Spoiler içeriyor
*Bazıları için hassas olabilecek konulardan bahsettim ve ara ara derin spoiler içeren bir anlatımla anlattım.* 16 yaşındayım, herkes evlere kapanmış, karantina zamanları bir şeyler izliyorum, sırf vakit ölsün diye. Sonra bu diziye rastladım, o zamanlar izlediğim her şeyden farklıydı. Fisher…devamı*Bazıları için hassas olabilecek konulardan bahsettim ve ara ara derin spoiler içeren bir anlatımla anlattım.*
16 yaşındayım, herkes evlere kapanmış, karantina zamanları bir şeyler izliyorum, sırf vakit ölsün diye. Sonra bu diziye rastladım, o zamanlar izlediğim her şeyden farklıydı. Fisher ailesinin içinde yaşadığı cenaze evi ve onların hayatı... Öyle gerçekçiydi ki her bölümün metinleri, alt metinleri, karakterlerinin derinlikleri, değindikleri konuları ve dizinin gerçekçiliğini düşündükçe eziliyordum. Yeni yeni yeşeren varoluş kaygım coşmuş, her bölüm farklı bir karakterin gözlerinden onların hayatını kendi hayatımmış gibi yaşıyordum. İlk sahnelerde hep bir ölüm vardı. Her bölüm, tabutun içindeki o insanın son saniyelerini bölümün başında görüyorduk ve ne zaman cenazeden bahsedilse tabutun içindekine cansız bir bedenden çok ölümün aniden geldiği, hiçbir ayrım yapmadan beklemeden çarpıp geçtiği o ruh olarak bakıyorduk. Federico ve David'in ölen insanlara yaptığı makyaj sanatını öğrendim. Sevdikleri, son bir kez olsun en şık kıyafetleriyle ve en güzel halleriyle ölen yakınlarını görsün diye saatlerce cesetle uğraşmalarını anlayamıyordum. Parçalanmış yüzlere plastik makyaj yapmak için o cesedin iğrenç kokusunu saatlerce, günlerce çekmelerini ve bunun sadece 2-3 saatlik bir cenaze için olduğu gerçeğini anlamsız buluyordum. Bu, bizim kültürümüzde olan bir şey değil ve ben de hayatımda ilk defa böyle bir şey görüyordum ama David ve Federico'nun bu konudaki olağanüstü yeteneği ve mutluluğu tüm bu emeklerini anlamama yardım etti.
Bir de unutulmayan ölümler var tabii. Fabrikadaki kocaman çırpma aletindeyken asistanın düşerek çırpma tuşuna basması sonucu ölen adam, arabanın üst camından kollarını kaldırarak "Bugün hayatımın en mutlu günü!" diye bağıran ve sonrasında tabelaya çarparak ölen orta yaşlı kadın, inşaat işçisinin düşen yemek kutusunun altında kalan adam, asansördekileri kurtarmak için sarkan ama kapıların arasında kalarak ölen yaşlı adam, genç ölümler, yaşlılıktan kaynaklı ölümler ve daha fazlası.. Hepsi çok dehşet verici ve öyle akılda kalıcıydı ki, üç yıl aradan sonra bile detaylarını hatırlıyorum.
O zamanlar yazdığım tüm günlüklerimde devrim yaratmış ve artık günlük değil de düşünce defterim olmuştu yazdıklarım. Her bölümden sonra düşündüklerim beynimde o kadar sesli konuşuyordu ki yazmaktan başka çarem kalmıyordu. Günlüklerimi kapladı bu yazılar. Hayata olan bakış açımı değiştirdi, farkındalığımı öyle arttırdı ki benimsediğim felsefenin ismi oldu. Birçok konuyu yeniden algıladım, sıfırdan düşündüm. Detaylar, detaylarda boğuldum. Dizi bir karakter gelişimi dizisi öyle ki karakterlerin asla değişmez dediğiniz huyları bile bir zaman sonra yumuşuyor. O depresif, kaotik aile ortamı bazen o kadar yumuşacık ve içten oluyor ki inanamıyorsunuz. Six Feet Under'ı izlerken olduğum yaştan dolayı mıdır bilmiyorum ama Claire, favori karakterim, onunla beraber geliştim, büyüdüm. Dinlediği şarkıları dinledim, yaptığı sanat eserlerinin akımlarını takip ettim, edindiği bakış açılarını kendim yaşamışım gibi hissettim. Hatta kafamın içinde bir yerlerde hâlâ Radiohead-Lucky eşliğinde tüm eski giysilerim, eşyalarım kocaman bir ateşte yanıyor. Ben Claire oluyorum, ailem etrafımda ve onlar da yavaş yavaş ateşe eşyalarını atıyor, ateş gittikçe büyüyor ve hepimiz cayır cayır yanan o ateşi izliyoruz. Anın atmosferiyle birlikte kamera açısı kime gelse onun aklındaki düşüncelerde boğuluyoruz. Cızırtılı ateş ve kısa konuşmalar şarkıyla beraber çok karanlık ve huzurlu bir atmosfer sağlıyor. Terapi gibi, en farklı hissettiğim ve en sevdiğim sahneydi bu sahne.
