Spoiler içeriyor
Jack London gerçekten büyük bir yazar, bunu içtenlikle söylüyorum. Kaleminden çıkan o eşsiz satırları okumak ruhumu besliyor. Ve bu kitap da bence konuşulmasa da büyük eserlerinden. Kitapta haksız yere ömür boyu tecrit ve daha sonra dövülen kendisi olduğu halde arbedede…devamıJack London gerçekten büyük bir yazar, bunu içtenlikle söylüyorum. Kaleminden çıkan o eşsiz satırları okumak ruhumu besliyor. Ve bu kitap da bence konuşulmasa da büyük eserlerinden.
Kitapta haksız yere ömür boyu tecrit ve daha sonra dövülen kendisi olduğu halde arbedede burnu kanayan bir gardiyan yüzünden idam cezası yemiş bir profesörü görüyoruz. Profesör buradaki işkencelerden kaçabilmek için geçmişine, önceki benliklerine seyahat ediyor. Ve bu benliklerin hikayeleri başlı başına ayrı bir kitap olabilecek türden. Siz profesör Standing'in ruh hakkındaki görüşlerini ve idama yaklaşan her bir dakikasını okumaya dalmışken, London sizi bir anda bambaşka bir hikayeye taşıyor ve bu hikayeyi okurken yabancılık çekmiyor aksine her bir satırından zevk duyarak bu hikayeye odaklanıyorsunuz.
Şahsen tüm bu Darrell Standingleri okurken apayrı deneyimler yaşadım. Başka zamanların insanı oldum ve onlarla bütünleşmeye çalıştım. Onların bilincini kazanıp onlara dönüşmeye uğraştım. Başardım mı bilemem ama tüm bu çalışmalarımda önemli şeyler öğrendim. Farklı coğrafyalarda hayatta kalmaya çalıştım ve kendi içimde onların hayatlarına bir pencere açtım. Bunu Darrell 'a ve tecritteki dostlarına da yapmaya çalıştım. Bu yüzden kitap benim için kendi zihnimi başkalarına yönlendirme yönünden etkiliydi.
Ve burada gerçekten bu kitap için söyleyecek çok şeyim var. Hani bazı kitaplar olur da okurken damağınızda hoş bir tat bırakır, elinizden, gözünüzden uzaklaştırmak istemezsiniz ya; bu kitap benim için öyleydi işte. Hepsini anlayamamış olsam da (henüz toy olmamdan ötürüydü) tüm bu felsefi görüşlerle ufkumu açtı. İnsanların çağlarındaki vahşetlerden ve yok olma korkusundan sarıldıkları dinlerini okumak da benim için önemliydi. Ve her birinin aslında aynı gaye uğrunda (yok olma korkusuna ebedilik düşüncesiyle karşı çıkma) savunduğu dinleri için birbirlerini katletmeleri, ölüp öldürmeleri beni etkiledi. Savundukları şeyler temelde aynı nedenden ötürü olsa da başka kalıplara koyduklarından bu farklılığı yok etme dürtüsüyle kapatmaya uğraşıyorlardı, hala uğraşıyorlar. Günümüzde de insanların birbirlerine ne saygı duyabildiği ne de temelde aynı fikri savunduklarını anlayıp kaynaştıkları bir ortam elde edememiş olmak üzücü.
Yalnızca dinsel yönden değildi bana kattıkları. İnsanların ırk ayrımlarına da dikkat çekiyordu kitap. O zamanların ırkçı Amerika'sında yazılmış bir kitapta sırf farklı bir ırktan oldukları için Asya'da türlü maskaralıklar yaptırılan, esir edilen, belki içlerinden biri engelleyemeseydi öldürülecek olan beyazları görüyoruz. O dönemde bu kitap bence ırkçılığa dikkat çekebilecek bir kitaptı. Çünkü öyle bir dönemde beyazların da ırkçılığa uğrayabileceklerine dikkat çekilmeye çalışılmıştı. Ve ırkçılık konusunda profesörün farklı bir benliğinden olan öyküdeki bir karakter betimlemesi beni gerçekten etkilemişti. Hatta bir süre etkisi altındaydım ve hatırladıkça midem bulanmıştı. Orayı alıntılamak istiyorum:
🌌...Laban'a bakmayı sürdürdüm. Uzun saçlarıyla, çarıklarıyla ve püsküllü tozluklarıyla gerçekten de acayip bir tipti. Güderi gömleği öyle yıpranmıştı ki orasından burasından lime lime olmuş paçavralar, bunların bir zamanların gururlu püskülleri olduğunu gösteriyordu. Uçuşan paçavraların adamıydı o. Uzun zaman önce, yolculuğun başladığı günlerde, bir sağanağın ardından cilalı siyah bir görünüm almış kirli saç tutamlarının belinde sallandığını anımsıyorum. Bunların Kızılderilikere ait kafa derileri olduğunu biliyordum ve görünüşleri beni hep büyülüyordu. (...)
