Kitap her şeyiyle bir Türkiye temsili gibi. Keşke bu yeteneğin biraz kıymeti bilinseymiş. Bir bölümde Mustafa İnan ile kendisinin çok beğendiği ve şu anda da çok gündemde olan Oppenheimer' ın karşılaştırılması gibi bir şey yapılıyor. O kadar üzücü ki. Ve…devamıKitap her şeyiyle bir Türkiye temsili gibi. Keşke bu yeteneğin biraz kıymeti bilinseymiş.
Bir bölümde Mustafa İnan ile kendisinin çok beğendiği ve şu anda da çok gündemde olan Oppenheimer' ın karşılaştırılması gibi bir şey yapılıyor. O kadar üzücü ki. Ve maalesef karşılaştırılan şeyler o kadar haklı ki. Adam hayatı boyunca yaşam ve geçim savaşı vermiş. Rahata erme imkanı olduğunda da kendi milletinin gelişmesini tercih etmiş. Daha üzücü olan taraf ise en az hayranı olduğu Oppenheimer kadar potansiyelinin olduğunu anlamamız.
Kitapla ilgili okurken arada sıkılmama neden olan bir şey oldu sadece. Kitap zaten TÜBİTAK isteğiyle gençleri bilime yönlendirmek için yazılmış. Bence bu işlevini yerine de çok güzel getiriyor. Ancak bu misyon nedeniyle sık sık bilim adamımıza övgüler yapılıyor. Bu sıklık da bazen sıkılmama neden oldu. Ancak çok güzel ve okunulası bir kitap olduğu gerçeği değişmiyor.
*Evet, Allah yardımcımız olsun diye düşündü Mustafa İnan: Sobamız iyi yansın, çocuğumuza iyi bakılsın, ayın sonunu getirecek paramız olsun, duraklarda uzun zaman tramvay beklemeyelim, suyumuzu soğuk içebilmek için bakkalda buz bulabilelim -belki bir gün buzdolabımız bile olur- bütün bunları düşünmekten vakit kalırsa memleketimize yeni bir mekanik anlayışı getirebiliriz herhalde; 'fotoelastisite'yi bile öğretebiliriz. Halbuki beyler, ilim adamı ender yetişen bir kuştur, ona itina edilmelidir. Mesela İsviçre'de... evet ama İsviçre başka onlar zengin. Canım Hindistan'da bile alimler, hem de atom alimleri yetişmiyor mu? Mesele, zenginlik fakirlik değil. Mesele, zihniyet meselesi.
*Fakat insanları karşısında bir cephe olarak görmeyi sevmiyordu, eski kafalıları ürkütmekten çekiniyordu. Sonra ‘Talebe anlamaz’ adlı korkunç silahla dikilirlerdi karşısına.
*Yüzyıllardır gördüklerini, dinlediklerini, öğrendiklerini yorumlamaya alışmamıştı insanlar, bu nereden geliyor diye merak etmemişlerdi. Onları tedirgin etmeden, onlara yeni olan karşısındaki ilkel korkuyu hissettirmeden düşünmeye alıştırmak gerekiyordu. Doğu’yu, tedirgin etmeden, Batı’ya yaklaştırmak gerekiyordu. Riyaziyeci Mustafa’nın işi zordu.
*Mustafa Hoca çok devirler görmüştü. Hürriyet ve aydınlıkla birlikte her türlü fırsatçılığın da ortaya çıkmasından korkuyordu. Herkesin eşit olduğu düşüncesinin hemen istismar edilmesinden korkuyordu. Mehmet Akif gibi, ‘bilenle bilmeyenin elbette bir olamayacağını’ düşünüyordu; eşitlik demek, bu demek değildi. Mustafa İnan tarih okumaya düşkündü; sokağa dökülen her insanın bu işlerin bilincinde olduğundan haklı olarak kuşku duyuyordu. Türk milleti Tanzimat’tan beri böyle nice heyecan yaşamıştı; kaç kere, işte hürriyet geldi diye sevinmişti. Evet, Mustafa İnan’ın konuşmasında da söylediği gibi, hürriyetle birlikte akıl da gelmeliydi, huzur da gelmeliydi, bilim de gelmeliydi; evet çalışma gelmeliydi, yeni ve aydınlık bir düzen gelmeliydi. Hürriyet neden durmadan gelmek zorunda kalıyordu? Bunun üzerinde düşünülmeliydi. Bu hürriyet neden ikide birde geliyordu? Bunun üzerinde düşünülmeliydi. Hürriyet, düşünmesini bilenlerle birlikte gelmeliydi.