Son sezonuna geldiğimde yorumlardan gördüm Sia-Breathe Me şarkısını. Finalden önce dinleyin, alıştırma yapın, sonra çok çarpıyor final denmişti. Dinledim, dinledim ve dinledim. Artık final bölümüne tam anlamıyla hazırdım. İzledim, izledim ve izledim. Gayet normaldi her şey ta ki o tanıdık melodilerle buluşana kadar. Kendimi tutamadım tabii ağlamaya başladım. Sadece final değil tüm seri boyunca dolan gözlerim, ağladığım her yer gözümün önünden geçti ve inanamadım bittiğine. Üç yıldır ne zaman açsam bu şarkıyı, art arda 3 kere dinlemek yetiyor yeni gözyaşlarım için. Belki ben çok duygusalım belki çok küçükken izlediğim için belki de içime işlemiş karakterlerle bağım hiç kopmadı, bilmiyorum. Ama ne zaman bunlar neden benim başıma geliyor desem Nate'in kocası öldüğü için saatlerce yakınan kadına "Herkes ölüyor, herkes! Seni bu kadar özel kılan ne?" diye bağırışı geliyor aklıma. Yine ne zaman kendini çok geliştirmiş insanlarla tanışsam Ruth'un ev-gecekondu benzetmesi aklıma geliyor: "Bir mahallede uzun süre yaşamışsan ve mahalleye yeni biri gelip tam karşındaki evi yenilerse kendi evini gecekondu gibi görmeye başlıyorsun. Hazır olduğunda sen de bir sarayda yaşayacaksın." Nate'in ve David'in ölen babalarıyla sohbetleri ve babasının söylemleri... "Yüzleş evlat; Dünya'da iki tip insan var: Sen ve diğerleri. Bu ikisi asla bir araya gelmeyecek." "Hayatı erdemini verip karşılığında mutluluk alacağın bir otomat sanıyorsan, büyük ihtimalle hayal kırıklığına uğrayacaksın." Nate'in güzel bir haham kızla sohbet ederken ona "Ruh eşi nedir, onu bile bilmiyorum. Sen biliyor musun?" diye sorması ve kızın cevabı: "Belki de ruh eşi ruhunu en çok olgunlaşmaya zorlayan kişidir. Yani seni olabileceğin kadar 'sen' kılan kişi..."
Bunlar basit sözler evet ama sadece sözü değil bir sahneyi, duyguyu, o atmosferi kapsıyor. Aklımda yer edinen birkaç repliği daha ekliyorum.
"Birini asla gerçekten tanıyamazsın. Tanıdığını düşünüyorsan, koskoca bir hayal dünyasında yaşıyorsun."
"Bence bir şeyden endişeliysen anlamı büyük ihtimalle, onu yapman gerektiği."
"İnsanlar başka hayatlara dokunmadan bir hayatı devam ettirmenin anlamını merak edebilirler. Ama bunu kabul etmek için kibirliyiz. Her hayat bir katkıdır, yalnızca nasıl olduğunu göremeyiz. Ölümünde bile olsa, Emily Previn'le karşılaşıyorum. Herkes hayatımıza bir sebepten ötürü girer, ve bize ne öğrettiklerini anlamak bizim sorumluluğumuzdur."
"Ara sıra yanılma özgürlüğün yoksa, nasıl bir sanatçı olabilirsin? Ve bir eline bir şans geçtiğinde, yüzünün üstüne düşebileceğin gerçeğini ne zaman kabul edeceksin? Halbuki bu sahip olduğun en güzel şey, bir sanatçı ve bir insan olarak."
"Herkes, her şey için herkesi affeder"
"Eğer eşin ölürse, sana dul diyorlar. Eğer bir çocuk ailesini kaybederse ona yetim diyorlar. Ama çocuğunu kaybeden birine ne denir? Sanırım bu bir ismi hak etmeyecek kadar korkunç bir şey."
"Bu anın bir fotoğrafını çekemezsin. Gitti bile."
Claire'ın ilk sezondan son sezona kadarki inanılmaz değişimi, sanata düşkünlüğü, varoluş sancıları, kendini keşfetmesi; Nate'in bir anda yeni bir hayata adım atması ve ne kadar özgür ruhlu olsa da onu bir kazığa bağlayan yaşadığı zorluklar, karmaşık ilişkileri;
Ruth'un histerikliği, hayata olan öfkesi, pişmanlıkları; David'in sorumlulukları, kendini bulmaya çalışmaları, duygu değişimleri ve tüm karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri hepsi mükemmeldi. Beni tek rahatsız eden konu bu ilişkilerin tüm detaylarını oldukça detaylı görmek. Yani o kadar cinsellik bana ağır gelmişti. Ama dizinin her karakter üzerinde ayrı ayrı yoğunlaşması, her yeni bölümde karakterlerin farklı yönlerini göstermesi ve yan karakter gibi görünen karakterlerin bile derinleşmesi diziyi çok yönlü yapıyor ve kesinlikle izlediğim en iyi dizilerden.
Bir de ismi var tabii, six feet under, tabutların gömüldüğü toprak derinliği, mezarlar.. Six feet yaklaşık 180-182 cm yapıyor. Hala buradan hesaplıyorum bir feet ne kadardı diye :)
Günün sonunda Nate, David, Claire, Ruth, Brenda, Federico, Lisa, Keith, Russell, Billy, George, Maya ve daha fazlası.. Herkeste bir parçam var. Aynı Rick and Morty dizisinin bir bölümünde, bir video oyununda Morty'nin beş milyar parçasının her birinin bir oyun karakterine bölünmüş olması gibi benim de her karakterde bir parçam var. Hepsini çok seviyorum, çok iyi anlıyorum.
10/10