Spoiler içeriyor
Kitaba birisinin önerisiyle başladım. Aslında mental olarak hazır değildim ve okuma dönemim de sancılı geçti bu yüzden. Çoğu bölümde bir doğulu olarak kendimi sorguladım ve bu da kitabı uzun bir süreye yaymama neden oldu. Kitabı her doğu insanının okuması ve…devamıKitaba birisinin önerisiyle başladım. Aslında mental olarak hazır değildim ve okuma dönemim de sancılı geçti bu yüzden. Çoğu bölümde bir doğulu olarak kendimi sorguladım ve bu da kitabı uzun bir süreye yaymama neden oldu. Kitabı her doğu insanının okuması ve hayatını kıyaslaması gerekiyor bence. Gerek Oblomov'un olaylar karşısındaki tepkileri, gerek Ştolts'un yaşadığı hayat gerekse ilişkiler konusunda bana çok şey kattı.
Kitap bir derebeyinin oğlu olan Oblomov'un okumak için şehre gönderilmesi ve ebeveynlerinin ölümüyle de orada kalışıyla başlıyor. Uşağı Zahar ile hareketten oldukça uzak bir hayat yaşıyor. Fakat tembel bir hayat değil. Çünkü bir yorumda da okuduğum gibi; tembel insanlar düşünce olarak da tembellerdir ve çoğu zaman yaşadıkları hayattan pişmanlık duymazlar. Onlar yalnız hareket olarak değil düşünce olarak da tembellerdir. Ama Oblomov öyle değil. Evet, olabildiğince hareketsiz, heyecansız ve hatta bedenen ölü bir hayat yaşıyor ancak her bir günü pişmanlıkla geçiyor. Yapmadıklarına, yapamadıklarına üzülüyor ve aklı hep işliyor. Yapması gerekenler hakkında, gelecek zaman hakkında sürekli düşünüyor. Tek sorun bunları hayata geçirecek gücü kendinde bulamaması. Ve toplumdan kendini soyutlamaya çalışması da üşengeçlikten değil insanlara olan tahammülsüzlüğünden. Birçok insan Oblomov'un tembelliğinden sıkıldığını, sayfaları atladığını, katlanamadığını söylüyor ama ben böyle hissetmiyorum. Ben onu anlamaya çalışıyorum ve yazarın açıklamaya çalıştığı durumu anlamak için çaba gösteriyorum. Oblomov'daki üşengeçliği alelade bir şey gibi kenara atamıyorum. Çünkü bu üşengeçlikler hayatıma yön verecek düşünceleri ateşledi bende.
Kitabı ve karakterin psikolojisini anlamak için çocukluğundan kesitler çok önemli bence. Her şey gerçekten de çocukluk döneminde başlıyor ve insan kendini bu dönemde eğitiyor. Yaşadığı hayat Oblomov'un tüm gençlik ateşini söndürmüş. O bölümlerde hep içim acıyordu. Çünkü aynı şeyleri aynı şekilde olmasa da ben de yaşadım, yaşıyorum ve bir çocuğun hevesini kırmanın büyük bir suç olduğunu düşünüyorum. Birkaç alıntı paylaşmak istiyorum Oblomov'un bu durumuyla alakalı:
✨Sanki gizemli bir düşman daha yola çıkarken onu ağır eliyle yakalamış, insanlığın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştı.
✨Gurur hayatın tuzudur derler; gururum nereye gitti? Ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım ya da bu hayatın hiçbir değeri yoktu. Daha iyisini de bulamadım, kimse de göstermedi. Sen bir gelip, bir kayboluyordun, tıpkı parlak, hızlı bir kuyrukluyıldız gibi; bense her şeyi unutuyor, ağır ağır sönüyordum...
✨On iki yıldır içimdeki ateş, yakacak hiçbir şey bulamayınca kapalı kaldı, kendi zindanını yaktı ve söndü. On iki yıl geçti sevgili Andrey; artık bu uykudan uyanmak isteğini bile duymaz oldum.
Kitapta Oblomov'dan sonraki en önemli karakter yakın arkadaşı Ştolts. Kitap boyunca zor durumlarda Oblomov'un tek umut kapısı o oluyor. Her sorununda sırtını içten içe Ştolts'a yaslıyor Oblomov. Herhangi bir probleminde halledemeyeceğini düşünüp derhal Ştolts'a yöneliyor. Ve hakkını vermek lazım Ştolts da gerçekten her sorununda yanında duruyor ve işleri çözüme kavuşturuyor. Onun Oblomov'a bağlılığı küçük bir çocuğa olan bağlılık gibi bence. Çok saf bir yüreği olduğunu düşünüyor ve içten içe Oblomov'a yardım etmenin bir görev olduğunu düşünüyor. Ştolts yerine kendimi koyunca ben de öyle yapardım diyorum. Çünkü Oblomov kalbi saf kalmış birisi. İnsanların düşüncelerinden kaçmaya çalışıyor ve aklı entrikalara pek ermiyor. Ştolts da bu masumiyetine bağlı zaten. Ştolts'un kendi kişiliğine gelecek olursam gerçekten ona özendiğimi söyleyebilirim. Her bir anını dolu dolu geçirmeye çalışan bir insan ve sürekli yeni şeyler öğrenme isteğiyle dolu. Bazen içimdeki Oblomov kendini çıkartıp dünyaya sırtını dönmek istese ve her şeyi bırakmaya çalışsa da bu idealle onu susturuyorum. Hayatımın boşa geçmesini istemiyorum. (Dolu geçtiği de pek söylenemez sanırım:))
Oblomov'un bu temiz yürekliliğini birkaç alıntıyla desteklemek istiyorum:
✨Geçen gün yemekte orada bulunmayanların aleyhinde söylenenleri dinlerken utancımdan yerin dibine geçtim: Falanca budalaymış, filanca aşağılıkmış, bilmem kim hırsızmış, bilmem kim gülünçmüş. Bu düpedüz insanları arkasından vurmak. Bütün bunlar söylenirken birbirlerine sanki bakışlarıyla, "Hele sen de bir dışarı çık, senin hakkında da neler söyleyeceğiz, görürsün!.." diyorlar. Mademki böyle, niçin buluşuyorlar? Bir temiz gülüş yok, candan bir sevgi yok. İsim için, şöhret için birbirlerine gidiyorlar. Böbürlene böbürlene, "Falanca bana geldi; filancayı gördüm..." diyorlar. Ne biçim hayat bu? İstemem, eksik olsun. Benim oradan alacağım bir şey yok.
