Spoiler içeriyor
Lisedeki edebiyat hocam: Realistler gerçeği gözler önüne serer ancak bunu yaparken çirkinlikleri tam olarak bize sunmaz. Natüralistler ise her şeyi bize anlatır, gerçeği tüm çıplaklığı ile gözler önüne serer. Kusmuğu, kanı, idrarı hepsini bize betimler derdi. Filme natüralist demek ne…devamıLisedeki edebiyat hocam: Realistler gerçeği gözler önüne serer ancak bunu yaparken çirkinlikleri tam olarak bize sunmaz. Natüralistler ise her şeyi bize anlatır, gerçeği tüm çıplaklığı ile gözler önüne serer. Kusmuğu, kanı, idrarı hepsini bize betimler derdi. Filme natüralist demek ne kadar doğru bilmiyorum ama bu film bana edebiyat hocamın sözlerini hatırlattı.
Kadınların, çocukların, gençlerin maruz kaldığı çirkinlikleri; onlara yardım etmek isteyen eğitimcilerin ve 'gerçek insanların' , insanım diye geçinenlerin menfaatleri yüzünden boğulmasını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiş filmimiz. Ve sorunu filmin bir kesitinde bize sunmuş:
"Karmaşa ve gerçeklerden bizi uzaklaştıracak bir şeye ihtiyacımız var. Hiç kimse bunlar hakkında düşünmek istemiyor. Hiç kimse birey olmak için vermeleri gereken mücadele hakkında, hepimizin kurtulmak zorunda olduğu acılardan nasıl kurtulacağı hakkında düşünmek istemiyor."
"Karmaşa ve gerçekler" den kast ettiğinin hepimizin yaşadığı kötü deneyimler olduğunu düşünüyorum. Çünkü filmdeki karakterlerin herbirinin yaşadığı olumsuz deneyimlere değinmiş ve bu deneyimler herbirini kötü yollara sürüklemiş. Herbiri birer "kopma" yaşamış. Kimi gerçekten hayattan kopuyor kimi yaşayan bir ölü oluyor kimi hiçliğe sürükleniyor.
Peki, karmaşa ve gerçeklerden uzaklaşmalı mıyız ya da benim deyimimle kötü deneyimlerimizden? Evet, ben de Henry gibi düşünüyorum. Bunu filmden iki örnek ile açıklamak istiyorum. Meredith aile baskısı gören, fiziksel özellikleri sebebiyle dışlanan bir kız. Üstelik tek zevki olan resim becerisi de ailesi tarafından küçümseniyor. Onun açısından bakınca gerçekten hayat çok zor ve intihar tek çözüm gibi gözüküyor. Peki Meredith' ı hayata ne bağlayacak? Hayattan kopmasına sebep olan neyse, o. Onu hayata bağlayan ipler sanata olan düşkünlüğü idi. İste Henry'nin dediği buydu. İpleri kesen bıçaklardan uzaklaşıp, bizi hayata bağlayan ipler güçlendirmeliyiz. Acılarımızı,bıçak değil halata dönüştürmeliyiz. Tıpkı Henry'nin yaptığı gibi. Henry de çok zor bir çocukluk geçirmiş. Annesinin ölümüne şahit olmuş çok küçükken ve onun ölümünün sebebi olan dedesiyle yaşam sürmüş. Bu onun hissizleşmesine sebep olmuş ancak hayattan koparmasına izin vermemiş. Çünkü kendi gibi insanların onun yardımına ihtiyacı var. Henry acılarından uzaklaşmış ve diğer insanların da acılarından uzaklaşmasına yardımcı olmaya çalışmış.
"Gençlerimize rehberlik ederek onları umutsuzluğa kapılmaktan, kendilerini değersiz hissetmekten, yanlış yola sapmaktan koruma gibi bir sorumluluğumuz var."
"Başaramıyoruz,
Başaramıyoruz.
Bu öyle bir başarısızlık ki herkesin umudunu yok etti. Kendimizinki dahil."
