Yer Altından Birkaç Not "Ben hasta bir adamım... Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben." Harika bir giriş cümlesi, bir kitap böyle başlıyorsa devamında yazılacakların büyüsüne kapılmamak elde olmaz. Dostoyevski'nin gerçekten var olan, saf bir edebi dili var. Her noktaya…devamıYer Altından Birkaç Not
"Ben hasta bir adamım... Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben."
Harika bir giriş cümlesi, bir kitap böyle başlıyorsa devamında yazılacakların büyüsüne kapılmamak elde olmaz. Dostoyevski'nin gerçekten var olan, saf bir edebi dili var. Her noktaya sanki, ne geleceğini tam olarak biliyor ve o kelimeyi yerleştiyor. Bunun için çevirmenlere de teşekkür etmek gerekiyor galiba.
"Gösterişsiz, içi hınçla dolu...". "Öyle bir adam...". Hınçla dolmak tam olarak ne demek? Hınç değil miydi sanki, öç almak isteyen bir adamın duygusu? Sözümona, Dostoyoevski kimden öç alıyor? Basitçe bir insandan mı, zamana karşı geçmişten mi yoksa belki de kibir dolu içinden mi?
...
"Ama sevgili okuyucularım, asıl hıncımın nereden geldiğini biliyor musunuz? Durumumun püf noktası, bütün rezilliği de burada ya... Benim asıl kızdığım şey, sinirli anlarımda bile içimde bir öfke ya da hıncın bulunmaması, bütün cartcurtları yalnız gönlümü hoş tutmak için yapmamdı. Öfkeden ağzım köpürmüşken biri biraz gönlümü alsa ya da önümde bir bardak çay sürse hemen yelkenleri suya indirirdim. Bununla da kalmaz, ona karşı yakınlık duyardım; ama sonra kendime kızar, utancımdan birkaç ay uykularımdan olurdum. Yaratılışım böyleydi işte."
Aslında bahsettiği özel bir durum Dostoyevski'nin. Birçok insan için daha da özel. Duygularını yaşayan insanlara diyorum ki bir süre salın onları, bırakın dolaşsınlar. Sonra etrafa bakın iyice. Hükümete olan garezini hatırlayın, yan komşu gürültü yaptı diye öfke duymaya çalışın ya da belki bir kızı seviyor zannettiyseniz ama o size hiçbir cevap yolu vermiyorsa hüzünlenmeye çalışın.Bunların hangisi sizin içinizden gelmiş olacak? Mesela size tebessümle küçük solgun çiçeklerini satmaya çalışan, yüzü daima gülen bir teyzenin samimiyetiyle aldığı parayı gördüğünüzde hissettiğiniz mutluluk gibi, saf ve temiz mi olacak? İşte bir insan ki duyguları karmakarışık velhasıl belki de salınıp gitmişse oraya buraya, o insan için duygular, dostumuzun dediği gibi olacak. Duygularını bulamayacak, resmen tiyatro oynar gibi oynayacak onlar yerine. Ancak hiç beklemediği bir anda, o duygulardan biri fışkıracak içinde. Belki bir gece yarısı, tırnaklarını yiyecek durmadan.
"Benim nasıl bir adam olduğum da belli değil: Ne ters bir adamım, ne uysal; ne alçağın biriyim, ne onurlu; ne kahraman, ne de korkak... Kendi köşeme çekilmişim; zeki insanların önemli bir iş tutmayacakları, iş tutanlarınsa aptal oldukları gibi kin dolu, boş bir avuntuyla günlerimi doldurup gidiyorum."
Bir sanatçı olsam kendimi bu şekilde tarif ederdim. Bu parçada girdiği gibi, "ne olduğu belli olmayan"; ancak izleyen... Zeki insalar hakkında da konuşuyor. Onların iş tutamayacağını, asıl iş tutanların aptallar olduğunu söylüyor. Bu tabii ki genel olarak doğru olamaz. Zeki insanlar için en azından dünyada belirli yerler hazırdır. Ancak bu dedikleri şöyle anlaşılırsa doğru olabilir: Şanssız zeki insanlar iş tutmaz, şanssız aptal insanlar iş tutar ve aptallar şanssız olsalar bile zekilerden daha şanslıdır. Şanssız zekilerse her şeyi bildiklerini, ona rağmen dünyada istedikleri yerde olmadıklarını düşünürler. Bu haksızlık değil de nedir? İkiden sonra üçün geldiğini bilmeyen adamlar politikacı, başkan, bürokrattır. "Ancak ben zekiyim, neden yerim yok?" Dostoyevski'nin yarattığı Yer Altı Adamı da bu şekilde düşünüyor.(Tabii ki bu adam Dostoyevski'nin bir yan versiyonu, Dostoyevski kendinden karakterlere çok şey katar.) Bu sorunun cevabı için belki de kitabı daha fazla kurcamalısınız.
"19. yy insanı en başta iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun boynunun borcudur; iş beceren, iradeli adam aptal, dar kafalıdır. İşte benim kırk yıllık yaşamımda vardığım sonuç! Kırk yaşımdayım artık; şaka değil, kırk yıllık koskoca bir ömür, yaşlılığın ta kendisi! Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır. Kim yaşar kırkından fazla? Haydi, bana açıkça, elinizi vicdanınıza koyup söyleyin! İsterseniz ben size açıklayayım: Aptallar, namussuzlar yaşar kırkından sonra."
