Kuru Otlar Üstüne filmi, çölde vaha etkisi yaratmak dışında izleyiciye ve sinemaya pek bir şey sunmamaktadır. Vasat denilecek yapıların bu denli övülmesi şaşırtıcı gelmemeli. Sinema anlayışının vasat olduğu noktada parlayıp sönen bir ışık karşı tarafa güneş gibi gelir. Filmin başrol…devamıKuru Otlar Üstüne filmi, çölde vaha etkisi yaratmak dışında izleyiciye ve sinemaya pek bir şey sunmamaktadır. Vasat denilecek yapıların bu denli övülmesi şaşırtıcı gelmemeli. Sinema anlayışının vasat olduğu noktada parlayıp sönen bir ışık karşı tarafa güneş gibi gelir.
Filmin başrol oyuncusu olan Samet karakteri ile ilgili söylenecek çok şey olmasına rağmen onunla ilgili birkaç şey söylemek yeterli sanırım. Samet, öğretmenlik yaptığı coğrafyayı ve oradaki insanları kendisinden aşağı gören, topografyayı aşağılayan, yeri geldiğinde entelektüel kesilen; yönetmenin adına konuşan grotesk bir karakterdir. Böylesi grotesk bir karakterin yönetmenin göndergesel mesajıyla konuşan bir figüran görevi görmesini saymıyorum bile. Yönetmenin kuzey hayranlığını batının varoluş felsefesiyle ilişkilendirme yöntemi, post modern karakterlerin kendi iç çatışmalarının belirsiz havası, bir anda bir tablodan Bach’ın müziğinin eşlik etmesi… Entelektüel kaygıları filmin birçok noktasında bulmak mümkün. Öncelikle varoluşun ‘sancıları’ yaşama dair, insan olmaya dair bize evrensel iletiler vermiyorsa, var-oluştuğunu düşünen sakat bir ceninle kalakalırız, bunu bilelim.
Samet, iskan ettiği coğrafyadan bahsederken utangaç bir dil ile konuşan, yerleşik iktidar ağzıyla konuşan sömürgeci ruhunun yöre insanları üzerindeki tiksinti veren ideolojik söylemlerini ele alırsak daha söylenecek çok şey vardır. Kürt bölgesinde Kürtleri Kürt olarak tanımlamaktan bile korkan, olsa olsa kimlik vurgusu yapınca ‘Alevi’ diyebilen bir sinema, Yılmaz Güney sinemasının yanına bile yaklaşamaz. Cüretli girişimler tarihte yerini alır, nabza göre şerbet verip her kesimi tatmin etmeye çalışmak olsa olsa tarihin sinik tiplemeleriyle dolup taşar. Amerika’nın eğlence ve burjuva dramının hep icra ettiği bir pazar gibi.
İçeriksel açıdan filmi değerlendirirsek de, diyaloga boğulmuş, aşırı biçimde gereksiz süslü bir dil ile malumatfuruştluğa batmıştır. Gereksiz ayrıntıların filme bir şey katmadığını, onu iyice bulandırdığını da belirtmek gerekir. Robert Bresson göz önüne alınmayınca diyaloga boğulmuş yapılar görmek şaşırtıcı da değil tabi. Filmin birçok sahnesinde diyalogların gereksiz biçimde uzatılması, bir anda politik bir havaya bürünen ve küçük burjuva bireyi ile toplumsal duyarlılığa sahip bir karakter arasında seyirciye açıkça mesaj veren bir film niyetini gizlemesine rağmen bir günah çıkarma ayinine dönüşmüş biçimde filmden kopuk bir dış ses gibi seyirciye yansımaktadır. Bunun yanında daha da trajik olan Vahit karakterinin ne oradaki yöre halkıyla herhangi bir benzerliği olması ne de ne için orada olduğu, ağdalı söylemlerinin neye vurgu yaptığının filmdeki belirsizliği seyircinin ilişki kurmasını zorlaştırdığı gibi filmin bir bütünselliği simgelemesi bir yana, tastamam parçalı ve ilişkisiz bir yapımı önümüze koymaktadır.