“Kalbi gerçekten temiz insan, tanrısız kalmanın uçurumu ve körü körüne inanç bataklığı arasındaki zorlu yolda atacağı adımın muhasebesini yapmalıdır.” İki hafta önce bitirdiğim kitaba bugün inceleme yapma kararı aldım. Hem hala zihnimi meşgul ettiği için hem de pek okur sayısına…devamı“Kalbi gerçekten temiz insan, tanrısız kalmanın uçurumu ve körü körüne inanç bataklığı arasındaki zorlu yolda atacağı adımın muhasebesini yapmalıdır.”
İki hafta önce bitirdiğim kitaba bugün inceleme yapma kararı aldım. Hem hala zihnimi meşgul ettiği için hem de pek okur sayısına sahip olmadığı için bir iki satır bir şey yazmak istedim.
Söz konusu kitap, 3 yıldır alınmayı bekliyordu. Geçenlerde kitapçıda tesadüfen karşılaşınca hemen alınacaklar arasına eklemiştim. Açıkçası denk geldiği zaman da benim için çok iyi oldu. Gündemden biraz olsun uzaklaşmamı, kafamı dağıtmamı sağladı.
"Tanrı’nın Kapısını Çalan Bilim" Carl Sagan’ın Gifford konferans konuşmasının metinlerinden oluşuyor. Kitap, Sagan’ın eşi ve aynı zamanda iş arkadaşı olan Ann Druyan tarafından bu ilgi çekici başlık altında hazırlanılmış. Sagan, bu kitapta Tanrı’nın varlığıyla ilgili kanıtlar arıyor. Sık sık "Neden?" sorusunu soruyor ve kendisi bir bilim insanı olarak en çok Tanrı'nın, yaratılış hakkında bunca yanlış temel kavramı neden verdiğini sorguluyor. Kitapta birçok astronom (Sör William Huggins, Giovanni Domenico Cassini, Pierre-Simon Laplace...) ve filozoflardan (Kant, Aristo, Anselmus...) bahsediyor. Yer yer de yazarlardan (Lev Tolstoy, Fyodor Dostoyevski, Thomas Paine) alıntılar yapmış, bu da kitabı çok daha iyi bir hale getirmiş. Ben kitabı iki bölüme ayırarak değerlendirmek istedim: Kozmoloji ağırlıklı bölüm ve felsefe ağırlıklı bölüm olarak. İlk bölüm kozmoloji bölümü...
Aranızda bilenler vardır muhakkak, evrenin insan türünün etrafında döndüğünü iddia eden hümanist bir öğreti vardır. Özellikle de din de bu öğreti sık sık karşımıza çıkıyor, işte Sagan bu öğretinin ne kadar yanlış olduğunu (benim ayırdığım) ilk bölümde gösteriyor. Yani evrenin ne kadar büyük olduğunu, yerkürenin de ne kadar küçük olduğunu belirtiyor. Kitabın son sayfalarında numaralandırılmış görseller yer alıyor, görsellerle ilgili de heyecan verici dipnotlar. (Evrene ilgi duymaya başladıysanız ve nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, "Our Universe" belgeselini izleyebilirsiniz. Çok çok güzel.) Sagan evrenin ne kadar küçük olduğunu gösteriyor ama asla değersiz olduğumuzu ima etmiyor. Hatta çok hoşuma giden bir sözü var, sözü buraya aktarıyorum: “Eğer bir insan sizinle aynı fikirde değilse, size ters düşüyorsa, bırakın o da yaşasın. Yüz milyar galaksiyi gezip de tek bir insan bile bulamayabiliriz.”
Bu bölümde çokça heyecanlandım, özellikle de verilen bilgiyi okumadan önce, görsellerden çıkarımlar yaptığımda. Biraz zamanımı aldı bu. Hatta 15’er dakikalık kısıtlı zamanımda, kitabı bırakmak istemediğim için sıkıntılar yaşadım, bu yüzden eş zamanlı olarak başka kitaba başlama kararı aldım ama tabii ki uymayıp, buna devam ettim.
