Spoiler içeriyor
Az önce izledim, çerezlik bir film olsun diyerek açmıştım, öyleydi de. Kaos yürüyüşü (Chaos Walking), 2021 yapımı bir film. Patrick Ness'in The Knife of Never Letting Go (2014) adlı romanından uyarlama imiş. Kitabı okumadım. Film-kitap uyarlaması hakkında konuşmayacağım yani. Benim…devamıAz önce izledim, çerezlik bir film olsun diyerek açmıştım, öyleydi de. Kaos yürüyüşü (Chaos Walking), 2021 yapımı bir film. Patrick Ness'in The Knife of Never Letting Go (2014) adlı romanından uyarlama imiş. Kitabı okumadım. Film-kitap uyarlaması hakkında konuşmayacağım yani. Benim düşündüğüm şey bambaşka.
Filmde (spoiler sayılmaz), yaşadıkları gezegenin özelliği olarak, erkeklerin iç sesleri diğer kişiler tarafından duyulmakta; kadınların ise böyle özel bir durumları yok. Bu sebepten, kadınların sır saklayabilmeleri, saflarını belli etmemeleri, erkeklerin bu durumdan duydukları rahatsızlık ile ilgili bazı ifadeler geçiyor filmde.
Bu konu üzerinde biraz düşündüm de...
Kadın erkek ayrımı, binlerce yıldır süren bir savaş. Üstünlük veyahut kompleks. Bu benim değil, kadın çalışmaları anabilim dalının konusu veya sosyolojinin. Benim düşüncem daha çok "insanı insandan ayırmış olma meselesi". Kadın ve erkek diye ayırmak, yalnızca biyolojik açıklamalar ilgili olmalıydı. Zihinsel ve fiziksel süreç ile ilgili değil. Evet kabul ediyorum, biyolojik süreçler zihni ve fiziği etkiler, doğru. Ama demek istediğim tam olarak bu; mesele sadece biyolojik olmalıydı. Ne zaman zihne, bedene, hayata, hayale, var olup olmama hakkına geldi konu, ben kaçırmışım. Neyse, konu bu değil. Benim konum daha çok bilimsel/kurgusal ve felsefi bir bakış açısı. Cinslerden birinin tükendiğini varsaysak mesela, kadınlar veya erkeklerden biri yok olsa. Hayat nasıl olurdu? Bu konuda yarım yamalak hatırladığım bir bilimsel araştırmaya göre kadınların kendi kendine üremesi genetik olarak mümkünmüş, ama yenidoğanların hepsi XX genine sahip olacak, yani kadın. Peki ya erkekler? Onların durumu ne olurdu? Ya da cinsiyet ayrımı olmasaydı, herkes herşey olsaydı mesela. Ursula K. Le Guin'de bu konu üzerine düşünmüş, gerçekten takdire şayan bir hayal gücü. Karanlığın Sol Eli, kitabın adı. Cinsiyeti uykuda olan insanlar aylık döngüler içerisinde kısa bir süre için kadına veya erkeğe dönüşüyor. Yani bir insan, bazen bir çocuğu doğuran annesi iken, bazen babası oluyor. Bu kitabı bitirdikten sonra günlerce, cinsiyetsiz bir toplumda yaşamak nasıl olurdu diye düşündüm. Çocukken ve gençken her zaman, cinsiyet ayrımının kafamızın içinden dışarıya aktığını düşünürdüm. Evet, kesinlikle öyle. Ve o kadar çok taşmış ki kültürle eklemlenmiş; ayrılmaları imkansıza evrilmiş. En hümanist olduğunu savunan kişide bile cinsiyet ayrımı izlerini gördüğüme yemin edebilirim. Bu cümleleri yazan benim bile zihnim cinsiyetçi ifadeler ile dolu. Oysa ki bilgi boyutunda "Üstünlük yalnız takvadadır" diyen Muhammed Peygamber'in sözünü kazımıştım kafama. Önce insan olduğumuzu savunup durmuştum. Daha bir hafta önce, pozitif ayrımcılık da bir ayrımcılıktır'ı savunmuştum; çünkü o gün, hasta olduğu her haliyle belli olan erkek çalışana gösterilmeyen hoşgörünün, hasta olduğunu iddia eden kadın çalışana gösterilmesi üzmüştü beni. Evet, biyolojik farklılıklar veya durumlar dikkate alınmalı, ama kadında alındığı kadar erkekte de alınmalı. Hatta ve hatta biyolojik farklılıklar ve durumlar, insanda dikkate alınmalı, cinsiyetlere özel bakılmamalı duruma. Üstünlük de böyle. Üstünlük diye bir şey olmazsa, kompleks de olmaz, değil mi? Kültürler kompleksleri yaratmasa, üstünlük yaşayamaz, değil mi? Kadın erkek yerine insan-insanlık dışı gibi ayrımlar yapılmalı belki. Evrensel ahlaka vurgu, insanlığı kurtarabilir, bir umut. Gerçi, evrensel ahlakı da tartışmak gerek ama şimdi değil :)
Film güzeldi, çerezlikti, ama güzeldi. Bir kaç gün oyalar zihnimi :) Tavsiye ederim.