2011 yılında Lars von Trier tarafından çekilen bilim kurgu türüne de dahil olan Melankoli filmi, diğer bilim-kurgu filmlerinden farklı bir okumaya davet etmesi yönünden ayrı bir noktada durur. Bir bilim kurgu filmini Freud ile okumak kulağa tuhaf gelse de, Trier’in…devamı2011 yılında Lars von Trier tarafından çekilen bilim kurgu türüne de dahil olan Melankoli filmi, diğer bilim-kurgu filmlerinden farklı bir okumaya davet etmesi yönünden ayrı bir noktada durur. Bir bilim kurgu filmini Freud ile okumak kulağa tuhaf gelse de, Trier’in takıntı ölçüsünde saplantı haline getirdiği insan doğası, melankoli filminde tekil bir olgu olmaktan öte, evrensel bir gerçeklik olarak işlenmiş. Freud, Yas ve Melankoli adlı kısa metninde, Yas, Ağır Yas ve Melankoli arasında ayrım yapmakla beraber, bu üçünün çok fazla benzerliği olduğu konusunda da okuyucuyu uyarır. Bu üçü arasındaki ayrım kısa biçimde şu şekilde açıklanabilir; Yas, sevilen nesnenin kaybıdır, bu kişiyi derin bir hüzne boğarken, ağır yasta melankoliye benzer yönler mevcuttur. Bu süreci daha da artıran bir durumdur. Ne var ki yas ile ağır yas dediğimizde bunun klinik bir hastalık biçimi olmadığı hatta kitlesel olarak hastalık olmadığına dair işaretler mevcuttur. Melankoli de ise, bireyin benlik bütünlüğü, özgüvensizleşir ve sevilen nesnede, ötekinde kişi neyi onda kaybettiğini bilmez. Burada bilinçdışı işlevsellik kazanır. Çünkü kişi ötekinde neyi kaybettiğini anlayamaz; bastırılan kaygıyı oluşturmaz, kaygı, bastırmayı beraberinde getirir. Bir çelik kalkan görevi gören şey, burada bastırma değil kaygıdır. Kaygı, yaşam içgüdüsünü sürdürmeye yarayan bir kalkan görevi görür. Kişi bu nedenle bastırmaya çalışır travmalarını.
Freud’un Yas ve Melankoli arasındaki kategorik ayrımını bir tarafa bırakıp filme geri dönersek; kıyamet senaryosunun bizi tekil bireyler olarak değil, trajik insanın yazgısı olarak ele alındığını söylemek mümkün. Melankolinin nerdeyse bütün hallerini kendisinde vakumlamış olan Justine( Kirsten Dunst) onun daha az kaygılı biçimi olan ablası Claire(Charlotte Ginsbourg) ve Claire’inin bilim aşığı olan Kocası John ve minik çocukları arasındaki yakın plan çekimlerini, Justine’nin evliliği üzerinden izleriz. Justine’nin melankolizminin kaynağı bilinmese de, kahin gibi öngörülü olması ve Melankoli gezegeninin dünyaya yaklaşıp dünyayı tehdit etmesi, iki olgunun da bilinmezliğe işaret etmektedir. Dünyaya hızla yaklaşan gezegenin isminin Melankoli olması ile Justine’nin melankolizmi arasında bir benzerlik hakimdir. İkisi de bir tehditi imler; biri bireye yönelik iken, diğeri yaklaşan gezegenin tehditi ile ilişkilidir. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi serimleyecek nokta, Justine karakterinin basit melankolizmi değildir. Benlik bütünlüğü bozulan, benliğin parçalanmasını temsil eden ve derin bir kederinin nesnesinin kaygılı biçimiyle beraber gelen boşluk ve yıkıcılık, melankoli gezegenine neden melankoli dediğini de açıklar. Gezegen hakkında tek bildiğimiz şey, dünyaya yaklaşıyor olmasıdır. Bu, insanlarda derin bir kaygı yaratır ancak öte yandan insanların merakını cezbeder ve onu teleskopla gözlemlerken bireylerin gözleri parlar. Burada Trier’in insan doğasını önkabul olarak ‘kötü’ olarak affetmesinin payı, onları cezalandıracak şeyin de işaretini veriyor gibidir. Onların cezası- kötü olmalarının- melankoli ile yok oluşlarıdır ve buna yapacak hiçbir şey yoktur. Deus ex machine yoktur burada, klasik Yunan tragedyalarında gördüğümüz perdeler yoktur, yalnızca yıkım beklenmektedir ve pişmanlık söz konusu dahi değildir. Gözünü çıkaran bir Oidepus sarmalı yoktur, çünkü artık çok geçtir. Dolayısıyla ölümü beklemek dışında bir kurtuluş yoktur. Bu hakikati bilen tek kişi ise, Justine karakteridir. Belki de melankolisinin temelini oluşturan gerçeklik de böylesi bir gerçekliktir. Dünyanın yok olacağına dair duygusu derin kederin, onun benliğini parçalaması. Tekrar Freud’a dönersek, içine düşülen şeyin derin kederinin nedeni belirsizdir. İnsan, belki de kötü olduğunu dahi unutmuş melankolik bir varlıktır. Bu yazgı, Trier’in de vurguladığı gibi, bizim sonumuzun da işaretidir belki de.