Zihnim' in Odalarında Yükselen Van Gogh Sancısı Akşam eve dönerken cebimdeki anahtarı çıkarıp kapı kilidine soktuğum an, o kısacık anda,anılar hücum edip şakaklarıma değince,bir hüzün kaplar içimi ve durup dururken bir şeylerin olmasını beklerim... o kısa boşlukta ki çektiğim Van…devamıZihnim' in Odalarında Yükselen Van Gogh Sancısı
Akşam eve dönerken cebimdeki anahtarı çıkarıp kapı kilidine soktuğum an, o kısacık anda,anılar hücum edip şakaklarıma değince,bir hüzün kaplar içimi ve durup dururken bir şeylerin olmasını beklerim... o kısa boşlukta ki çektiğim Van Gogh ıstırabı'nı oldum olası kimeseye anlatamam...
Kilidi çevirip kapıyı itince, ilk olarak içeriden gelen müzik beni karşılıyor bu karanlıkta, Franz Peter schubert'in "serenade" bestesi çoktan evin odalarına sinmiş.Bir çok oda'nın baktığı bu uzunca koridora,gözlerimi kısıp bakınca, üç tane odanın kapısı'nın altından sızan sarı ışık gözlerime doluyor.Koridorun sonuna gidip kapı kolunu yavaşça indirip başımı içeri uzatıyorum.Yatağın üzerinde çarşafa sarılı yarı çıplak bir kadın, masanın başında boş bira şişeleri, etrafta cirit atan kediler ve at yarışı kuponları...
daktilosu'nun başında sızmış yaşlıca heybetli duran ihtiyar başını kaldırıp bana bakıyor.
Bukowski:
Hey evlat! Nasıl gidiyor?Sabah 6'da yataktan fırlayan, giyinip zorla bir şeyler atıştıran, başka birine para kazandırdığı bir yere ulaşmak için trafikle boğuşan ve tüm bunlara sahip olduğu için müteşekkir olması istenen biri hayattan nasıl keyif alabilir? benim ki de laf işte (deyip kahkahayı patlatıyor ve) bana iki bira kap gel hemen dolaptan yoksa midene patlatacağım şahane yumruğumun acısı,çektiğin ızdıraplardan daha büyük olacak!
Ben : (İstemsizce midem kasılıyor.)
Yahu!yine eve kadın mı attın, odanın haline bak darmadağın, üstelik leş gibi bira kokuyorsun, kalk iki rekât namaz kıl yüzünde nur kalmamış nur pis moruk! diyemedim... Çünkü bu aksi ihtiyarın sözcükleri resmen sihirliydi.Onu az tanıyan ondan nefret eder, derinine inen ise bağımlısı olurdu.Bağımlısıydım..
- Haklısın pek iyi değilim.Hemen getiriyorum.
Başımı yarı aralık kapı'nın boşluğundan geri çekip, kapattığım sırada yan odada bir patırtı kopuyor.Aniden odaya dalınca yerde ki kırılmış gözlük dikkatimi çekiyor. Etraf düzenli, masanın başında kafasında yana yatık şapkası, boynunda atkısı, kırlaşmış saçları ile karizmatik şahane serseri'yi görüyorum. Önünde "kaptan" başlıklı beyaz bir kağıt, bir şeyler yazıyor. Başını hafif kaldırarak;
Attila İlhan: Dupont'daki kızlar yalnız cigara içerek yaşıyor biliyor musun?
Ben: Bilmiyordum kaptan öyle mi?
Attila İlhan:Ah!Ellerim kırılsa ben onun için bu şiirleri yazmasam,dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam...
Ben:Yine hangi hatun seni üzdü yahu!
Atilla İlhan:Boşver evlat bana bir kadeh armonyak getir!
Onu hatırladıkça bir kadeh armonyak içerim armonyak demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş. Demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim.
Ben:Oldu başka emriniz var mıydı? Kalk kendin al ,hele boynundaki atkıya bak! hem kapalı alanda da şapka takmışsın artist! Diyemedim.(Tam bir entelektüeldi.Geceleri ışıkları kapatıp sevdiğimiz kadınlardan bahsedip ağlardık bu ihtiyarla, şiirlerini dinleyip uykuya dalmak şahaneydi.)
