"İnsanoğlu kaderi anlamaktan acizdir, Scipion." ("L'homme est incapable de comprendre son destin, Scipion.") Roma'nın üçüncü imparatoru Caligula, kısa bir süre (M.S. 37-41) hüküm sürmüş olmasına rağmen, arkasında kalıcı bir katliam ve vahşet mirası bırakmıştır. Gaius Julius Caesar Germanicus olarak doğmuş…devamı"İnsanoğlu kaderi anlamaktan acizdir, Scipion."
("L'homme est incapable de comprendre son destin, Scipion.")
Roma'nın üçüncü imparatoru Caligula, kısa bir süre (M.S. 37-41) hüküm sürmüş olmasına rağmen, arkasında kalıcı bir katliam ve vahşet mirası bırakmıştır. Gaius Julius Caesar Germanicus olarak doğmuş fakat askeri üniformasına atıfta bulunarak "küçük postal" anlamına gelen Caligula lakabını almış olan tiran, terör saltanatı ve mali sorumsuzluğu nedeniyle 28 yaşında suikasta uğramıştır. Albert Camus'nun ilk oyunu olan "Caligula", bu tiran imparatorun hikayesini dört perdede işleyerek Camus'nun absürd fikirlerini incelemekte ve tarihi figürü 20. yüzyıl felsefi söylemiyle yeniden yorumlamaktadır (Camus bunun felsefi bir oyun olmadığını iddia etse de).
Camus, Nietzsche'ci "güç istenci" aracılığıyla Caligula'yı hesaplı bir mantıkla absürdü kucaklarken gösteremekte, her şeyin mümkün olduğunu ve insanın Tanrı'nın yerini alması gerektiğini tasvir etmektedir. Caligula, ölümün rastgeleliğini ve yaşamın keyfiliğini yeniden yaratmaya çalışırken anlamı ise anlamsızlıktan yaratmaya çalışır. Okunabilirliği yüksek bir eser olan Caligula, karmaşık fikirleri sorgulamakta ve okuyucuda/izleyicide rahatsızlık yaratmaya yönelik bir şiddet, güç ve isyan destanı ile gelişmektedir.
Camus, Caligula'yı yazmaya 1937'de başlamış ve 1939'da bitirmiş olmasına rağmen, oyun, savaş sonrasında Paris'te sahnelenmeden önce birkaç kez revize edilmiştir. Camus'nun da oyunun girişinde belirttiği gibi, Caligula rolünü sahnede kendisi oynamak istemiş, bolca cinayetin, çığlıkların ve duygunun yer aldığı bu rolü büyük bir zevkle oynayacağı ifadesini de eklemiştir.
Camus, oyununu (özellikle Cherea'nın rolünü) absürd konusundaki değişen görüşlerine uyacak şekilde uyarlamış, ayrıca Hitler ve Fransa'nın işgali karşısında da değişiklikler yapmıştır. Hitler ve Fransa işgaline karşı bir doğrudan çağrı olarak Cherea'nın, "Zaferi, dünyanın sonunu getirecek fikirlerle savaşıyor.", repliğini eklenmiş ancak bazı replikleri de kesilmiştir. Gloag, Cherea'nın absürdü azaltmak için var olduğunu ve "nihilistik saflığın artık savunulamaz" olduğunu iddia eder. Christine Margerrison ise, "Camus ve Tiyatro" adlı makalesinde, Camus'nun oyununun genellikle yanlış anlaşıldığını ve varoluşçu bir eser olarak (bu etiketi kesinlikle reddetmiş ve varoluşçuluğu "felsefi bir intihar" olarak nitelendirmiştir) veya Jean-Paul Sartre'a karşı bir eleştiri olarak (Sartre'ın varoluşçuluğunun yükselişinden önce yazmıştır) ya da tiranlara veya komünizme karşı bir eleştiri olarak yanlış anlaşıldığını belirtmiştir. Bunların birçoğu haklı yorumlar olabilir (veya diğer eserlerinde de bulunabilir), ancak Camus, özgürlük ve şiddet ikileminin, güçlülerin topluma karşı isyanının ve mantıkla absürde karşı yaşama ifadesinin ana amacını göz ardı ettiklerini vurgulamıştır.
