"İnsanlar ölümün, çaresizliğin ve belirsizliğin çözümünü bulamadıklarından, mutlu olabilmek için bunlar hakkında düşünmemeye karar vermişlerdir." Oysa biz şimdi mutluluğu bir kenara bırakacağız ve hayatın gerçeklerinden biri olan ölümü düşüneceğiz, dahası konuşacağız. Hani şu hastane odalarına sessizce giren ölümü... Her gün…devamı"İnsanlar ölümün, çaresizliğin ve belirsizliğin çözümünü bulamadıklarından, mutlu olabilmek için bunlar hakkında düşünmemeye karar vermişlerdir."
Oysa biz şimdi mutluluğu bir kenara bırakacağız ve hayatın gerçeklerinden biri olan ölümü düşüneceğiz, dahası konuşacağız. Hani şu hastane odalarına sessizce giren ölümü... Her gün haberlerde, sağımızda, solumuzda, belki çok yakın, belki biraz uzaklarda duran ölümü...
Ne garip değil mi? Bir hayvan, hatta bazen ölen bir bitki için bile üzülebiliyoruz. Oysa bu doğanın kanunu değil mi? Her şey ölümlü, ölecek. Ama biz daha uzun süreli bir mutluluk için onu görmezden gelmeye çalışıyoruz. Unutmak istiyoruz ve unutuyoruz da çoğu zaman. Yarın ölecek gibi yaşamıyoruz. Ölüm geldiğinde ise elbette çok ani olduğunu düşünüp kahroluyoruz. Oysa o birdenbire gelmedi ki, hep vardı, biz yok saydık.
Konuyu biraz kitaba bağlayalım ki kafalar karışmasın. "Nefes" Bernhard'ın otobiyografik beşlemesinin üçüncü kitabı. Yazar kitapta ağırlıklı olarak ölüm koğuşu şeklinde adlandırdığı hastane odasındaki gözlemlerini ve düşüncelerini bizlere aktarıyor. Bir köylünün de, bir generalin de nihayetinde aynı tabuta girmelerini gözlemliyor. Beklenmedik ölümlerin yanı sıra gerçekleşmesi an meselesi olan ölümlere de şahit oluyor. Büyükbabasının da hiç tanımadığı insanların da aynı toprağa kavuştuğu ve karıştığı gerçeğiyle yüzleşiyor.
Madem sonumuz aynı, o halde niyedir bu ölümü görmezden gelme huyu ve neden mutluluğumuzu bozar acaba? Hem sonra, ölüme bir çözüm aramak niyedir? Oysa ölüm o kadar da kötü bir şey değildir. Yaşam denen serüven sonsuza kadar sürseydi yaşamanın bir anlamı olmazdı fikrimce. Çünkü varlık, yokluğu ile anlam bulmaktadır. Zıtlıklar daima birbirini tamamlamış, anlam kazandırmıştır.
Şimdi ölüm güzellemesi yapıyor gibi anlaşılmak da istemem. Her şeyden tadacak fırsat bize verilmişse aceleci olmayıp tadını çıkarmakta fayda vardır sadece. Ölümü tadacağımızı zaten biliyorsak yaşamı sindire sindire yemek daha doğru. Kısacası efenim; ölümü unutmayın, görmezden gelmeyin, onu kabullenin ve en önemlisi de ona ulaşmak için acele etmeyin.
Kitabımızda yazarın tek bir isteği var. "Yaşamak; kendi istediğim hayatı yaşamak, kendi yolumdan, istediğim yere kadar gitmek." Çünkü hayat çok kısa, çünkü ölüm herkesi bulacak, çünkü dünyaya yalnızca bir kere geliyoruz. Varlığımızın, yaşamımızın, canımızın önemini anlamalı; onu hakkıyla ve kendi istediğimiz gibi yaşamalıyız.
Alıntıyla başladığım yorumumu alıntıyla bitirmek üzere vedalaşıyorum, okuyan gözlerinize sağlık.
"Doğduğumuz andan itibaren ölmeye başlıyoruz, oysa yalnızca sürecin sonuna geldiğimizde öldüğümüzü hissediyoruz ve bu son bazen inanılmaz uzun bir zaman oluyor. Ölüm dediğimiz şey, yaşam boyu devam eden bir sürecin son parçasından başka bir şey değil. Ancak sonunda kendimizi ölümden uzak tutmak istiyor, faturayı ödemekten kaçınıyoruz. Önümüze hesap gelince de, intihar etmeyi düşünüyoruz ve bunu yaparak da hain ve alçak düşüncelere kaçıyoruz. Bütün her şeyin şanstan ibaret olduğunu unutuyor ve bu yüzden acı çekiyoruz. Sonunda bize kalan ise umutsuzluktan başka bir şey olmuyor."
Not: Her şey şanstan mı ibarettir gerçekten? Bu kelimenin doğruluğundan şüpheliyim.