Birinci bölümün ikinci kısmı; Yerküre-dışı yaşam. Bu kısım şaşırmamı ve silkelenmemi sağladı. Ben olaylara birazcık ütopik bakıyormuşum, o işler öyle kolay değilmiş. Tabii bir de geçmişten bugüne gelen inanılması güç olaylara ve iddialara dem vurmuş yazar. Sözgelimi piramitlerin yapılışı ya da insanların UFO gördüm iddiaları. Bu kısımda bi gıdım hayal kırıklığı yaşamış olsam da, UFO gördüklerini iddia eden insanların trajikomik hikayelerini okumak güzeldi. Yavaştan bölümü toparlayıp ikinci bölüme geçiyorum; Sagan genel olarak bu bölümde, canlıların var olması için, evrenin var olması için bir Tanrı’nın varlığının çok da gerekli olmadığını belirtiyor. Kuyrukluyıldızlarla ilgili bir kısım var bu bölümde ama yazarın, “ Kuyrukluyıldız” adındaki kitabını okuyacağım için çok girmek istemiyorum. Bir de Termodinamiğin İkinci Yasayıyla, Tanrı bağlantısı kurduğu bir kısım vardı onu ayrıca beğendiğimi belirtmek isterim. Gelelim felsefe ağırlıklı bölüme…
Burada Tanrı varsayımı üzerinde duruyor yazar. Gönderinin başında Sagan’nin, her şeyi bilen kadir-i mutlak Tanrı’nın yaratılışla ilgili verdiği yanlış bilgileri sorguladığını belirtmiştim. Burada bunu biraz açıcam. İncil de dünyanın tepsi gibi dümdüz olduğu açıkça yazılmıştır. Tevrat’ta da dünyanın düz ve altı bin yıllık bir geçmişi olduğu yazılmış. Kitapta tek eksik bulduğum konu şu ki; İslamiyet üzerinden çok örnek gösterilmemesi. Çoğunlukla Hristiyan teolojisi üzerinde durmuş. Müslümanlık üzerinde de durmuş ama örnekler hep İncil üzerinden verilmiş. Ben araştırdığım kadarıyla Kur-an da evrenin doğuş yılıyla veya dünyanın şekliyle ilgili bir bilgi yok. Ama şu ayete denk geldim: Zariyat suresi 47. ayet: “Göğü de kuvvetimizle bina ettik; ve şüphe yok ki biz, elbette genişleteceğiz.” Ya da Tarık suresinin 86. ayetinde, “İnsan neden yaratıldığına bir baksın” diye bir ayet var. İnternette çok fazla bilgi kirliliği var. Bir sitede Tarık yıldızının, pulsar yıldızı olduğu söyleniyor, bir site de Venüs gezegeni. Bu ayetler tabii ki Tanrı’nın var olduğunun kanıtı değil ama yine de Sagan’ın bu konuyla ilgili fikirlerini okumak isterdim.
Biraz filozofların Tanrı varsayımı üzerinde durursak; önce Kant’ın ahlak felsefesi üzerinden bir şeyler yazmak istiyorum. Aylar önce ben de “Allah’sız Ahlak Mümkün mü?” diye bir kitaba başlamıştım. Ama hem kitabın ağır dili hem de gerçekten cevap için kitap şart mı diyip bırakmıştım. Yazar da aynı şeyi şu şekilde dile getirmiş: “İnsan topluluklarında görünen sınırlı fakat kararlı ahlaki ve etik davranış derecesini açıklamak için Tanrı’nın varlığına ihtiyaç duyulmasını ben anlamıyorum.”
Anselmus’un ontolojik görüşüne gelince; kitabın genelinde mizahi bir dil hakim zaten ama bu kısımda Sagan’ın tepkilerine gülmeden edemedim. Anselmus hayata dönse, söylenenlere ne tepki verir bilmiyorum ama hoş karşılamayacağından eminim. Hatta muhtemelen üzüntüden tekrar ölür.
Bu bölümü de toparlarsak; Sagan burada da ahlaki düzen, iç huzur için bir Tanrı’ya ihtiyaç duyulmadığını belirtiyor. Ama dinin olumlu yönlerine de çok güzel bir şekilde değinmiş. Nükleer savaş tehlikesine de değinmiş ama ben daha fazla uzatmak istemiyorum. Sonda ki soru-cevap kısımlarını çok sevdim. Özellikle de bir katılımcı ve Sagan arasında geçen çekişmeli soru-cevap kısmında rafta ki entel kaosları okuyormuşum gibi hissettim. Sonuç olarak çok çok güzel bir kitap, bir çok alanın bir araya toplandığı 230 sayfalık, su gibi akan, eğlenceli, bilgi dolu bir kitap. Gönderiyi yazarın baştan beri dinleyicilerine/okuyucularına empoze etmeye çalıştığı şu sözleriyle bitirmek istiyorum: “Önemli olan inanma isteği değildir, araştırıp bulma isteğidir ve biri diğerinin tersidir.” Ne tesadüftür ki, sabah Dune Mesihi’ni okuyunca şu söze denk geldim: “İnanç yönlendirilebilen bir şeydir. Tehlikeli olan tek şey bilgidir.”
Hoşça kalın.