**Dedemin öğrettiği çok eski bir Arap şiiri geliyor aklıma: Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanında bile neşelidir. İnsanların fazla gülmediği, kadınlarla çocukların evin erkeklerinin yanında yüksek sesle konuşamadığı; dede, baba…devamı**Dedemin öğrettiği çok eski bir Arap şiiri geliyor aklıma: Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanında bile neşelidir.
İnsanların fazla gülmediği, kadınlarla çocukların evin erkeklerinin yanında yüksek sesle konuşamadığı; dede, baba eve geldiği zaman Arap şarkıları çalan radyonun kapatıldığı, alelacele yenilen yemek sırasında kimsenin konuşmadığı, neşesiz ve tatsız bir hayata çok uyan bir şiir bu.**
❗️BİRAZ DAĞINIK BİR GÖNDERİ OLACAK❗️
☯️
Türk bir yazardan eser okumak istediğim için listeme göz atarken bu kitaba denk geldim.
Geçenlerde Livaneli'nin bir röportajına denk gelmiş ve kendisine hayran olmuştum. 'Ne çok insan, ne çok nitelik sığdırmış hayatına.. İnsanın ömrünü yaşayabileceği en iyi şekilde yaşamış' diye düşünmüş ve en kısa zamanda bir kitabını daha okumayı aklımın bir köşesine yazmıştım.
☯️
İnançlı bir insanım ama bazen düşünüyorum.
Pazar günü kliseye gidenin, namaz kılana ne üstünlüğü var? 30 gün oruç tutanla 1 hafta tutanın ne farkı var? Hepimiz bir yaratıcıya inanıp, daha iyi insanlar,daha iyi bir toplum olmaya çalışmıyor muyuz? Ortak gayemiz aynı olmasına rağmen ne bu düşmanlık?
Belki bunlar şirke girer bilmiyorum ama bu kitap tüm bu düşüncelerimi bana tekrar hatırlattı.
☯️
Bu arada okuduğum ilk kitabı Serenad'dan da çok şey öğrenmiştim bu kitaptan da aynı şekilde. Belki okusam bir süre sonra aklımdan silinecek bilgileri hikayenin ana konusu olduğu için unutmuyorum. Bunun için yazara teşekkürü borç bilirim ❤
☯️
<>
Kitapta bu cümle beni inanılmaz rahatsız etti. Tamam ülkemizde kadınları her zaman el üstünde tutuyoruz demiyorum ama bunu islam ülkesi olmasına bağlamak bana rahatsız edici geldi. Kadınların islam ülkelerinde daha büyük zorluklarla baş ettiğinin farkındayım ama kitapta sürekli olarak islama karşı bir yerme olması beni rahatsız etti. [Bu hangi dinle ilgili olsa rahatsız ederdi beni]
☯️
Kitaptan çok 'hoş' bir beddua öğrendim:
🗿ALLAH UYUZ VERSİN DE TIRNAK VERMESİN.🗿
ŞÖYLE BİR DURAKSADIĞIM ALINTILAR :
** Daha önce okuduklarım, artık bu devirde, şehirde içki bulmanın çok zor olduğunu anlatıyor bana. Otelde içki yok, lokantalarda da. Oysa mahlepli Süryani şaraplarıyla ünlü bir yerdi buralar; dizlerini bir sağa bir sola çevirerek yere doğru yavaş yavaş, müziğin ritmine uyarak çöküp sonra aynı şekilde yukarı kalkarken, hüner sahiplerinin göğe dönmüş alınlarının üstündeki dolu rakı bardağından bir damla bile dökmemekle övündükleri Reyhani danslarının memleketiydi. Çocukluğumun Mardini’nde İslam da başka bir şeydi. Namaz kılan babaannelerin önünden geçtiğinde ya da secdeye vardığı sırada sırtına bindiğinde, namazının bozulacağından korkan zavallı kadının sadece okuduğu duanın sözlerini daha yüksek sesle tekrarlamaktan öteye gitmeyen sevecen protestosu, ramazan ayında çocukların oruç tutma ısrarı karşısında, peki üç gün tut, bir başlangıçta, bir ortasında, bir de sonunda, üç gün eder, bir sıfır koydun mu işte sana otuz gün oruç diye avutulduğu bir şefkat dünyası. Israrımıza rağmen iftarı bekleyemez, gizlice su içer, mutfaktan aşırdığımız bir şeyleri yerdik; büyükler de bunu bilmelerine rağmen hiç yüzümüze vurmazdı, hatta iftar sofrasında bize de Allah kabul etsin evladım derlerdi. Çarşıda, okulda, kadim Süryani, Müslüman, Yahudi, Mecusi, Zerdüşti, herkesin ahbaplık ettiği, birbirinin kutsal günlerini kutladığı şölen günleri... Ama şimdi iyice içine kapanmış, sertleşmiş öfkeli bir İslam’ın gölgesi altında kararan bir şehir. “Önceki ben”, bu şehrin sokaklarında babasının elini tutmuş gezerken, bazı lokantalardan yayılan ızgara et ve buram buram anason karışımı kokulardan bayılacak gibi olurdu. O kadar hoş ve değişik bir kokuydu ki bu, evde yenilen yemeklerden alıp başka bir dünyaya sokardı o çocuğu. Evlerde de rakı içilirdi, mahlepli Süryani şarabı yudumlanırdı ama lokantalardan yayılan yoğun rakı-kebap karışımı koku bambaşkaydı. Şimdi yürüdüğüm sokaklar daha karanlık sanki, daha neşesiz, daha ıssız. Bir yandan IŞİD, bir yandan PKK, bir yandan devlet güçleri derken çarpışmaların ortasında kalmış, korku içinde bir kent.
**Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.
Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir.
Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.