Spoiler içeriyor
Ehe, bu biraz uzun ve spoili. Kitabı ilk görüşümde elime alıp arkasını okduğumda hatırlayamadığım bir dalda ödül almış bir Türk yazarın elinden bu tür bir distopik kitabın çıkmış olması fikri bayağı etkileyici geldi. Merak ettim ve uzun süredir süründürdüğüm canım…devamıEhe, bu biraz uzun ve spoili.
Kitabı ilk görüşümde elime alıp arkasını okduğumda hatırlayamadığım bir dalda ödül almış bir Türk yazarın elinden bu tür bir distopik kitabın çıkmış olması fikri bayağı etkileyici geldi. Merak ettim ve uzun süredir süründürdüğüm canım kitabım Sineklerin Tanrısı biter bitmez başlayayım dedim ama pek beklediğimi bulduğumu söyleyemem.
Ana karakterimiz içinde yaşadığı dünyanın düzeninden memnun olmayan ve düzene aykırı hareket eden bir dahi. Bu dünyayı bir yapay zeka yönetiyor ve çocukları okula başladıkları ilk yıllardan itibaren duygusuz birer robot gibi yetiştiriyor. Aşk, sevgi gibi bağlardan tiksinerek büyüyor yani insanlar. Bu düzenin aciz ve basit bir parçası olmak istemediğinden dünyayı yöneten Nuit adındaki yapay zeka sistemini defalarca sınavlarda kandırmış ve yüksek zekasına rağmen sıradan bir vatandaş olmayı başarabilmiştir, bununla da övünür kendileri. Basit bir çöp toplayıcılığı işine, -12. katta basit bir daireye ve yine üstün yetenekleriyle tasarladığı ev robotu Barbie’sine sahiptir. İsmi de Han bu arada.
Han’ın yıllardır yakın arkadaşı olan bir hanımefendi, ki adı Zia, bir gün Han’a Beton Orman’dan yeni bir uyuşturucu getirir.
Bu noktadan sonra artık geçmiş olsun. Uyuşturucunun adı Güneş ve içen kişide muhteşem boyutlarda duygu patlamalarına sebep olduğu biliniyor. Han’a vermeden önce Zia kendisi denemiş ve birine aşık olmuş güya. Bu çok akıllı hanım kızımız uyuşturucuyu getirip bizim salağa çok basit bir şeymiş gibi veriyor ve bu salak da çok basit bir şeymiş gibi gidip bunu işte içiyor. (Uyuşturucu içilir bu arada değil mi???)
Her neyse, sonuç olarak saçma sapan bir şey olduğunu ve hiç bir etkisinin olmadığını düşünüyor başta Han. Daha sonra Zia’nın söylediklerini hatırlayarak gevşiyor ve kendisini uyuşturucuya bırakıp rahatlıyor. Aradan geçen kısa bir sürenin ardından iş yerinde daha önce hiç görmediği nefes kesici güzellikte bir kızı görüyor ve kıza anında aşık oluyor (bilin bakalım neden? tabii ki güneşten.) ve birden bire kızdan başka bir şey düşünemez oluyor. Çalışamıyor, düşünemiyor, odaklanamıyor ve sürekli bu kızı merak ediyor. Aralarda önemsiz bir kaç şey var, atlıyorum.
Sonra işte bir şekilde tanışıyorlar (kızın nişanlı olduğunu vs öğreniyor ama tabii pek önemli değil bu salak için.) ve işten “arkadaşı” Yuma aracılığıyla kızı evine davet etmiş oluyor. (Kızın adı da Azra.) Efendim sonracığıma, bu Yuma ve Azra geliyorlar bizim salağın evine ve bu da tabii kız gelecek diye saçma sapan masraflar yapıyor. Yok sisti, sigaraydı, içkiydi ottu boktu derken Zia geliyor ve büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor (tahmin edebileceğiniz malum sebeplerden). Gelmişken bari şu gerizekalıyı kızla yalnız bırakayım da hevesini alsın gibi bir kafayla Zia Yuma’nın dikkatini üzerine çekip gitmek istediğini söylüyor ve ikiliyi baş başa bırakıyorlar. Başta gayet hoş ve tatlı bir ilişkinin başlayacağını düşünsek ve gerçekten de öyle olabilecek gibi görünse de kitap ilerledikçe işler saçma sapan bir hal alıyor. Han kıza böyle minnoş minnoş yaklaşıyor gibi gözükse de, aslında bunu sadece en başta düşünebiliyoruz çünkü gerçekten sonradan her şey çok tuhaflaşıyor ve okurken bu taciz ve dolaylı olarak tecavüz sayılabilecek olaylardan rahatsızlık duyuyorsunuz, oğlan kafayı yemeye başlıyor ve garip bir saplantı haline getirmeye başlıyor kızı. Özel hayatına müdahaleler mi dersin, bir şekilde -nasıl bir şekilde açıklamayacağım, çünkü kitabın neredeyse en önemli spoilerı- kızı evine getirip resmen zorla ilişkiye girmek mi dersin, -burası bayağı ağır spoi- kızın yattığı kişiyi kıskanıp adamı öldürmek mi dersin…
Yani hmm.
Şimdi kitabı boklayamam. Allah var, cidden bir Türk yazarın klasik aptal saçması liseli watty kitapları gibi değil (BU BİR GENELLEMEDİR, İSTİSNALAR VE GERÇEKTEN İYİ KİTAPLAR TABİİ Kİ VAR. HİÇ KİMSEYİ GÜCENDİRMEK GİBİ BİR NİYETİM YOK, TEŞEKKÜRLER). Atmosfer için üretilen terimler, mekanların isimleri, genel olarak insanların kafa yapısının işlenmesi (insanların kredilerini doldurup zenginlik, lüks ve bir nevi hırslar peşinde koşmaları, elalem ne der gibi saçma kaygılar, ki bu Zia’nın ailesi üzerinden kısaca bahsedilmiş bir nokta sadece, kitabın neredeyse en gerçekçi ve sevdiğim yönlerinden biri) fena değil. Okuması da keyifli. Ama bilemiyorum, diyalogların yapmacıklığı, o distopik evreni ön plana çıkarıp daha farklı konular işlenebilecekken yine dönüp dolaşıp saplantılı bir aşığın işlenmesi, bir nevi bariz aşk üçgeni vs vs…
Karakterlerin derinliği desem, ben onu da tam alamadım gibi. Zart zurt yeni birileri girdi, girdikleri gibi de öldüler zaten hani ondan da bir şey anlamadım. Yani bilmiyorum hani beğenmedim değil ama bazı şeyler cidden okurken garipti. Ayrıca hani gerçekten, bence kitabın arkasında yazanları okuyunca beklentiye girmemek mümkün değil ve beklentim distopik bir dünyada bir şekilde birbirlerini bulan iki sıradan insanın karmaşık ama karşılıklı aşkın olduğu ilişkileriyle atmosferin ağır ağır ama büyük bir zevkle kendini çözümlemesiyken garip bir saplantı aşka rastladım kitapta.
Yer yer keyif veren ama bir yandan da beyninizi böyle bi nE??? moduna sokan bir kitaptı. Ayrıca devamı gelecek gibi bitti sonu -sonuyla ilgili spoi vermeyeceğim, verdiğim spoiler fazlasıyla yeter diye düşünüyorum- ama okur muyum, sanmam. Öyle bir şeylerdi işte.