Bu filmin daha yayınlanmadan dibine kadar gömüleceği Farah Zeynep Abdullah'ın Beren Saat'le kıyaslanmasından açıkça belliydi aslında. Film, dizideki gibi bir dramatik yapı üzerinden ilerlemiyor, daha çok bir müzikal gibi ilerliyor. Dolayısıyla da bir dram türünün verdiği o yoğun duyguları vermiyor.…devamıBu filmin daha yayınlanmadan dibine kadar gömüleceği Farah Zeynep Abdullah'ın Beren Saat'le kıyaslanmasından açıkça belliydi aslında. Film, dizideki gibi bir dramatik yapı üzerinden ilerlemiyor, daha çok bir müzikal gibi ilerliyor. Dolayısıyla da bir dram türünün verdiği o yoğun duyguları vermiyor. Bu bir hata değil, böyle yapmayı tercih etmişler. Zaten Farah Zeynep Abdullah'da filmle ilgili bir röportajında özünde savaşmak yerine dertlere gömülen karakterlerden yani arabeskten hoşlanmadığını söylemişti.
Filmde şapka devrimiyle ilgili bir diyalog geçiyor ama gazeteler hala Osmanlıca, buradan filmin 1925 ve 1928 yılları arasında geçtiğini açıkça anlayabiliriz. Bunu anlayana kadar filmdeki modernizmi Osmanlı döneminde geçtiğini düşünerek yadırgamıştım ama sonra taşlar yerine oturdu.
Ben filmin Hande Ataizi dışındaki castingine, prodüksüyon tasarımına tam anlamıyla bayıldım. Hizmetçilerin bile estetikli ve 90-60-90 olduğu saçma sapan televizyon dizileri gibi değildi. Yani bir Peyker karakteri var ki, bu kadar mı güzel yansıtır bir oyuncu o dönemi ya. Burada aslında şunu anlatmaya çalışıyorum, filmde günümüzün güzellik normları değil o dönemin anlayışı vardı. Bu oyuncularla olduğu gibi kıyafetlerle de o kadar güzel yansıtılmış ki gerçekten hayran kaldım. Bu anlamda sinemamızda benzeri türde bir filmin bu derece başarılı olan bir örneği olduğunu düşünmüyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum, lütfen o dönem fotoğrafı çekilmiş kadınlara bir bakın, sonra dönüp bir de bu filmdeki Peyker karakterine bakın. İnanılmaz gerçekten inanılmaz bir benzerlik var. Hande Ataizi'ni sevmememin nedeni ise çok genç durması. Bilmiyorum ama ben sadece bu genç görünümünden ötürü yakıştıramadım kendisini role. Ya da Farah Zeynep çok büyüktü de diyebiliriz tabi :) o da ayrı.
Bihter filmi sinemamızda hiç yapılmayan bir şeyi yapmış. Çokça bilinen bir hikayenin önemli bir kısmını radikal bir şekilde değiştirmiş. Böylesine radikal bir değişikliği insanların sevmemesi kadar doğal bir şey yok. Ama bu, bunu yapmanın bir hata olduğunu da göstermez kesinlikle. Bu bir yorumdur. Yönetmen kafasında böyle canlandırmış, böyle hayal etmiş ve çok cesurca bir kararla da böyle çekmiş. Böyle radikal yorumlamalar olur. Biz bunları severiz veyahut sevmeyiz. Bize kalmış bir şey. Ama bu, bunun yanlış olduğunu göstermez.
Hikaye zaten herkesin malumu bir hikaye. O yüzden ben daha çok filmin teknik yanlarını sevdim. Finalde çalan şarkı da güzeldi bu arada. Dizide bölümlerce ve saatlerce anlatılan hikayenin temel noktalarını filmde iki saatten kısa bir sürede izleyince her şey çok hızlı geçiyormuş gibi gelebiliyor doğal olarak. Bihter'in dördüncü duvarı yıkmasını ise sadece ilk sahnede yadırgar gibi oldum ama sonra çabucak alıştım. Benim gözüme batmadı öyle.
Sözün özü insanların duygularını anlıyorum, ama filmin gereğinden çok çok fazla gömüldüğü de bariz bir gerçek diye düşünüyorum. Bizde pek örneği yoktur ama belki yıllar sonra değeri artan filmlerden olabilir diye düşünüyorum.