Alçak tavan... Mağara gibi basık. Kim ister ki alçak tavanlı bir evde oturmayı? Kimse istemez elbet. İçi daralır çünkü insanın, hemen geniş ve ferah bir yere kaçma arzusu belirir ruhunda. Boğucudur, kafasının içi gibidir ve bu darlık fazla yük olur…devamıAlçak tavan...
Mağara gibi basık. Kim ister ki alçak tavanlı bir evde oturmayı? Kimse istemez elbet. İçi daralır çünkü insanın, hemen geniş ve ferah bir yere kaçma arzusu belirir ruhunda. Boğucudur, kafasının içi gibidir ve bu darlık fazla yük olur insanın omuzlarına. Daha geniş bir yere gitmek ister, hiç değilse içinden farklı olsun diye dışı, gönlü gibi daraltmasın adamı diye. Rahat edemez o odada insan. Rahat adama yakışmaz, yaklaşmaz alçak tavanlı odalar. İşte tam da bu sebeptendir ki alçaktır Raskolnikov'un tavanı. Karabasanlar görür geceleri. "Öfkeli, hırçın, asık" suratını buruşturarak bakar odasına, sigaradan sararmış tavanına, kabarmış duvar kağıtlarına. Bu en bariz yoksulluk göstergesidir ve böylesi bir yoksulluk ile alçak tavan ayrılamaz ikili gibidir adeta. Üstelik bu yoksulluk maddiden ziyade manevi ise, ne fena.
Raskolnikov insanlara öfke duyar, onlardan tiksinir. Çünkü beklediği kurtarıcı melek onlardan biri değildir. Hoş, kurtarıcı melek bekler mi orası da henüz meçhul. Hiçbir insanın derdine derman olmayacağını bilir. İnsana değil, bu çaresizliğinedir asıl öfkesi. Bölüm 3, daha çok yolumuz var, bulunur herhalde bir çaresi.
Yoruma çok lay lay lom başlamıştım, anlık notlar alarak ilerleyecektim fakat sandığım gibi aralara girip yazma olanağını tanımıyor bu kitap bana.
Evet, esas olaylı bölümü okuyalı hayli oluyor. (Bilmem kaçıncı okuyuşum ve hep oralarda "şimdi sırası değil" derdim. Sonra ise kitabımın yarım kalmışlığına üzülür dururdum.) Fakat ben o an bir şey yazamadım, çünkü olayları sindirmek ile meşguldüm. Sanırım okuyup da cinayeti ilmek ilmek işlediğini, o kapının arkasında saklandığını, sonrasında yaşadığı bunalımları hissetmeyen pek az insan vardır.
Bazı yerlerde dikkatimi çeken şey, olayların pat diye gelişmesi oluyor. Kağıt kesiği gibi aynı, acısı sonradan çıkıyor. O kadar hayattan ki bu anlar, hissetmemek imkansız. Cinayetten sonra ara verip uzun bir süre düşünmüş, kitabın kalanına devam edememiş, bir süre tavanı izleyip güç bela uyumuştum. Ertesi gün yine düşündüm... Bazı şeyleri yalnızca empati ile anlıyoruz, yani bir şekilde bizlerin ruhunun da o acıyı çekmesi gerekli sanırım. Dolaylı veya doğrudan, bir şekilde bazı acıları tatmış gibi hissetmemiz lazım ki anlayabilelim ve üzerine az da olsa düşünelim. Bu dünyada belki de en büyük yetenektir anlayabilmek ve belki de en büyük ihtiyaçlardan biridir anlaşılmak. Raskolnikov'u anlayan biri olmayacak, o da böyle saçmalayıp duracak galiba. Şimdilik bu kanaatteyim, okuyup göreceğim. Ama en azından ben onu anlıyor gibiyim. Yani anlamıyorum ama anlıyorum da. Bilmem anlatabildim mi?
Alçak tavan...
