Spoiler içeriyor
Doğaüstü ögeleri kullanmadan gerilim yaratmayı başaran film, güçlü bir postmodernizm eleştirisi. Evrensel olana karşı yerel olanı yücelten postmodernizmin düsturu "dinsel olan, kültürel olan her şey korunmalıdır" diye özetlenebilir. Filmde oldukça kendine özgü ve tarihsel bir pagan dininin bazı insanlara gönüllü…devamıDoğaüstü ögeleri kullanmadan gerilim yaratmayı başaran film, güçlü bir postmodernizm eleştirisi.
Evrensel olana karşı yerel olanı yücelten postmodernizmin düsturu "dinsel olan, kültürel olan her şey korunmalıdır" diye özetlenebilir. Filmde oldukça kendine özgü ve tarihsel bir pagan dininin bazı insanlara gönüllü olarak bazılarına zorla yaptırdığı "ritüeli" izliyoruz. Örneğin "yaşı geldiği" için parçalanarak ölen çifte "bunu onlar seçiyor, tamamen geleneksel bir yol" diyerek olaya şahit olan yabancılar yatıştırılıyor ardından Christian karakteri "Geniş düşünceli olmaya çalışıyorum, onlara da bizim yaşlılarımızın huzurevinde olmasından dehşet duyuyordur." diyor. Sonuçta vahşet, kültürel, yerel, dini olduğu için normalize ediyor. Bu, postmodern bakış açısının günümüzdeki hakimiyetini düşünecek olursak, filmin güncel bir eleştiriyi "dehşet verici" biçimde yaptığını söyleyebiliriz.
Filmin ilk yarısı birey-birey, ikinci yarısı toplum-birey ilişkisini gösteriyor. İlk yarıda birbiriyle sevecen ilişki kuramayan bireyler varken, ikinci bölümde güler yüzlü sevecen insanların arasında kendimizi buluyoruz ancak steril ve aydınlık ortamda, beyaz kıyafetli temiz yüzlü insanlardan kendini fark ettiren ama adını koyamadığımız bir tekinsizlik yayılıyor. Amerika ve İngiltere'den gelen misafirlere "sizi rahat ettirmek görevimiz ne isterseniz söyleyin" diyen insanlar dehşet yaratıyor ve bu dehşeti gerçekten seviyor olmalarının nedeni bağlı oldukları ritüelin sonuçlarının herkes için iyi olduğuna gerçekten inanıyor olmaları. Toplumsal normların - inançların dehşet verici tüm sonuçları, bunu yaratanlar tarafından kötü görünmüyor. Onlar bütün bu kan dökücülüğe ve yıkıcılığa "iyi bir şey" olduğu için gönüllüler. Filmin bu noktasında içimize düşen güneş ışığı -alt metin- ise şu: Ekranda gördüğümüz bu toplum-birey ilişkisi, filmdeki gibi egzotik komünlerde değil; bireylerinin çoğunun "sorgulamayanlardan" oluştuğu tüm toplumlarda geçerli. Sadece tarihte değil, bugün de var.
Filmdeki sorunlu yan ise şu: Esas kızımız, kendisini aldatan sevgilisini ölüme gönderiyor ve bu kararda yönetmenin seyircilerde adeta bilerek "oh olsun" hissini yaratıyor. Kızımız aslında cellatlarına aşık olup finalde onlardan biri oluyor ve kendi geçmişinden kalan tek insanı ateşle yok ediyor. Yok edilen erkek arkadaş, dani, filmin başında sonuna güvenilmez "her an her şeyi yapabilecek" biri olarak resmediliyor. İzleyicinin empati kurması en zor karakter o ve en sonunda bağ kuramadığımız üstelik de uçkurunun peşinden gitmek gibi büyük bir günah işlemiş oğlanın cezalandırılmasına neredeyse seviniyoruz. İşte burası yönetmene bir dakika birader dediğimiz yer olmalı. "Sevimsiz bulduklarımıza bu zulüm artık fazla olmadı." diye sormamız gereken nokta da işte burası... Üstelik kızımız uçkurunun peşindeki sevgilisi ile bütün bir kitleyi kandırıp ritüele getiren hacı pelle arasında kalıyor. Sevimli, anlayışlı görünen ama bilerek ve isteyerek arkadaşlarını ölüme götüren hacı pelle'yi tercih etmeyip kişisel hıncını yatıştırıyor...
Filmin görsel anlatımı ve ses düzenlemesi ise çok başarılı. Filmin açılışında karlı manzaranın her telefon sesinde yakın plana geçerek hikayenin başlaması oldukça etkileyici. Ayrıca kitlenin komüne giderken yapılan ters kamera çekimleri adeta işte şimdi "her şey ters dönmeye başlayacak" diye bağırıyor.