-Hemen getiriyorum.
Koridora çıkınca başka sipariş var mı acaba diye diğer odaya girmeden önce cebimdeki mektup aklıma geliyor.Kapıyı yavaşça itip odaya giriyorum.
Abisi Vincent Van Gogh 'dan gelen mektuplarla az da olsa tanıdığım bir adam Theo'nun odası burası, odada; yağlı boya tablolar , yaldızlı çerçeveler ,kara kalem eskiz çalışmaları ile bir çok kitap var.Theo Paris'te bir galeride yöneticiymiş.
Theo:Gelsene yanıma bak Vincent 'dan mektup geldi sana da selamı var.
Ben: Büyük bir keyifle dinlemek isterim.Hadi başla merak ediyorum neler yazmış.
Theo: Sevgili theo .....
diye başlayan mektupları birer birer okumaya başladık bayağı birikmiş.Mektuplarda Van gogh'un ilk yıllarında mektuplarında incilden sürekli alıntılar yaparak dine bağlılığını gösteriyor.
Coşkulu ve gelecekten umutlu, güçlü bir izlenim veriyor.Theo'nun ona yolladığı paralar , çok naif bir ruha sahip olduğundan inceden inceye içinde bir ezilme,utanma duygusu yaratsa da yapacağı resimleri satınca aynı şekilde kardeşine yardım edebileceğini dile getiriyor.Daha sonraları sevdiği kadından, karşılıksız aşklarından bahsediyor.Sevgi karşısında toplumun önyargılarından bahsediyor.Ruhsal bunalımlar eşiğinde bazı çıkarımlar yapıyor.Renklerden, doğadan, ışıktan kitaplardan,yazarlardan söz edip derin duyguların eşiğinde dâhilik ile delilik arasındaki ince çizgide sürüklenip gidiyor.
Cebimdeki mektubu masaya bırakıyorum.
Van Gogh 'dan gelen son mektubu...
Oda 'dan çıkınca etraf bulanık, gözlerim kararıp başım dönüyor.Nefes almakta güçlük çekiyorum. Pencereyi açıp dışarıya bakınca bir selvi karşılıyor beni ve uzakta yanan köy evlerinin ışıkları, gökyüzünde elini uzatsan değecek sanki yıldızlar ve eşsiz güzellikteki bir ay, ışığı... bütün bunlar bir nefes ciğerime doluyor.
Bir yere tutunma ihtiyacı ile hafif aydınlık bu koridorda elimi duvar dibindeki masaya atınca, içinde günebakanların olduğu, üzerinde Vincent yazılı vazo sallanıp yere düşüyor.
Attila İlhan "kaptan" metni'nin sonlarına yaklaşmış şu dizeleri yazıyor;
...hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu...
Koridorun sonundan kırılan vazo'nun sesine gelen
Bukowski;
Kendini beğenmiş hatunlar geziniyordu
Van Gogh kendini vurduğunda.
Genç kızlar ipek çorap geçiriyorlardı bacaklarına Van Gogh kendini tarlada vurduğunda
Öpülmemiş, ve daha kötüsü.
Yanından geçiyorum sokakta: "nasıl gidiyor, Van?" "Bilmiyorum, moruk" diyor yürümeye devam ederek. Renkler patlıyor: aşk sarhoşu bir yaratık daha. Ben gitmek istiyorum dedi, o zaman.
Tablolarına bakıp seviyorlar onu şimdi.
Bu tür bir sevgi için doğru olanı yapmış
Öbür tür sevgiye gelince, hiç yoktu ki.
Etrafa yayılan vazo parçaları ve boynu bükük günebakanlar arasından geçerken ayaklarımı kesen kırıntılar, arkamdan kanlı ayak izlerimi bırakıyor.
Tabanlarımda Van Gogh kesiği yaralar ve
ıstırablar zihnim'in odalarını doldururken, arkama dönüp bakınca bütün odaların ışıkları'nın söndüğünü görüyorum.
Van Gogh 'un hayali önümde duruyor.
Göz bebeklerime bir fırça darbesi vuruyor.
Her yer sarı, Van Gogh sarısı oluyor...