Spoiler içeriyor
1984, toplumu meydana getiren süjelerin ve bu süjelerin düşüncelerinin, eylemlerinin, tutumlarının totaliter, baskıcı iktidar aygıtı tarafından süreğen bir biçimde kontrol altında tutulduğu distopik toplum anlatısıdır. Kitap, vâki olan kitlesel savaşlar nihayetinde ortaya çıkan üç büyük devletten biri olan Okyanusya’da geçmektedir.…devamı1984, toplumu meydana getiren süjelerin ve bu süjelerin düşüncelerinin, eylemlerinin, tutumlarının totaliter, baskıcı iktidar aygıtı tarafından süreğen bir biçimde kontrol altında tutulduğu distopik toplum anlatısıdır.
Kitap, vâki olan kitlesel savaşlar nihayetinde ortaya çıkan üç büyük devletten biri olan Okyanusya’da geçmektedir. Okyanusya sınıfsal bazda iç parti, dış parti ve proloterya olmak üzere üç farklı kategorizasyona tâbi tutulmuştur. İç parti, Okyanusya’nın aklıdır. Diğer sınıflara nazaran daha imtiyazlıdır. Dış parti, Okyanusya’nın eli kolu olarak tariflenebilir. Herhangi bir imtiyaza sahip değildir.
Proloterler ise Friedrich von Schiller’in “Böcek olmayı kabullenenler ezilmeye mâhkumdur.” sözünün hakkını teslim edercesine aksiyon alır, yapmaları gerekenden arta kalan vakitlerde loto oynamak, sonunu düşünmeksizin alabildiğine çocuk yapmak, meyhanelerde sergüzeşt etmek gibi düşünme ediminin kapıdan içeri giremediği faaliyetlerde bulunurlar. Tahayyyülden, kıraattan, eylemden münezzeh olma, onların bir nevî yazgısıdır. Varolan fikirlerinin iktidar aygıtı nazarında bir kıymeti harbiyesi yoktur. 1984’te tek parti rejiminin hâkimiyeti söz konusudur. Bu partinin adı INGSOS’tur. Bu parti, “En iyi idare, itaat ettirmekten geçer.” anlayışını düstur edinmiştir. Bu doğrultuda çıkarına olabilecek her yöntemi mübah saymakta ve hükümranlığı altındaki kişilere tam anlamıyla pres yapmaktadır. Okyanusya’nın esas yöneticisi, her şeyin ardında olan esas güç ise Büyük Birader’dir. Büyük Birader’in var olup olmadığı ise büyük bir muammadır. Her ne kadar durum böyle olsa da hemen hemen her nesnede onun sureti görülür. Dolayısıyla bu nesnelerin görülmesi, teması vb. sonrası oluşan korku, -esasında olmayan- gerçeğe olan korkuyu artırarak onu bir tür yaratılmış gerçek kılar; ancak esas olan şey şudur: Büyük Birader, yönetimin vücûdî hâlidir.
Bu distopyada kesif ve sürekli bir gözetim aktivitesi mevcuttur. Okyanusya’da pratik edilen gözetim, Jeremy Bentham’ın ortaya koyduğu Michel Foucault’nun sistematize ettiği “Panoptik” şekildedir. Gözetim, güvenliği sağlamaktan ziyade bireyleri tahakküm altına almak için olmazsa olmaz bir vasıtadır. Bu distopyada esasen gözetimin ekstrem derecelerde seyretmesi, onu araç olmaktan çıkarmış ve amacın ta kendisi hâline getirmiştir. Kitapta geçen “Büyük Birader seni izliyor.” mottosu, durumu doğrular niteliği haizdir. İlave olarak, teleekranların varlığı, sistematik ve mütemadi gözetimin mevzubahis olduğunu ortaya koyar. Teleekranlar sebebiyle bireyler, uykularında dahi gözlenebilir vaziyete gelmişlerdir.
