Oscar'ı pek takip edemesem de tören başlamadan bu filme yorum yapmış olmak istedim. Bu süreç içinde adını en çok duyduğum ve izlemek istediğim film buydu çünkü. Film, eşini ve işini, yani neredeyse tüm varlığını kaybedip hayatını, karavana dönüştürdüğü minibüsünde geçiren…devamıOscar'ı pek takip edemesem de tören başlamadan bu filme yorum yapmış olmak istedim. Bu süreç içinde adını en çok duyduğum ve izlemek istediğim film buydu çünkü.
Film, eşini ve işini, yani neredeyse tüm varlığını kaybedip hayatını, karavana dönüştürdüğü minibüsünde geçiren bir kadının yaşamını konu alıyor. Yani aslında tüm film, bu tek karakter üzerine kurulu.
Filme başladığımda hiç böyle sakin, sessiz bir film beklemiyordum açıkçası. Doğru düzgün yorum da okumamıştım çünkü. Bu tür bir film olması benim çok daha hoşuma gitti tabi.
Bu sakin ilerleyiş, sinematografisiyle çok uyumlu ilerleyen, harika görüntüler ortaya çıkarmış. Mekanlar, manzaralar çok etkileyici olmuş ve bunlar insana bir bakıma huzur veren görüntüler olsa da filmin etkisi öyle olmuyor. Baş karakter Fern'ün yalnızlığı, çaresizliği tüm bu sakinliğe rağmen çok çarpıcı şekilde hissettirilmiş, dolayısıyla duygusal yönü gerçekten ağır bir iş çıkmış ortaya. Fern'ün yaşadığı tüm acıya rağmen hayatına bir şekilde devam edişini izliyoruz ve bu çok doğal bir şekilde ilerliyor. Mesela onun karavanla yaşadığı gibi yaşayan -ki konuda "modern göçebe" yazıyor- bu kadar insan olduğunu hiç duymamıştım. Ama bunun hiç tuhaf gelen bir yanı olmadı izlerken, gayet doğaldı. Filmde en iyi yansıtılan durumlardan biri de, yine Fern'ün yalnızlığı konusunda, sürekli birilerinin yanında kendine yer arayışı ama sonunda yine kendi başına kalışıydı. Kendi gibi hayat süren insanlar dahil insanlarla tanışıyor, yakınlaşıyor, zaman geçiriyor, hatta bazen gerçekten bağlanıyor ama sonunda yine yoluna tek başına devam ediyordu. Bu yaşadığı hayatın mutlak bir sonucu olarak da söylenebilir aslında. Ne olursa olsun, bu şekilde bitmeyen bir yalnızlığı böyle etkili bir şekilde seyirciye hissettirmek konusunda izlediğim en iyi film buydu sanırım. Diğer karakterlerin hayatını çok çok az öğrensek de onlarınkiyle de beraber insanın zamana hakim olamayışı ve daha da önemlisi bazı hatıralarla yaşamak çok zorken aynı zamanda insanın hayata devam etmek için hatıralara ne kadar muhtaç olduğunu da düşündüren bir filmdi. Gerçekten yalnızlığı ve her şeye rağmen hayatın devam edişini hem böyle sessizce hem de güçlü bir şekilde yüze vuran bir film yoktur herhalde.
Oscar'a hakimim diyemem ama Oscar tarzında bir film değil diye düşündürdü izlerken, daha çok bağımsız festival filmleri gibi. Bu yüzden en iyi film ödülünü alır mı bilmem ama Frances McDormand'ın en iyi kadın oyuncu Oscar'ını alması çok muhtemel ki kendisi filmi izleme sebeplerimden de biri. Ayrıca en iyi sinematografi ödülünü de alması hiç şaşırtmaz, gerçekten çok güzeldi çünkü. Bakalım, bekliyoruz:)