Bir filme başlamadan önce muhakkak film hakkında kısa bir ön okuma yapar, senaryonun ne amaçla yazıldığını öğrendikten sonra filmi izlemeye başlarım. Film genel olarak beni çok etkiledi çünkü bizde bu yörenin çocuklarıyız ve konuya oldukça hakimiz. Mesela filmin çekildiği köy,…devamıBir filme başlamadan önce muhakkak film hakkında kısa bir ön okuma yapar, senaryonun ne amaçla yazıldığını öğrendikten sonra filmi izlemeye başlarım. Film genel olarak beni çok etkiledi çünkü bizde bu yörenin çocuklarıyız ve konuya oldukça hakimiz. Mesela filmin çekildiği köy, hayvanları, insanları, çocukları, kıyafetleri konuşmaları hatta saç tarama şekilleri bile o kadar gerçekçiydi ki takdir etmekten kendimi alamadım.
Film Şanlıurfa Siverek Demirci köyünde geçmekte olup Emre Aydın isimli gerçekten mesleği öğretmenlik olan bir hocamızın okullu ve öğrencilerini konu almakta. Filmin öğretmen bulma serüvenini okurken hocamızın yeni atandığı ve çalıştığı yeri haritada bulamadığı için ellerini kafasının arasına alıp bahçede otururken yönetmenler tarafından keşfedilmiş bu çok içime dokundu, düşünüyorum da hiç bilmediğim bir memlekette hiç bilmediğim dilde konuşan çocuklarla hatta en kötüsü haritada bile adı bile geçmeyen bir köye atansaydım gider miydim diye sanırım ben hocamız kadar cesur olamazdım..
Filmin içeriğine gelecek olursam, film doğuda bir köy okuluna yeni atanan bir öğretmenin ilk köye gelişini, toz içinde kalan okulunu ve ilk başta okula gelmeyen öğrencilerine şahit olmaktayız. Filmin devamında öğretmenin alışma sürecini, annesine olan düşkünlüğünü annesinin ona verdiği desteği görmekteyiz. Emre öğretmen İlk başta okula gelmeyen öğrencilerinin evine tek tek gidip onları okula gelmesi için aileleri ile konuşup ikna eder, çocuklar okula gelmeye başlar ama büyük bir sorun ortaya çıkar, köyde tek öğretmen olan Emre öğretmenin birden beşe kadar bütün sınıfları idare etmesi gerekir. İşte gerçek zorluk burada başlar çoğu öğrenci Türkçe bilmediği için zaten iletişim sorunu yaşayan öğretmenimiz, bir de bütün sınıfları aynı anda idare etmesi gerekir. Bir yandan Türkçe öğretim bir yandan ders vermesi gerekir. Yer yer öğretmenin kendini öğrencisine ifade edemezken yaşadığı zorlukları gördüm, defalarca tekrarlamasına rağmen bir türlü anlatamamasına şahit oldum, içten içe sinirden delirirken öğrencisine yansıtmamasını takdir ettim. Çocuklar gerçekten masum öğretmenleri delirirken onlar her şeyden habersiz bahçede oynama derdindelerdi. Ben sürekli kendimi sorguladım gerçekten beni bu kadar anlamayan öğrencilerin ve ya velilerimin karşısında metanetimi koruyamayabilir miydim diye. Büyük bir emeğin sonunda yaz tatilinin geldiğini çocukların karne almasını gördükten sonra film bitiyor.
Filmin değerlendirmesine gelecek olursam; neredeyse her sahnede kendimi gördüm. O çocuklar biziz aslında mesela deftersiz kalemsiz gidiyorlardı veya üstleri başları dağınık bir şekilde, düşünüyorum ben birinci sınıftayken bazen annem saçlarımı taramadan yollardı kıyafetler zaten ütüsüz olurdu, ders çalıştırma desek o da yok çocuk kendi başına ne öğrenirse oydu. Ailemi kınamıyor ve ya eleştirmiyorum onların bir milyon sorumluluk altında bize vakitleri kalmıyordu. Fakirlik diz boyuydu ütü mü vardı bundan 15 sene önce ya da ailelerimiz zor Türkçe konuşurken bize nasıl ders çalıştırabileceklerdi. Biz aslında hayatı biraz geriden başlayan çocuklardık her zaman rakiplerimizden 3 kat daha fazla çalışmamız gerekiyordu. Benim tek şanslı olduğum nokta halamın kızları okul öncesi öğretmeniydiler ve beni 3 yaşımdan 5 yaşıma kadar her gün kendileri ile birlikte okullarına götürürlerdi bu yüzden Türkçe bilerek büyüdüm ama birinci sınıfa başladığımda çoğu sınıf arkadaşım bilmezdi. Yani demek istediğim filmde geçen çocukların yaşadıkları o kadar doğru ki kendimi alamadım. Mesela o kalem ucu ısırışları bile doğallığın nişanesiydi resmen. Benim filmden anladığım gerçekten işini severek yapmayan bir öğretmen olsaydı kesinlikle dayanamaz kaçardı. Çünkü o çocuklarla iletişim eksikliği bile psikolojik çöküntü yaratabilecek bir durumdu. Veya çocuklara bir şeyleri sürekli anlatmasına rağmen anlamamaları kendinde eksiklik varmış hissi uyandırabiliyor bu da berbat bir durum olmalı. Bir diğer örnek velilerin çocuklarına ilgisizlikleri ve ya onlara dersler konusunda yardımcı olamama durumu bütün sorumluluğun öğretmenin omzunda olmasına sebebiyet vermekle, öğretmenden beklenenin çok üzerinde bir performans göstermesi beklenmekteydi ya da öğretmen kendisi böylesi olması gerektiğini düşünmekteydi. Bundan mütevellit milli eğitim bakanlığının her konuda maddi manevi öğretmenlerine destek olması gösterdikleri üstün çabanın ve gayretinin hakkını vermesi gerek. film üzerine konuşulacak pek bir şey kalmadı açıkçası ama filmde geçen olaylara örnek verebilirim. Mesela yine kendi hayatımdan örnekler verecek olursam bu durumun bugün bile değişmediğini görmekteyiz. Doğuda hala eğitim imkanları kısıtlı ve her çocuğa ulaşılamıyor en basitinden Ankara da yaşayıp eğitim gören 6 yaşındaki kuzenim anadili gibi İngilizce ve Fransızca konuşurken, 10 kişilik sınıflarda eğitim görüp, her türlü materyallerden faydalanabilmekte iken burada yaşayan kardeşlerimin bırakın İngilizceyi daha doğru düzgün Türkçe konuşamaması, 40 kişilik sınıflarda eğitim görüp, okullarında istedikleri tüm materyallerin bulunmamasını görmekteyiz. Bu iki durumu karşılaştırınca çokta büyük bir değişim olmadığını görüp, üzülüyorum. Bu durumun iyileştirilmesi için öğretmen atamaları ve okul sayılarının artırılması ve olan okullara da her türlü imkanın sağlanması şart.
Ayrıca değinmek istediğim diğer konu milli eğitimin, batıdan doğuya atanan öğretmenlere bir oryantasyon kursu vermesi, onları karşılaşabilecekleri sorunlara önceden hazırlamaları gerekmekte. En azından öğretmenler onları neyin beklediğini bilerek gelirlerse öğrenci ve velileriyle daha sağlıklı iletişim kurabilirler.