Caligula, bir anlık savunmasızlık göstererek bizi, şiddet dolu saltanatının başlangıcına çekmektedir. Kız kardeşi Drusilla'nın ölümünün ardından Caligula, "hayatın oldukça dayanılmaz" olduğunu, ve varoluşun absürd olduğunu düşünmekte, gerçekten "bu dünyadan olmayan" bir şeye sahip olamadığı için pişmanlık veyahut özlem duyduğunu belirtmektedir. Elinde güç olan birinin gökteki Ay'ı istemesi ne tür bir anlam ifade eder? Bu basitçe, sadizme ve başka hayatlar pahasına özgürlük arayışıyla ilgili bir mantığa işaret etmektedir.
"Yalanlar ve aldatmalar ile çevriliyim. Ancak bu kadarı bana yeter; insanların gerçeğin ışığıyla yaşamasını istiyorum. Ve onları buna zorlayacak güce sahibim. Neye ihtiyaçları olduğunu ve neye sahip olmadıklarını biliyorum. Anlamıyorlar ve bir öğretmene ihtiyaçları var."
("Je suis entouré de mensonges et de tromperies. Mais cela me suffit; je veux que les hommes vivent à la lumière de la vérité. Et j'ai le pouvoir de les y contraindre. Je sais de quoi ils ont besoin et ce qu'ils n'ont pas. Ils ne comprennent pas et ils ont besoin d'un maître.")
Tiran hükümdar, aynı zamanda dönemin akademisyenlerinin ve filozoflarının tiranlığının bir temsili olarak da görülebilir ve Camus bu konuyu daha eleştirel bir şekilde "Düşüş"te incelemiştir. Cezalandırmayı, Tanrı'nın yokluğunda bir tür Tanrı olmaya çalışmayı tasvir etmektedir. Tıpkı not defterlerinde yazdığı gibi, "Eğer bu dünya anlamsızsa, Tanrı'yı yaratmak bize düşer. (...) Tanrı'yı yaratmanın tek yolu Tanrı olmaktır." Herkese bir vasiyetname hazırlatır ve insanları, ölümün keyfiliğini göstermek adına, rastgele idam etmeye karar verir ("Bir insanın ölmesi için bir şey yapması gerekmediğini henüz anladınız.") ve imparatorluğu bu yönde finanse etmektedir. "Hazine önemliyse şayet, insan hayatının hiçbir değeri yoktur.", diye belirtmekte (burada hükümet ve kapitalizme yönelik bir eleştiri vardır) ve "Bu dünyanın bir kıymeti yoktur ve bu hakikati kabullenmeyen özgürlüğüne kavuşamaz.", diye vaaz vermektedir. Bu, çok farklı bir isyan türüdür, ancak Camus, Caligula'nın öğretilerinin kendi öğretileri olmadığını da yer yer ima eder (bu da okuyucu/izleyici Camus'nun amacının bu olduğunu varsaydığında onu hayal kırıklığına uğratan bir başka unsurdur). Böylelikle bu yıllarca süren, anlamsız ve rastgele cinayetler insanları mutlu etmez ve Caligula, bu yaptığıyla kendi ölümünü hazırladığını bilir.
"Diğer sanatçılar güç eksikliklerini telafi etmek için üretirler. Benim ise bir sanat eseri üretmeme gerek yok; onu yaşıyorum."
("Les autres artistes créent pour compenser leur manque de pouvoir. Je n'ai pas besoin de créer une œuvre d'art; je la vis.")
Camus, varoluşun absürdlüğünü benimseyen ve "özgürlüğün sınırı olmadığını" ya da "her zaman başkasının pahasına özgür olunabileceğini" düşünen Caligula ile varoluşun metafizik düşüncelerinden kaçınan halk arasında ilginç bir ikilem sunmaktadır. Biz ise sahnedeki cinayetler, cinsel saldırılar ve sürekli aşağılamalarla rahatsız edilmekteyiz. Fakat hem Caligula'nın absürd arayışını anlayan (ve belki de paylaşan) hem de şiddete katlanamayan Cherea ile olması gereken denge de kurulmuştur. O da şiddet uygulamak istemez ve suikast girişimine rağmen mücadele etmektedir. Colin Davis'in, Camus makalesi "Şiddet ve Etik"te savunduğu gibi, Cherea, Camus'nun "Ne Kurbanlar Ne De Cellatlar" adlı makalesinde yazdığı şiddetin "aynı anda kaçınılmaz ve savunulamaz" olduğu ve "İsyan"da ise "etik bir ikilemin varlığını kabul etmek ancak ve ancak onu aşma çabasıdır", öğretilerinin açık bir ifadesidir.
