Bir süredir izlediğim en duygu yüklü film. Aslında bir psikolojik gerilim filmi sayılabilir ancak senaryosu o kadar iyi yazılmış ki film sizi her duygu bakımından tatmin ediyor. Duygusal yönü çok baskın. Çok derin iki depresyon eşzamanlı olarak işleniyor filmde. Biri…devamıBir süredir izlediğim en duygu yüklü film. Aslında bir psikolojik gerilim filmi sayılabilir ancak senaryosu o kadar iyi yazılmış ki film sizi her duygu bakımından tatmin ediyor. Duygusal yönü çok baskın.
Çok derin iki depresyon eşzamanlı olarak işleniyor filmde. Biri Susan’ın depresyonu, biri Susan’ın eski eşi Edward’ın depresyonu. Edward bir roman yazıp Susan’a ithaf ediyor ve kitabın adını da Susan’a taktığı bir lakap olan “Gece Hayvanları” koyuyor. Roman ve Susan’ın bu romanı okuduğundaki ruh hali eşzamanlı olarak işleniyor.
İşler burada karışıyor aslında. Romandaki olaylar başlı başına bir film potansiyelinde, ancak Susan ve Edward ilişkisiyle ve ayrılıklarıyla imgesel bir bağlantı taşıyor. Bir yandan bağlantıları anlamaya çalışırken bir yandan bu ayrılıkta kim haklı kim haksızı sorgularken buldum ben kendimi. Susan bu esnalarda çok mutsuz bir evlilik yaşıyor ve Edward’ı terk ettiği için kendini çok kötü hissediyor. Kitap da bu dönemlerde eline geçiyor ve Susan’ın depresyonunu tetikleyen bir unsur haline geliyor. Bir nevi Susan’ın ayakkabısındaki bi taşa dönüşüyor kitap. Kendini daha da sorgulamaya ve suçlu hissetmeye başlıyor. Edward ilişkileri esnasında çok daha duygusal, narin ve karşısındakini kırmaktan korktuğu için hislerini Susan kadar radikal şekilde söyleyemeyen birisi. Kitapta hislerini o kadar iyi dile getirmiş ve bu hisler o kadar yoğun ki acısını çok derinden hissedebiliyorsunuz. Aynı zamanda Susan’ın kendisine zamanında dediği “Kendini yazmasan mı? Okurken dikkatim dağılıyor, belki başka bir şeyler deneyebilirsin.” cümlelerine de çok sağlam meydan okuyor. Susan bir nevi Edward’a söylediği tüm şeylerin altında eziliyor ona neler hissettirdiğini anladıkça. Edward’ın amacı direkt olarak intikam almak değilse bile dolaylı yoldan intikam almış oluyor. Çünkü bana kalırsa Susan’ın mutlu bir evliliği ve aile hayatı olsaydı, manevi boşlukta olmasaydı, kitabı da bu kadar merakla ve ilgiyle, kendinden bir şeyler arayarak okumazdı. Bu da benim ilk sorgulamalarımdan biriydi. Susan kendini çok kötü hissediyor, tamam ama kötü hissetmesinin sebebi Edward’ı çok kırması mı, yoksa Edward’ı terk ederek kendi hayatında ummadığı, kötü bir yol ayrımına girmiş olmaktan pişmanlık duyması mı? Bence karakter birçok noktada Edward’dan çok kendine üzülüyor ve pişmanlık duyuyor. Verdiği kararlar onu yanıltmasaydı ve mutlu olsaydı, Edward hakkında bu kadar kötü hissetmezdi kendini.
Diğer bir sorgulamam da Susan’a çok yüklenilip yüklenilmediği oldu. Bazı esnalarda hissettikleri canımı yaktı galiba. Psikolojik olarak çok ağır bir yükün altında bırakılmış gibi hissettim. Edward biraz fazla kindar geldi galiba. Kötü bir ayrılık, evet. Ama ayrılık işte yani. Bir evlilik biterken ne kadar iyi bitebilir ki zaten? Filmde Edward’ın hassas biri olması da bu yüzden özellikle vurgulanmış bence zaten. Çok derin ve yoğun hisseden bir karakter.
Çok çok güzel ve 2 saati dolu dolu hisler yaşatarak bitirmeyi başarabilen bir film. Tempo hiç yavaşlamıyor, akıcı, sürükleyici, roman okuyormuşsunuz hissi de veriyor bence birçok noktada, hikayenin çok katmanlı olması o açıdan çok hoşuma gitti.
9/10 veriyor, kesin izleyin diyorum.