Distopya, kara mizah ve absürtlüğün harmanlandığı 1985 yapımı şaheser. Film'i en iyi tanımlayan kelime belki de absürtlük. Belirsiz zamanlar, kayıp mekanlar, iç karartıcı nesneler, ve insanlıktan uzak insanlar. Filmin distopya türünde olması elbette işlenebilecek konuları az çok açıklıyor. Ancak bize…devamıDistopya, kara mizah ve absürtlüğün harmanlandığı 1985 yapımı şaheser.
Film'i en iyi tanımlayan kelime belki de absürtlük. Belirsiz zamanlar, kayıp mekanlar, iç karartıcı nesneler, ve insanlıktan uzak insanlar.
Filmin distopya türünde olması elbette işlenebilecek konuları az çok açıklıyor.
Ancak bize sunulan distopyadan fazlası.
Geleceğin iç karartıcı bir zamanında, faşist anlayışa sahip bir devlette robotlaşmış insanların evrenindeyiz.
Başkarakterimiz Sam yaşadığı dünyaya yabancılaşmış, düşlerinde kurduğu gerçeklikle yaşayan birisi.
Film'de rüyalar ön planda, gerçek ve hayalin birbirine girdiği anlar seyirciyi gerçeğin ne olduğu konusunda şüpheye düşürüyor.
Sam düşlerinde daima tutsak bir kadın görmekte. Onu kurtarmak için kahramanımızın çeşitli mücadeleler vermesi, düşmanlarını alt edip aşık olduğu kadını kurtarması gerek.
İşte böyle düşlerinde aşkını yaşatan Sam bir gün gerçek hayatta da aynı kadınla karşılaşır. Böyle bir durum onu adeta hayata döndürüp ''normal bir insana'' çevirir. Aşkını kazanmak için bu sefer de gerçek hayatta mücadeleye atılır.
İlkin aşkının karşılık bulması gerektiğinden karşılaştığı kadının gözüne girmesi gerekir. Sam devletin bilgi bakanlığında çalıştığı için insanlar hakkında araştırma yapabilecek konumdadır. Bu bakanlık haricinde devlet bilgileri halktan tamamıyla gizli tutar. Ki bu da totaliter bir devlette olağandışı değil.
Gerekli bilgileri toplayan Sam kadının bir suça ortak olduğunu anlar ve bunu ortadan kaldırır.Olaylar geliştikçe Sam aşkına karşılık bulur ve hayalindeki kadını gerçeğine taşır. Ancak devlet Sam in işlediği suçu farkeder ve ikisini birden tutuklayıp işkence odalarına atar.
...................
Bu size klasik bir aşk hikayesi gibi gelmiş olabilir ama durum bundan ibaret değil. Film bu minvalde akıp giderken oluşan garip olaylar ve diyaloglar insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor.
Terry Gilliam'ın bürokrasiyi yerden yere vurması, insanların gelişen teknoliji ile tek tip haline gelmesi ve değişen bu dünyanın sanki her şey normalmiş gibi sürüp gitmesi... Günümüz dünyasına benzemiyor desek yalan olmaz sanırım.
Şu bürokrasi meselesi film nezninde değerlendirmeye değer.
Bireyler devlet için birer eşya konumunda.
Halk terör propagandasıyla sindirilmiş, sisteme ses çıkarabilen kimse yok çıkaran tek tük insansa öldürülüyor.
Devlet yöneticileri her şeyin düzgün sistemde işlediği zannıda. Ancak sistemin işleyişi daima sekteye uğruyor.
Yanlış isim yazıldığı için ölen insanlar mı dersiniz, gelişen teknolojiye ayak uydurmayan yöneticiler mi, liyakatın değersizleştirildiği masalar mı..
Sanki Terry Gilliam o gizli kapılar arkasında nelerin döndüğünü bize anlatıyor.
Ee peki bu durumda insanlar ne yapıyor?
Koca bir hiç. Yaşananlar kimsenin umurunda değil. Restoranda geçen bir sahnede restoran bombalanıyor ölen insanlar, yaralılar yerlerde ama kendi masasına bir şey olmadığı için diğer insanlar yemeklerine devam ediyor. Hatta özel müşterilerin masalarına paravan çekilip ''rahatsız edilmemeleri'' sağlanıyor.
Beni sarsan başka bir olay ise; yöneticinin biri altında çalışan memurun karısına yanlış isimle seslenmesi üzerine memurun eşine artık o isimle seslenmesi.
Bürokrasi taşlamasıyla beraber insanların artık ne kadar insan kaldıklarına değinmesi de filmin diğer önemli konusu.
Gelişimin aslında değişimi hep iyi yönde etkileyemediğini yüzümüze vuran,
Bürokrasinin dayandığı temelleri ve işleyişi yerinden sarsan,
Ve insanların gelecekte(ki buna günümüz diyebiliriz) nasıl ''insanlara'' dönüştüğünü anlatan Brazil izlemeye ve üzerinde düşünmeye sevkeden önemli bir eser.