Caligula'nın, "Belki de aynı ezeli gerçekler ikimize de çekici geliyor.", gözlemleri ve acımasızlığıyla güzelliği reddetmesinden rahatsız olan Scipio da Caligula'ya karşı bir zıtlık oluşturmaktadır. Caligula, kahraman olmasa da Camus'nun varoluşun absürdüne karşı başkaldırı fikrinin bir dışa vurumudur ve Scipio, Caligula'nın göklere karşı öfkesini reddederek "tanrı-insanlar"ın ona karşı çıkacağını öngörmektedir. "Alba della Fazia Amoia"nın Camus eleştirisi kitabında yazdığı gibi, "[Caligula'nın] kasıtlı irrasyonelliği onu dadaistik, nihilitik ve kaçınılmaz şekilde kendini yok eden bir figür yapar.", ve yine oyunda ölenlerin sayısını veba zamanlarına benzetir. Bu durum dikkatimi çekti çünkü Camus'nun "Veba" eseri de bizlere bir grup adamı, ölümün irrasyonelliği ve keyfiliğiyle savaşmak adına organize eden bir hikaye sunmuştur. Burada ise isyan açıkça "iyi" ve haklı, (bu noktada Cherea'nın, "Bazı eylemler övgüyü daha fazla hak eder.", ifadesini sevdiğimi belirtmeliyim, ancak Davis'in "daha güzel" çevirisi burada söylemeye çalıştığımı daha iyi ifade etmekte), ancak kanlıdır.
Caligula'nın son sözleri "Hâlâ yaşıyorum.", olduğu için, bedeni ölüme yenik düşmüş olsa da şiddetin ruhunun bir parçası olmaya devam ettiğini, onu öldüren komplocular tarafından uygulanan yeni bir "güç istenci" olarak varlığını sürdüğünü görmekteyiz. Özgürlük ve şiddet arasındaki ahlaki ikilem, perde kapandıktan sonra bile sessizlik içerisinde fakat yüksek bir sesle konuşmaktadır.
"Tek bir ihtiyacım var, o da: imkânsız olanın varlığı. İmkânsız!"
("J'ai besoin d'une seule chose, de l'impossible. De l'impossible!")
"Caligula", Camus'nun "Absürd Döngüsü" olarak adlandırdığı serinin bir parçasıdır. "Yabancı" ve "Sisifos Söyleni" ile birlikte bu seride yer almaktadır. Ancak tüm bunlar içinde bizi en çok düşündüren, insanların anlamsızlığa nasıl anlam yükleyebileceği, ya tanrılara meydan okuyarak ya da kendisi bir tanrı olarak, ve ardından özgürlüğü şiddetle ya da başkalarına zarar vermeden nasıl haklı çıkarabileceğimizi sorgulamasıdır. Bu durum, Simone de Beauvoir'nın da "Etiğin Muğlaklığı" adlı eserinde ele aldığı etik yaşam konusudur ve Camus bu soruyu, okuyucuya/izleyiciye içlerinde tartışmaları adına doğrudan sormaktadır. Caligula, modern felsefi sorgulamalar aracılığıyla Caligula'yı tarihi bir figür olarak heyecan verici bir şekilde ele alırken, Camus'nun fikirler kanonunun bir başka kritik ifadesi olarak işlev gören ilginç bir oyundur da. Fikirlerinin zamanla, hem diğer eserleriyle bağlantılı olarak hem de 30'lar ve 40'larda gerçekleşen tarihe yanıt olarak nasıl değiştiğini görmek açısından keyif vericidir. Sorunlu bir figür olmasına rağmen, parlak bir zihin olan Albert Camus'yu, Caligula'da olduğu gibi, özellikle sahneyle ilgili çalışırken görmek harika bir deneyimdi.
"Yine de durum aslında oldukça basit. Eğer Ay'a sahip olsaydım, eğer sevgi yeterli olsaydı, her şey daha farklı olabilirdi."
("Pourtant, en réalité, c'est assez simple. Si j'avais la lune, si l'amour suffisait, tout pourrait être différent.")
Eklemek istedikleriniz olursa yorumlarda bizi bilgilendirmekten çekinmeyin lütfen. Saygılar.