Kartaca, klasikler ile yakın ilişkiler kurmuş çoğu araştırmacıda her zaman için müthiş bir hayranlık duygusu uyandırmıştır. Çünkü kendisi adeta bir güç, bir "kişilikler" imparatorluğuydu. Kartaca'nın bize bırakmış olduğu miras, tarih, kültür kasıtlı olarak silinmiş, ondan geriye hiçbir iz kalmayacak şekilde…devamıKartaca, klasikler ile yakın ilişkiler kurmuş çoğu araştırmacıda her zaman için müthiş bir hayranlık duygusu uyandırmıştır. Çünkü kendisi adeta bir güç, bir "kişilikler" imparatorluğuydu. Kartaca'nın bize bırakmış olduğu miras, tarih, kültür kasıtlı olarak silinmiş, ondan geriye hiçbir iz kalmayacak şekilde yerle bir edilmiş ve sonra onu hem yok edip hem de yerini alan Roma'nın siyasallaştırılmış kurgularıyla değiştirilmiştir. Kartaca'nın gölgesi şimdilerde bile antik dünyanın üzerine geniş bir şekilde düşmektedir. Ancak, az önce de belirttiğim üzere, o artık sadece karanlık, söylentilerle örtülü bir gölge. Gerçek varlığı, gerçek karakteri bizim için bilinmezliğini korumakta.
Fakat her şeye rağmen bildiğimiz bazı şeyler de yok değildir. Bilinene göre Kartaca, kendi başlarına bir güç haline gelen Fenikelilerin bir kolonisi, denizci Hanno, general Hannibal ve çoğunlukla büyük Barselona soyundan gelen diğer bazı önde gelen figürlerden oluşmaktaydı. Yine de bilgimiz her zaman için Roma gözünden gelen incelemelerden ibarettir. Öyle ki, büyük Roma kültürel destanı (Virgil'in Aeneid'i), Kartaca'yı, Roma'nın doğuşunu engellemeye niyetli olan öfkeli, terk edilmiş Dido figüründe kişileştirmiştir. Sonuç olarak, savaş çığırtkanı Cato'nun da sık sık tekrarladığı, "Carthago delenda est!", (TR: Kartaca yok edilmeli!) satırı harfiyen uygulanmıştır.
Flaubert, psikolojik Realizm tarafından kabul görmüş şaheseri Madame Bovary'nin devamı niteliği taşıyan bu kitabı için hazırlanırken aylarca araştırma yapmış, kendini antik tarihe gömmüş, kayıp imparatorluğu geri kazanmaya çalışmış, hatta yine bu impratorluğun eski konumunu bile ziyaret etmiştir. Sıkı çalışmasının meyvelerine kitabın satır aralarında ve hoş ayrıntılarında rastlayabilirsiniz. (Çoğunlukla Ovid ve Milton'ın şiirselliğini çağrıştırır.)
Flaubert'in burada melodram üzerinde değil, tarih üzerinfe daha fazla durduğuna dair hemfikir olabiliriz, ki bu bana göre talihsiz bir durum, çünkü hikayesi acıklı ve hakkında şarkı yazılmasını bile hakediyor. Ne yazık ki, kendisi karakterlere psikolojik olarak katılmamıza asla izin vermiyor. Karar anına doğru düşüncelerinin nasıl geliştiğini görmek yerine, bize olan bitenin sadece tasvirlerini sunmakta. Halbuki bu yazmış olduğu kitap, Shakespeare-vari bir performans olmak adına bütün elementlere sahip bir anlatı. Tartışmalı diyaloglar, zorlamalar, baştan çıkarmalarla dolu görkemli figürlerin sahnede dolaşmasını, ustalıklarını, kişiliklerinin gücünü, duygu derinliklerini sergilemelerini görmek için her şeyimi verebilirdim. Mussorgsky ve Rachmaninoff gibi ünlülerin bu hikayeden operalar yaratmaya çalışmasına şaşmamak gerek doğrusu. Bu bahsettiğim tutkulu mücadeleler, ince dönüşler ve manipülasyonlar olmadan, tüm melodram giderek daha düz ve önyargılı bir hale geliyor. Yine de yazarın kendisinin de belirttiği gibi :
"Son beş ayda yazdığım yarım sayfalık notların ve okuduğum doksan sekiz cildin tümünü, sadece üç saniyeliğine de olsa, kahramanlarımın tutkusundan gerçekten etkilenmek adına feda ederdim."
