına ilginç bir çelişki çünkü bu çizgi film öyle uzun uzadıya anlatılabilecek bir şey değil. İzlenmesi, hissedilmesi, yaşanması gereken bir şey. Ama yine de bir deneyelim.
Jack Kimdir?
Jack, ismi olmayan bir kahraman. Aslında ismi var ama yok. Kendi ismini hiç söylemiyor çünkü kimliğinden çok, yolculuğu önemli. “Jack” ismi aslında ona rastgele takılan bir isim. Yani gerçek kimliği zamanın içinde silinmiş bir adamın yeni dünyada edindiği bir gölge. Kendisi bir samuray ama öyle sıradan bir samuray değil. Eski çağlardan kopup gelmiş, yetenekleri insan sınırlarının ötesinde olan bir savaşçı. Hikâyesi, klasik bir kahraman miti gibi başlıyor: Güçlü ve kötü bir varlık (Aku), Jack’in halkını yok ediyor. Jack yıllarca eğitim görüyor, en iyi ustalardan dövüş sanatlarını öğreniyor ve nihayet intikam almak için geri dönüyor. Ama tam Aku’yu yenmek üzereyken zamanda ileriye fırlatılıyor ve işte burada Samurai Jack gerçekten başlıyor.
Jack, zamanda kaybolmuş bir adam. Geleceğin dünyasında, geçmişi için savaşan biri. Burada robotlar, mutantlar, yabancı diyarlar ve her türlü absürt varlık var. Hikayeyi oluşturan en önemli unsurlardan biri de Jack’in eve dönemiyor olması. Geleceğin içinde sıkışmış durumda. Dizi boyunca şeytani Aku’yu yenmeye ve evine dönmeye çalışıyor ama her seferinde bir şekilde başarısız oluyor. Aslında bu kadar basit bir olay örgüsüne sahip bir çizgi film. Ama işte mesele zaten Jack’in ne yaptığı değil, nasıl yaptığı. Tam bu noktada Samurai Jack’in asıl gücü devreye giriyor: Sessizlik.
sahnelerin içerikle dolup taştığını görebiliyoruz. Sürekli bir şeyler olur, karakterler durmadan konuşur, her an bir diyalog vardır, her saniye bir sesle doludur. Ama Samurai Jack bunun tam tersini yapıyordu. Jack’in tek bir kelime bile etmediği bölümler izlediğimi hatırlıyorum.
Örneğin ilk sezondan bir sahneden bahsedeyim. Jack, kör okçularla savaşıyor. Etrafı tamamen sessiz. Sadece okların rüzgarı yarışını, eriyen karlardan damlayan su damlalarının sesini, kuşların cıvıltısını ve Jack’in nefes alışını duyuyoruz. Hiçbir müzik yok. Bu sahne her şeyden daha etkileyici. Çünkü sessizlik; Jack’in yalnızlığını, çaresizliğini, zamanın içinde kaybolmuş bir adamın ağır yükünü inanılmaz bir saflıkta hissettiriyor.
çınlamasını, uzaklardaki bir yaratığın sesini duyardık. İşte o zaman, sahne gerçek anlamda içimize işlerdi. Bence müziğin en güçlü olduğu an, yokluğunun anlatıma değer kattığı andır. Bu düşünceye sahip olmamdaki en büyük paylardan biri de Samurai Jack’in müziklerini yapan Emmy adayı müzisyen James L. Venable ve ekibine ait.
Neden Samurai Jack?
Bu çizgi filmin hikayesinin, müziklerinin ve sessizliğinin bunca zaman sonra bende neden bir yazı yazma isteği doğurduğunu gerçekten bilmiyorum. O kadar şey arasından neden bu dizi? İçinde bulunduğumuz dünyanın gürültüsü içinde neden hâlâ o sessiz anlar bu kadar net bir şekilde aklımda? Neden Jack’in yalnız yürüyüşünü ve “geta” adı verilen ahşap sandaletlerinin yere vuruşunu duyarak izlediğim o sahneleri özlüyorum?
Benim bir tahminim var. Her şeyin hızla değiştiği bu iklimde ben de zamanın içinde kaybolmuş gibi hissediyorum. Geçmişe dönmek isteyen ama her adımında biraz daha uzaklaşan Jack’i hatırlamam belki de bundandır. Yıllar sonra bile o sessizliği, zamanı durdurabildiğime inandığım o çocuksu anları düşünmemin nedeni de bu olabilir.
Samurai Jack’in sessizliği, yalnızlığını ve kaybolmuşluğunu tam anlamıyla yansıtıyor. Ustalıkla hazırlanmış çizgi filmin o anlarda hissettirdiği boşluk, kaybolmuş olan şeylerin farkına varmamı sağlıyor. Sessizliğin içinde zamanın ne kadar hızlı aktığını, neleri geride bıraktığımı daha iyi görüyorum. Bu öylesine bir sessizlik ki, yıllar geçmiş olsa bile kaybettiklerimizi aramaya devam etmek zorunda olduğumuzu ve Jack gibi asla pes etmememiz gerektiğini olabilecek en yüksek sesle hissettiriyor.
(Bir baba indi'den)