Kitap bitti ve yine tıpkı başında da gözüme batıveren noktadayım. Raskolnikov'u cinayete sürekleyen önemli noktalardan biri alçak tavanlı bir evde oturması belki de. Çünkü her kim böyle bir yerde yaşasa, kendini "bit" gibi hissederdi. Raskolnikov da kendini minik bir bit olarak gördü. Her şeyden çok, kendini bir "insan" gibi hissetmeye ihtiyacı vardı. Bunun içinse daha insancıl şartlara tabii. Elbette bu işin farklı yolları bulunabilirdi fakat o, bu yolu seçti. Çünkü çektiği acı damarına basmaktaydı. Kendi kanı akmadan, olabilecek en hızlı şekilde başkasının kanını akıtmayı hesap etti. Bu kendine yapacağı bir ispat olacaktı. Kendi büyüklüğünü, koskoca bir işe kalkışarak kanıtlamak istedi kendisine. Yalnızca kendisine. Fakat sonrasında bu mevzunun bizzat kendi damarını kesmek olduğunu hissetmeye başladı. Olan ölene değil, kalanaydı. Kendisini yaşarken öldürdü, bu ızdırap cinayetten önce çektiklerinden çok daha ağır bir hâl aldı. Direksiyona geçme arzusuydu bu bence. Hayatının akışı kendi ellerinde değildi, o da kontrolü eline alarak, akışa kendi yönünü verebilecek kadar özgür olmak istedi. Başkalarının aklı ve kalıplaşmış bir sistem altında ezilmek yerine kendi güçsüzlüğüne karşı koymaktı niyeti.
Ona göre insanlar "olağanüstü" ve "sıradan" olmak üzere iki tür idi. Kendini "sıradanlık" kabından alarak "olağanüstülük" kabına sokmaya çalıştı. Fakat olağanüstülerden olamadığı gibi, artık bir sıradana da uymuyordu. O hiçbir yere ait olmadı ve hep bir boşlukta süzüldü. Kimlik arayışı hep sürdü ama ne olduğu kişiyi kabullenebildi, ne de tabiatına karşı koyabildi.
Bir asker düşünün. Bu asker savaşta her ne kadar can alıyor olsa da bu onu ülkesinin gözünde "katil" yapmayacaktır. Hatta aksine, "kahraman" olarak alkışlanacaktır. Fakat nihayetinde yaptığı iş insan öldürmekten başka bir şey değildir. Ama burada vatanını savunan, "ahlâklı" bir askere kim ne diyebilir? Öte yandan; sıradan bir cinayet, sıradan bir cinayettir. Ayıptır, "ahlaksızlık" olur bu. Çünkü toplum gözünde hiçbir vatandaşın, başkasının canını almaya hakkı yoktur. Bu kitap ile, belki de ahlâk yasalarını iyiden iyiye sorgulamak gerekir. Biz olsak, topluma hiçbir faydası olmayan, yaşamasının hiçbir anlamı yokmuş gibi gözüken bir "bit"i ezer miydik? Bu sahiden gerekli bir iş mi? Peki acaba bizler böyle bir hakka sahip miyiz, yoksa bu kendimizi çok zeki bulmaktan, önce kendimizi düşünmekten doğan bir kibrin sonucu mu? Kitabın zemininde bulunan felfesi dayanaklar çok derin ve hemen sorgulatmaya başlıyor. Uzun süre unutamayacağım bir cinayete tanık olmanın karamsarlığı hâlâ üzerimde.
Ve şunu anladım ki Raskolnikov'un beklediği kurtarıcı melek yokmuş. Raskolnikov kendini suçsuz günahsız melek gibi, toplumdan ayırmak düşüncesindeymiş. Zaten bu toplumla kendini hiç bir tutmamış, onlardan hissetmemiş ki kendini. Önceleri (daha annesinden gelen mektup ile) bu beklediği meleği kardeşi sanmak yanılgısına kapılmıştım ama şimdi daha iyi kavrıyorum. Melek bir yana, yaptığı işle iblise dönüştü kendi gözünde. Ahlâklı bir iblis. Ahlâkından kurtulsa belki iblis sıfatından da soyunabilecekti, kim bilir...
Okurken, karakterlerin çoğunun iç dünyasına yolculuk etme imkânımız mevcut ve bu çok güzel bir şey. Farklı yaşlarda, farklı cinsiyetlerde, farklı ekonomik durumlarda, kısacası her tür insan kendine benzeyen birini bulabilir, empati yapabilir bu kitapta. Okuduğumuz her yaşta duygu ve çıkarımlarımızın değişebileceği gerçeği yine kalemin ustalığından sebep.
Yazımı okuyan gözlerinize sağlık. Yüksek tavanlı, ferah mekanlarda, pek keyifli okumalar dilerim.