Maalesef eserler bazen bizim istediğimiz gibi bir araya gelmez çünkü ilk etapta bir sanatçıyı bir projeye çeken şey de bu birleşmeme durumudur. (Anlatılmaya değer bir hikaye olduğuna dair kesinlik ve burada okuyucu için verimli bir zemin olduğuna dair ilk izlenimlelerinden bahsediyorum.) Kanlı anekdotları, özellikle yetişkin bir aslanın çarmıha gerilmesiyle ilgili olan, ve sembolizmleri ile çok katmanlı bir anlatı olmak adına fırsatlarla doluymuş ve keşke bütün bunlar bir araya gelseymiş. Flaubert, tüm araştırmalarına rağmen akademik derinlik ve genişlikten yoksundur ve dolayısıyla Salammbo da tarihi açıdan işe yaramaz, ancak az önce de belirttiğim gibi bunları sanatsal bir amaca da dönüştürememiştir.
Sonuç olarak, esere bakmanın en ilginç yolu, onu oryantalizmin büyük bir parçası olarak görmektir. Kartaca'yı tam anlamıyla Kartaca olarak göremiyoruz fakat Fransa olarak da göremiyoruz. Bunun yerine, hep mesafeli, sempati duyulması imkansız bir görünüme sahip, bilinmez bir Kartaca ile karşı karşıyayız. Bu durum da neredeyse, Oryantalist duruşun göstermesi için inşa edildiği mesafenin aynısı.
Bu kanıya ulaşmış olmamız hem uygun hem de fazlasıyla ironik çünkü birçok açıdan, Roma bakışıyla Kartaca, Oryantalist duruşun orijinal örneğidir: yabancı güç yok edilir, fethedilir, dönüştürülür ve sonra fetheden kişi tarafından kendini haklı çıkarma hikayesi olarak yeniden yazılır. Kartaca'nın sesi, gücü ve etkisi o kadar büyüktü ki, Roma onu küçültmek, daha az tehdit edici bir şeye dönüştürmek zorunda kalmıştı. Hatta yine Kartaca'nın Akdeniz'e hakim olmak için ilk gerçek deniz ticaret imparatorluğunun gereklilikleri olarak belirlediği hem teknolojiyi hem de yöntemleri görev bilinciyle kopyalamışlardır bile.
Sonuçta Aeneas yalnızca Kartaca'ya edilmiş bir hakaret değil, aynı zamanda Roma'nın Pers gücünü kendi imparatorluklarına edebi ve tarihi açıdan entegre etme girişimiydi, ki bu girişim Demos Retoriği'nden çok Tanrı Kral Kültü'dür. Rönesans ve Reconquista'nın da ardından, Avrupa güçleri bir kez daha Roma davasına ve kimliğine bürünmüşlerdi. Fransa için Cezayir, yöneticinin "hakkı" olan yozlaşmayı en iyi şekilde keşfettikleri bir sömürge alanı haline gelmiş, yerlilerini ise Oryantalist uzaklaşma ile suçlamışlardır. Bu süreci bugün bile görmekteyiz.
Romalıların Kartacalılara karşı yarattığı yabancılaşma ve karalamanın en uç örneği, iddiaya göre bebeklerin yenilgiyi, hastalığı ve yıkımı önlemek için tanrılara kurban edildiği Tophet'tir. Flaubert, kana susamış kalabalığın devasa idollerinin mekanik ağzına çocuk üstüne çocuk vermesiyle ilgili suçlamayı en süslü ve acımasız şekilde tekrarlamaktadır. Son arkeolojik çalışmalar, Tophet'in antik dünyada çok sayıda ölü doğum ve bebeklerde yüksek ölüm oranı kurbanının gömülmesinde kullanıldığı iddiasını öne sürmektedir.
Haggard, Kipling ve Mundy gibi macera yazarları üzerinde açıkça etkili olmasına rağmen, Flaubert, bu hikayeleri keyifli kılan neşeli bir tempoyu tam olarak yakalayamamıştır. Ayrıca hikayeyi uygun bir melodram olarak taşıyabilecek vahşi kişilikleri de yansıtamamıştır. Bir Fransız vatandaşı olarak, kendisi ile zorunlu bir şekilde yozlaşmış Doğu arasındaki psikolojik mesafe, yazar sempatisinin köprü kuramayacağı kadar büyük bir uçurumdur.
Belki de Melville, buradaki farklı hikaye tiplerini, genişletilmiş sembolizm ve hassas bir şekilde yapılandırılmış olaylar aracılığıyla, bir araya getirmeyi ve bu parçaların toplamını bile aşmayı başarabilen yeni bir hikayeye dönüştürebilirdi. Fakat Flaubert'in, özel becerilerine ve harcadığı zamana rağmen, başarıp başaramadığı konusu benim zihnimde arada kalmıştır. Yine de tavsiye eder miyim? Elbette ederim.