Hazır bu distopyadaki gözetim konusuna değinilmişken, ilgili eserde özel yaşamın olmadığının da altının çizilmesi gerekir; zira mezkûr satırlarda bahsedilen teleekranlar ve teleekranlar dışında devriye polisleri ve düşünce polisleri dolayımıyla bireylerin özel hayatları tabiri caizse ilgâ edilmiştir. Helikopter sürekli devriye uçuşu yapmakta ve bireyleri yakından izlemektedir. Düşünce polisleri ise bu noktada en ürkünç olanıdır. En ufak bir muhalif söylem kırıntısında, muhalif düşüncede, davranışta ve karşıtlığın jest ile mimikte tezahüründe sorumlusunu derdest etmektedirler.
Bu distopyada beden tahakkümü konusu da ele alınmaya muhtaçtır. Beden tahakkümü bağlamında hissî her türlü ilişki, cinsellik vb. mefhum iktidar mekanizması tarafından tamamıyla yasaklanmıştır. Evlilik müessesesi, iktidar tarafından bizatihi onun yararına olacak biçimde salt ‘çocuk yetiştirme çiftliği’ hâline getirilmiştir. Öyle ki dünyaya getirilen çocuklar, ispiyonaj aktivitesi için her an hazır ve nâzırdır.
Bu distopyada düşünce suçu adı verilen bir mefhum söz konusu kılınmıştır. Böylelikle iktidar aleyhine hareket etmenin önü kesilmeye çalışılmıştır. Bu durum bir anlamda Ralph Waldo Emerson’ın şu sözünü akla getirir: “Her fiilin öncesi düşüncedir.” Bu bağlamda bu distopyada düşünce suçu ihdas edilerek olası muhalif hareketlerin önüne set çekilmiştir.
İlgili distopyada “Yenisöylem” adı verilen yapay bir dil tevlit edilerek umumi söyleyiş dahilindeki bazı kelimeler ayıklanmış ve böylelikle düşüncenin ufukları daraltılmıştır. İşin esprisi: kişinin istese bile tahayyül edememesi ve herhangi bir protest tutum içinde olamamasıdır. En nihayet düşünce suçunu olanaksız hâle getirmek.
Bu distopyada iktidar mekanizması, öz varlığını daim kılmak adına derin bir “şeytanlaştırma” faaliyeti yürütür. Bu minvalde “İki Dakikalık Nefret” adı verilen haftalar ilân eder. Bu kapsamda Okyanusya’nın en büyük düşmanı olarak lanse edilen Emmanuel Goldstein’a Okyanusya sakinlerine cinnet vaziyetini anımsatan öfke kusumu işi ihale ettirilir. Bu öfke kusumu ihalesinden kaçış yoktur; zira düşünce devre dışı bırakılır ve bu anlarda sadece duygular sahne alır. Bu, bir nevi dini bir husus olan “şeytan taşlama” gibidir. İki dakikalık nefret etkinliklerinde esir düşman askerlerinin idam gösterileri de peydah olur. İki dakikalık nefret, amansız beden tahakkümü neticesinde realize olamayan duygu boşalımı mevzuun iktidar eliyle yekpâre şekilde icrâsıdır.
Bu distopyada gerçeğe, iktidar tarafından geçmişin biçimlendirilmesi suretiyle ket vurulmuştur. Kitapta geçen ifadeyle: “Geçmişi denetim altında tutan geleceği de denetim atında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar.” Bu sayede her türlü mukayesenin, kritiğin önüne geçilir.
İlgili distopyada yığınları kontrol altında tutmak adına yoğun bir propaganda faaliyeti de söz konusu olur. Misalen: “Savaş, barıştır. Özgürlük, köleliktir. Cahillik, güçtür.”
Bu kitap özelinde, anlatılanlardan telâkki edilmesi gereken şey, birey iktidarın işine yaradığı, iktidarı devamlı kıldığı nispette geçerlidir. Aksi takdirde birey, yok hükmündedir.