Kırk yaşın daha da öncesi, belki otuz-otuz beşli yaşlar artık, insanlara orta yaş krizinin sokunduğu yaşlar oluyor. Sonuçta yaşamın yarısına geliyorsanız bunu normal karşılamalıyız öyle değil mi? En azından otuz yaş ve kırk yaş arasını, bunalım açısından normal karşılasak da sonrasında daha özgür yaşamaz mıyız?
Dostoyevski böyle düşünmüyor, tabii ki biz Yer Altı Adamı diyelim. Ona göre kırk yaş yaşamak için yeterliymiş! Aslına bakarsanız, o dönemdeki yaş ortalaması daha düşüktü, tam bilemiyorum ama sağlık koşullarının yetmiş beşe izin vereceğini zannetmiyorum. Örneğin o zamanlar Rusya'da muhtemen sokak köşelerinde, akciğer enfeksiyonundan ölen herhangi biri olması, o kadar da anormal gelmiyordur. Ancak Yer Altı Adamı bunu biyolojik nedenlerde söylemiyor, ona göre insan az yaşamalıdır ve bunun nedeni yaş ortalaması, hastalıklar vb. değildir. Aslında bu, geçmişe bir özlem, geleceğe ise "gelme, gelirsen ben de her şeyi bitiririm. Ben olmazsam benim için gelecek de olmaz." şeklindeki bir düşüncedir. Aslında pek bu parçada belli etmese de Yer Altı Adamı, geleceğin o puslu belirsizliğinden korkar. O zamanın insanına iradesiz der, halbuki kendisi iradeli midir? Bir şey yapmak için uzun bir zaman bekler ve hiçbir şey yapamaz, yapmaz. Hiçbir şey! Neyin doğru, neyin yanlış, neyin ne olduğuna o kadar kafayı takar ve iradesi adına öyle iyi bir karar vermek ister ki sonunda bir belirsiz yola doğru yol alır. Çünkü diğer yolları seçemez bu "iradeli" adam. Herkesi iradesilikle suçlayan bu adam, hiçbir yolu seçmeden belirsizliğin kapattığı ve yan yolları bile olmayan tek çıkışlı karanlık bir yolda yürür.
...
"Baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır, hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık."
Bu dediğine katılmayan var mıdır? Ancak buradaki sorun bu anlama diye kast ettiği şeyin, duygusal ve empatik bir anlama oluşudur. Elbet ki buna yakın olan birkaç felsefi anlama da olabilir. Ama dediğim gibi bunlar da duygu temellidir ve oldukça özneldir. Örneğin Yer Altı Adamı burada "Karadeliklerin içinde ne var ve karadelikler nereye çıkıyor ya da kuantum boyutunda klasik fizik anlayışıyla örülmüş beynimiz nasıl bir algılama gerçekleştirir?" gibi soruların ve bunlara verilen cevapların anlanmasından bahsetmiyor, daha çok "Sen şu kolyeyi bugün taktın ancak dün takmamıştın. Dün çok yorulduğunu söylemiştin. Ancak bana her zaman seni her şeyden çok önemsiyorum demiştin, o zaman neden dün takmadın?" gibi bir soru ya da belki de "Sonu görebiliyor musun? Yaşamın, insanın, bilincin belki de bu yüzden her şeyin... Sonunu görebiliyor musun?" tarzı sorular olabilir. Oldukça felsefi de olabilir, olursa da duygu yüklü olur, sadece bir endişe de olabilir. Yer Altı Adamı, her şeyi anlamak derken bundan bahsediyor.
Aslında zaten Yer Altı Adamı'nın öznel bir anlamadan bahsettiği çok açık. Yine de bunu örneğe dökmek istedim.
Ayrıca Yer Altı Adamı bunu bir hastalık olarak görüyor. Bu çok da yanlış değil. Verdiğim örnekler iki adetti. Bir tanesi kaygı üzerine, bir diğeri ise depresif bir felsefi anlayış üzerineydi. Her ikisi de bazı psikolojik yaklaşımlarla anlaşılabilir. Dediğim gibi, Yer Altı Adamı kaygı ve endişe dolu bir halde. Kimseyle tam olarak komuşamıyor çünkü kimse onun gibi değil. Kimseye tam olarak öfkelenemiyor çünkü onun öfkesi gerçek bir duygu değil. Kimseyi gerçekten önemsemiyor ancak her dediklerini takıntı ediyor ve sayıyor çünkü onun istediği şey insanlarla anlaşmak değil, konuşmadan kalmak. Çünkü ona göre zaten her mutlu şey mahvoluyor, her şeyi bozan bir zevk var. Sinsi bir zevk bu. Yer Altı Adamı da ondan korkuyor. Her şeyi mahvetmenin verdiği hazdan...Bir vesveseden daha fazlası, gerçek bir zevk bile değil. İşte bunu daha iyi anlamak için kitabın tamamını okumalı, hatta gerekiyorsa tekrardan okumalısınız.