....................BİR KÜÇÜK UMUT DEMETİ....................... Güneşin doğuşu ile turuncu sarı ışıklar etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Işık huzmeleri, perdesi açık olan evlerden içeri doluyor, izbe sokağı ışığı ile boğuyordu. Sırlarını geceye saklamak isteyenler ise güneşin batmasını arzuluyor, gece olmasını düşlüyorlardı. Güneş, Izbe sokağın…devamı....................BİR KÜÇÜK UMUT DEMETİ.......................
Güneşin doğuşu ile turuncu sarı ışıklar etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Işık huzmeleri, perdesi açık olan evlerden içeri doluyor, izbe sokağı ışığı ile boğuyordu. Sırlarını geceye saklamak isteyenler ise güneşin batmasını arzuluyor, gece olmasını düşlüyorlardı.
Güneş, Izbe sokağın en sonunda, kuytu bir köşede saklanmış kutu gibi evide gördü ve ışıklarından bir kısmını da ona hediye etti.
Boyası çatlak ev ışıkların hepsini zevk içinde kucaklıyordu. Sıcaklığa hasretti duvarlar. Ama sıcaklığı sadece evin dışı istiyordu. Evin içi ise soğukluğa alışmış gibi istemiyordu güneşin ışıklarını.
Ve o an ışıklardan bazıları tozlu camdan içeri girmeye başlamıştı. Işığın önüne sur gibi durmuş delikli perde, ne yazık ki ışığın geçmesine izin vermiyordu. Fakat ışık inatçıydı. Bulduğu tüm kuytu deliklerden içeri usulca süzülmeye başladı.
Delikli perde engel olamadı ışığın geçmesine. Çaresizce baktı duvara yansıyan ışık huzmelerine.
Tek tek deliklerden yansıyan ışıklar, çatlak duvara vuruyordu. Çatlak duvar ise bu darbelere alışık değildi. Sıcaklığa alışmak istemiyordu. O sert ve soğuk beton yığını olarak kalmaya mahkumdu. Içi buz gibiydi aynı yerde yatan sahibi gibi.
Soğuk zemine serdiği eski ve iplikleri çıkmış battaniyenin üstünde uzanan yaşlı adam bir kez daha öksürdü. Bu öksürük diğerinden farklı daha acı ve ızdırap doluydu. Ve buda adamı iyice telaşa sokuyordu. "Ya..." diyordu içinden, " Ya ölürsem ve kimse beni bulamazsa"
Bu düşünceyi zihninden atamıyordu. Çünkü farkındaydı ki gün geçtikçe daha kötü bir hale bürünüyordu. Ayağa kalkamıyor, günlerdir aç yatıyordu. Ama kalksa bile evde yiyecek bir şey yoktu. Son ekmeğini de 2 gün önce küçük bir parça küflenmiş peynir ile yemişti.
Şimdi ise karnı o kadar açtı ki sanrılar bile görmeye başlamış olabilirdi.
Bunun yanı sıra damağı kurumuş, dili çatlak çatlak olmuştu. Yattığı yerden doğrulamadığı için suda içemiyordu.
"Ah yalnızlık nede zor bir durummuş böyle." Diye geçirdi içinden acı içinde.
Bir küçük umut bekliyordu yüce tanrısından. Son 2 gündür olduğu gibi üşüyen ve titreyen bedeni ile dualar ediyordu. Tanrısına yalvarıyordu. "Tanrım lütfen acı çektirme daha fazla bana. Bu yükler bana fazla. Terk edilmeye alıştım fakat senin yanımda olduğunu hissedeyim Tanrım. Lütfen."
Hayatı boyunca terk edilmiş bir adamdı o. Önce annesi sonra eşi en son olarakta evladı bırakmıştı onu tek başına.
Şimdi ise ıssız bir sokağın sonundaki minik evde oturuyordu. Evinin ne bacası yanıyor ne de sıcak bir çorbanın piştiğini belli edercesine etrafı yemek kokuları sarıyordu.
O, bir köşede çaresizce ölümü arzulayan bir adamdı . Daha ne görebilirdi ki hayattan. Daha neye şahit olabilir ya da kaç yerinden daha yara alabilirdi.
Ruhu acının izleri ile doluyken bir yenisine yer bulamamaktan korkuyordu.
Ve çözüm ona ölüm ile geldi. Hayır ölmek istemiyordu ama sırtındaki yükler ilerlemesine izin vermiyordu. Yollar bitiyor gibiydi. Yeni yol çizecek gücü var mıydı? Işte ondan emin değildi.
Amansız bir hastalığa kurban gitti bedeni ve ruhu. Önce içten fethetti kaleyi sonra ise dışa geçti hırsını alamayarak.
Içindeki "Bir küçük umudun" filizlenmesi gerekiyordu. Filizlenip koca bir demet olması gerekiyordu. Ve yine ümit ediyordu ki umutlar filizlenecek, koca bir demet olacaktı.
...................Devam edecek................
Kendi yazımdır.