Bu iki alıntı birbirini tamamlıyor. Gençlerimizi yanlış yola sapmaktan koruma gibi bir sorumluluğumuz var. Bunu başaramıyoruz. Gençler bizim umudumuz. Umudumuzu kaybedersek geleceğimizi de kaybederiz.
Peki neden biz gençler umudumuzu kaybediyoruz? Neden değersiz hissediyoruz? Neden yanlış yola sapıyoruz?
Ilk iki sorunun cevabı yanlış yola sapmamıza sebep oluyor. Ama çözüm bu değil arkadaşlar. Erica gibi, filmdeki hayvanlara zarar veren genç gibi, derslerine önem vermeyen geleceğinı düşünmeyen genç kız gibi olmak çözüm değil. Bunların hepsi sorunlarımızla yüzleşmemek için yaptığımız kaçamak ama birer bataklık. Sonra çıkmaya çalıştığımızda daha çok batıyoruz. Lütfen yapmayın sigaraya, alkole, yasaklı maddelere yönelmeyin. Yüzleşin sizi bunlara iten sorunlarınızla, cesur olun, mücadele edin lütfen. Her birimiz geleceğin birer portresiyiz. Büyük resmin parçalarıyız. Bizler nasıl olursak gelecek de öyle olacak. Ileride ne görmek istiyorsanız öyle yaşayın.
Biliyorum çok zor. Hepimizin çok farklı, bazılarımızın dayanamayacağı kadar büyük acıları var. Ama lütfen yalnız değilsiniz bunu bilin. Her biriniz değerlisiniz bunu bilin. Çevreniz bunu söylemese de değerlisiniz.
Neden umudumuzu kaybediyoruz, neden değersiz hissediyoruza gelirsek. Ben kendi penceremden bakacağım biraz öznel bir cevap olacak. Bu soruların cevaplarını sizler de yorumlarda belirtirseniz sevinirim.
Her ebeveyn hayat tecrübeleri sonucunda kendi doğrularını buluyor ve bu doğrular doğrultusunda çocuğunun yaşamasını istiyor. Ancak şunu bilmiyor bulduğu doğrular kendi doğruları, çocuğu için farklı doğrular olabilir. Bazı konularda doğru tek olsa bile onları hayata geçirmek zor olabiliyor. Bu konuda ebeveynler çok aceleci oluyor. Çocukların mükemmel olmasını bekliyor. Bu da çocuğun yaptığı güzel şeyleri görmesine engel oluyor. Bunun sonucunda aileler mutsuz, gençler umutsuz oluyor. Değersizlik hissi bütün aileyi kaplıyor. Gençler ailesinin onu sevmediğini düşünüp değersiz hissediyor; ebeveynler çocukların ona saygı göstermediğini,sözüne önem vermediğini düşünüp değersiz hissediyor.
Manzara bu arkadaşlar ama çözüm herkes için farklı olacaktır.
"Bugün bir şeyin farkına vardım. Ben aslında yokum, Sarah. Burada olmamalısın. Ben burada değilim. Beni görebilirsin ama ben sadece boşluğum."
Insan neden bir hiç gibi hisseder. Bu düşünce bana çok fantastik geliyor. Var olduğunu biliyorsun ama ben yokum diyorsun. Insan; mücadeleden yorulduğunda, dertleri baş edemeyeceği duruma geldiğinde yok olmak ister. Sanırım bunun sonucunda hiçlik düşüncesi başlıyor.
Ben, olmak istediğim ben değilsem bir boşluğum. Bu daha anlamlı oldu.
" -Koridorda yürürken veya sınıftayken kaçınız, omuzlarına çöken büyük bir ağırlık hissediyor?
- ...
- Ben hissediyorum.
(Eller havaya kalkmaya başlar.)
- Hepiniz mi? Vay canına."
Ben👋
Yalnız değiliz arkadaşlar. Görmek istediğimiz gelecek için çalışmaya devammm.