Bu betimlemedeki Kızılderililere karşı olan nefret öyle bir boyutta ki gözle görülebilir, tutsan hissedilir gibi. Ve bunları söyleyen dokuz yaşındaki bir çocuktan başkası değil. Dokuz yaşındaki bu çocuk büyüdüğü bu nefret ortamında belinden, bir zamanlar nefes alıp gülen, konuşan, aşık olan, ve kalbi atan insanların bizzat tarafınca yüzülmüş kafa derileri sallanan bir adama beslediği hayranlığı okumuş olmak kanımı donduruyor. Etkisini atlatabileceğimi de sanmıyorum. Fakat burada da büyük bir mesaj var. Günümüzde hala çocukları yetiştirirken bazı şeylere karşı öylesine dolduruyoruz ki onları, yüreklerine kadar nefreti sokuyoruz. Ve bu nefret bu çocukları büyüdüklerinde ele geçiriyor. Daha sonra da onları neyin çıldırttığını, saldırganlaştırıp çevreye zarar verdirttiğini sorguluyoruz. Ve ben bu çocuklara her zaman üzülüyorum. Çünkü çoğu bu nefreti atlatamıyorlar.
Aslında kitaba şöyle bir bakılınca tamamen diğerlerine baskın bir problem göremesem de (her biri ayrı ayrı düşünülerek gösterilmişti çünkü) içten içe her satırında ya da her hikaye sonunda gerçek zamana dönüşte peşimizi bırakmayan esas sorun hapishaneler. Öyle bir rahatsız ediyor ki bu durum. Yani oradaki insanların mükemmel bir muameleye layık olduğunu ya da muhteşem şartlarda yaşaması gerektiğini söylemiyorum ama bence bu tutumlar insanlık suçudur. Yani madem toplumdan silinmesi gerektiğini düşünüyorlar bu insanların o zaman neden direkt olarak idam (asla idamı savunan birisi değilim sadece işkencelere daha fazla karşıyım) etmiyorlar? Ya da neden başka insanlara, topluma veya düzene zarar verdikleri için bu insanlar toplumdan acımasızca soyutlanırken; bu insanlara işkenceler eden, bazen bu işkenceler sırasında onları öldüren, kapalı kapılar ve karanlık koridorlar ardında her birinde hayallerimize sığdıramayacağımız travmalar, acılar bırakan ve bunları suçlu olarak anılan insanların çoğuna rahatça yapabilenler cezalandırılmayıp bir de üstüne işledikleri bu insanlık suçundan para ve saygınlık kazanabiliyorlar? Bir tarafta aynı suçu bir ya da birkaç kişiye karşı işlemiş birisinin yok edilmesi arzulanırken aynı şeyi kitleler halindeki suçlulara yapanlar neden kahraman gibi lanse ediliyor ve üstüne para kazanıyorlar? Elbette ki toplumun bir kesimini güvende yaşatmak için yöneticilerin katillere, tecavüzcülere ve bilimum tehlike arz edenlere karşı bir önlem alması lazım fakat temellerinde onların da insan oldukları düşünülerek yapılmalı bu. Çünkü hepimizin damarlarından akan kanda bu saldırganlık mevcut fakat bazılarımız bunu dışarı çıkarmak için etraftan bir tehdit almazken diğerleri belki de birkaç dakikalık bir hatadan ötürü işkencelere maruz bırakılıyor. Dediğim gibi düzeni sağlamak için manyakça işkencelere ihtiyaç duyulmamalı.
Bu kitabın üzerine çok konuştum biliyorum ama gerçekten bunu hak eden bir kitap. Ve ileride bu kitabı karıştırmaya devam edeceğimden eminim. Çünkü London aynı anda hem bize felsefi görüşlerini aktardığı hem toplumun büyük sorunlarına dikkat çektiği hem de yıllarca boş bırakmadığı beyninin enginliğini bize gösterdiği, başta arkadaşı Ed olmak üzere hapishanelerde haksız işkenceler çeken tüm insanlar adına mükemmel bir eser bırakmış.
Bıraksanız sabaha kadar da kitap üzerine konuşabilirim çünkü yalnızca profesörün değil tüm benliklerinin hikayeleri beni çok etkiledi. Fakat özellikle etkilendiğim sanırım kuzeyden gelen Cermenli Roma komutanının hayatıydı. Çünkü profesörün ilk imgelemesi oydu ve gerçekten de müthişti. İskandinav tanrılarına inanan bu komutanın cenneti hakkındaki düşünceleri de beni etkiledi. Günlük hayatımda belli şeylere karşı ben de aynı düşüncedeyim. O yüzden hoşlandığı Yahudi kadınla olan konuşmasını da burada paylaşmak istiyorum:
🌌 " Kutsanmışların mekânı Valhalla'dır." diye öne sürdüm. " Örneğin, çiçekler hep varsa kim umursar onları? Benim ülkemde, demirden kış çözülüp güneş uzun geceyi kovaladıktan sonra buzun kenarından patlak veren ilk tomurcuklar neşe kaynağıdır ve bakar da bakarız."
" Ve ateş!" diye haykırdım. " Büyük yüce ateş! Sizinki gibi bir cennette insan, dışarıda fırtınayla kar hüküm sürerken sağlam bir damın altında kükreyen bir ateşin değerini doğru düzgün bilemez."
Yani ben de bazen aynı şeyi düşünüyorum. Belli sorunlar yaşamadıkça bir şeylerin kıymeti bilinemiyor. Örneğin üzülmedikçe o bir anlık mutlulukların kıymetini bilemeyiz. Ya da sıcaktan kavrulunca içtiğimiz suyla alelade bir vakitte içilen su bir midir? Bir insanı kaybetmedikçe ya da kaybetmeye yakın olmadıkça onun değerini ne kadar çabuk anlayabiliriz?
Çok fazla uzattım fakat baştan beri söylediğim gibi bu kitabın yeri bende çok ayrı. Bu yorumumu okuyacak kadar sabrı olan insanların kitabı da okumasını tavsiye ederim. Kalıcı olan ruhunuzun kıymetini bilin.