✨Bir ölümün nedeni onlarca, bundan önceki ölünün evin kapısından çıkarken başının ayaklarından önce çıkmasıydı; bir yangının nedeni, bir köpeğin üç gece pencerenin altında uluması idi. Bu yüzden ölülerin evden daima ayakları önde çıkmasına dikkat ederler; ama aynı yemekleri aynı oburlukla yerler; eskisi gibi ot üstünde uluyan köpeği döverler veya kovarlar Ama gene de çıranın kıvılcımlarını çürümüş döşemenin aralıklarına kaçırmaktan geri kalmazlardı.
Olga konusuna gelecek olursak, ben Oblomov'a aşık olduğunu düşünmüyorum. O Oblomov'u değiştirme düşüncesine aşıktı. Genç ve taze bir kadındı ve dönemin gereğiyle de daha önce aşk kapısını çalmamıştı. Oblomov ise kendi hünerlerini sergileyebileceği boş bir sayfa gibiydi. Aralarında kuracağı bağla onun hayatını idame edebileceği düşüncesi onu mutlu ediyor ve şevklendiriyordu. Benim düşümde aşk insanı her haliyle sevebilmektir. İllaki eleştirilecekse zalimce kötü ve eksik yanlarını gözüne sokmaktansa desteğini gösterip ona hayatını yönlendirmeyi öğretmektir. Mevzubahis Oblomov olunca keskin sınırlar çekemesem de yine de ona şans tanıdıktan sonra sert davranabilirdi. Gonçarov, aşkın yapıcı etkisi olduğu gibi yıktığını da gözler önüne sermiş. Bana kalırsa Olga olmasaydı Oblomov Ştolts sayesinde bir ihtimal kurtulabilirdi fakat Olga ona iyi günlerin habercisi gibi görünse de ayrılıklarıyla son ümit kırıntılarını da Oblomov'un ruhundan süpürdü ve öyle gitti. Olga'nın gerçekten sevmediğini düşünmemin sebebi biraz da şu kısımlar:
✨Ayaklarının ucunda serili erkeğe gururla bakıyor, gücüne hayran oluyordu. Nükteli sözlerin, gülümsemelerin, leylak dallarının zamanı çoktan geçmişti. Aşk ciddileşmiş, ağırlaşmış, bir çeşit ödev haline gelmişti.
✨Artık yaşayacak, çalışacak, hayatı sevecek ve ona dua edecekti. Bir insanı yeniden hayata kavuşturmak! Bunun yanında Bir doktorun umutsuz bir hastayı kurtarması kaç para ederdi?
Kitap boyunca Oblomov'un eridiğini okumak kolay değildi. Her bir hareketini ,hak vermesem de, anlamaya çalıştım ge acaba şöyle olsa ne olurdu diye düşünüp durdum. Bence yetiştirilme tarzından sonra onun için en büyük şanssızlık Olga'ydı. Geniş çaplı baktığımızda Olga yüzünden durumu daha kötüye gitti. İlişkilerinin başından öngörülebilir bir şeydi bu. Oblomov'u asıl yıkansa Olga'nın açtığı boşluğu Agafya ile doldurmasıydı bence. Çünkü Agafya Oblomovka'nın bir yansıması gibi. Her bir hareketi ve düşüncesi tıpkı Oblomov'un çocukluğundaki insanlar gibi.
Uzun lafın kısası çok ümitliydim hayata dönebileceğine fakat her şey sarpasardı. Oblomov'la Ştolts'un yollarının ayrılışı, Oblomov'un umutsuzca "Andrey, Andreyimi unutma!" deyişi hala üzüyor beni. Oblomov'un ölümünü de kaldırabildiğimi düşünmüyorum. Benim için -her ne kadar öngörülse de- bu son büyük bir hayal kırıklığıydı. Daha sonrasında kendim kitaba iyi sonlar düşünmüştüm fakat kendimi avutmaya çalıştığımı anlayınca durdum. Kitabın başında Oblomov üzerine yazılan şu sözlerdi beni durduran:
"Batıda hayaller gerçekleştirmek için, doğudaysa gerçeklerden kaçmak için kurulur."