Cipsin yanına yaptığım naneli yoğurdu sadece David Fincher'ın filmlerinde zuladan çıkarırdım. Fincher öyle yönetmendi! Killing Them Softly'den mütevellit Brad de bu rolün altından kalkardı kuşkusuz ama reddedip Fassbender'ın oynamasına çok sevindim. Smiths'i odaklanmak için dinleyen duygusuz bir seri katil rolü…devamıCipsin yanına yaptığım naneli yoğurdu sadece David Fincher'ın filmlerinde zuladan çıkarırdım. Fincher öyle yönetmendi!
Killing Them Softly'den mütevellit Brad de bu rolün altından kalkardı kuşkusuz ama reddedip Fassbender'ın oynamasına çok sevindim. Smiths'i odaklanmak için dinleyen duygusuz bir seri katil rolü kendisine yakışmış. Alman turist outfiti hakeza.
Sniper dürbünüyle etrafı izlediğimizde birinci şahıstaki bizi röntgenci rolüne atan kamera, arkaya geçip ikinci şahıstaki bizlere küçük bir pencereden dışarıyı göstererek bu görevinden vazgeçmiyordu yine. Filmin başlarının sık sık bu şekilde gittiğini düşünürsek büyük bir önem taşıyor burası. Ayrıca ses bandındaki kesilmeler de yine bakış açılarındaki ayrımı av ve avcı olmak üzere güzel hissettiriyordu.
Katilin başta "Şöyle birini güzel güzel, sessizce en son ne zaman boğmuştum?" diyerek sniperlıktan hayıflanması böyle bir filmin en büyük gerekliliklerinden birini hatırlatıyor: öldürme çeşitliliği. Her bölümde başka bir hedefe uğrayan seri katil genellikle silah kullansa da en azından hikayesi, diyalogları ve kurnazlıklarıyla bu çeşitliliği sağladığını düşünüyorum Fincher'ın. Özellikle filmin tek dövüş sekansı "You pick the wrong house motherf*cker." repliğinin hakkını doyasıya veriyordu. Bu sekansa bayıldım, dövüşle organize giden kamera sallanmaları müthiş bir hareket katmış. Tek başına filmin aksiyon ihtiyacını karşılıyor.
Dikkatimi çeken bir başka nokta seri katilin motivasyonunu sürekli duymak zorunda bırakılmamız. Bundan şikayetçi olmak doğru mu emin olamadım. Sonuçta filmde yıllar sonra hata yapmış bir seri katili izliyoruz, motivasyonuna en çok ihtiyacı olduğu,"John Wilkes Booth olsaydı ne yapardı?" diye sorduğu zamanlar bunlar. Hata yapmış olmasaydı belki biraz fazla kaçırmış Fincher derdim ama hatasından sonra tek amacı, tek duymak istediği "Seninle bir sorunum yok." olan, artık amacı işe devam mı tamam mı değil de sadece hayatta kalmak, eşiyle kalan hayatını yaşamak olan bir seri katilin geçirdiği bu ince değişimin yaşattığı stres belki de korku, bu motivasyonun sürekliliğini haklı çıkarabilir. Aslında tüm film, şu "Seninle bir sorunum yok." repliği ya. Bunun farkına varan filmi cidden beğenir. Zaten hangi bölüm olduğunu unuttum ama Tilda Swinton'ın karakteriyle yemek yerken o da söylüyordu bunu duymaya geldin değil mi, diye. Ve tam o anda seri katil fena bozuluyor, yüzü düşüyordu. Gerilimin yanında çok da özel, insanın içine inen, duygu durumunu hissettiren, empati kurduran bir iş. Bunu bir seri katille ve onun "asla empati kurma" motivasyonuna rağmen başardığı için de Fincher'a bayılıyorum.
Mesela bu filmin dışında hayal edin. Bir işte çok iyisiniz. Ve eninde sonunda hata yapacağınız o gün geliyor. "İşe devam edebilirsin"dense "Seninle bir sorunum yok. Hayatına devam edebilirsin" lafını duymayı tercih etmez misiniz? Çünkü siz de biliyorsunuz artık o işi yapamayacağınızı, kendi hayatınıza devam etmeniz gerektiğini.
Genellikle filmin dijital platform için yapıldığından yakınılmış. Filmin konusuna bakınca hakikaten bu tarz bir yapım sanılıyor. Türkiye'deki bir tutarsızlıktan kaynaklı bu da. Film ismi çevirilerindeki hüsranların birkaçına mutlaka denk gelmişsinizdir. Bunun sebebi aslında filmin ismi olarak; izledikten sonra çıkarılan anlamı, sonucu uygun görmeleri. Mesela Donnie Darko - Karanlık Yolculuk çevirisi. Adamların yaptığı şu: filmde karanlık yolculuk görüyorlar ve film ismi olarak bunu uygun görüyorlar, insanları ne izlediğine göre değil de nasıl izlediğine göre yönlendirmek daha kolay geliyor, yani bir nevi isim ve konu yer değişiyor. Halbuki insanların Karanlık Yolculuğu izlemek için Donnie Darko'ya gitmesi lazım. Donnie Darko izlemek için Karanlık Yolculuk'a değil. The Killer filminde de olan bu aslında. İnsanlar konusuna aldanıp bir intikam filmi izleyeceğini sanıyor ama filmin adı zaten bize ne izleyeceğimizi açıklıyor. Seri katilin iç dünyasına giriyoruz bir intikamdan çok. Bu yüzden de filme o kadar çok sıkıcı diyen olmuş ki ulan dedim acaba Fincher harbiden şıçmış mı?
"İnsanoğlunun özündeki iyiliğe inanmayı tercih edenlere şunu sormam şart, dayanağınız nedir acaba?"
Fincher'ın özündeki katil hikayesinden şüphe edenlere şunu sormam şart, dayanağınız nedir acaba?
Ayrıca Altyazı Sinema Dergisi'nin bu film hakkındaki incelemesini de okumanızı tavsiye ederim. Katilin bilerek ıskalama ihtimali gibi farklı bakış açıları edindim ve bu filmin, yönetmenin diğer efsanesi "Fight Club" ile olan ilişkisini de değerlendirme şansım oldu bunun sayesinde. Meğer Fincher'ın "The Killer"ı, Lars von Trier'in "The House That Jack Built House"u gibi bir cevap belki de bir özeleştiri niteliğinde olabilir.