Scott, "Ivanhoe"da, Ortaçağ Gotik tarzının yabancılaştırıcı özelliklerini ustalıkla yok ederken, bir yandan bu tarzın severleri arasında tanınan ve popüler olan unsurlarından da faydalanmıştır. Dini düzenlerin ve "kurumlar"ın yozlaşması, Ulrica'nın deliliği ve Front-de-Beouf'un kalesinde diri diri yanması gibi Gotik edebiyatını anımsatan…devamıScott, "Ivanhoe"da, Ortaçağ Gotik tarzının yabancılaştırıcı özelliklerini ustalıkla yok ederken, bir yandan bu tarzın severleri arasında tanınan ve popüler olan unsurlarından da faydalanmıştır. Dini düzenlerin ve "kurumlar"ın yozlaşması, Ulrica'nın deliliği ve Front-de-Beouf'un kalesinde diri diri yanması gibi Gotik edebiyatını anımsatan unsurlar içermesine rağmen, bu türün daha yoldan çıkmış ögeleri ile de alay etmektedir. Örneğin, Athelstane'in dirilmiş hayaleti aslında gayet canlı ve sadece lezzetli bir yemek arayışındadır. Scott, doğaüstü araçları açıkça reddeder ve daha önceki Gotik eserlerde yaygın olan duygusal çöküş ve aşırı tutku sahneleri yerine, karakterlerinin çoğunlukla yazarın çağdaşları tarafından hayranlıkla karşılanacak akılcılık ve özdenetimle davranmalarını sağlamaktadır. Scott hikaye boyunca, karakterlerinin tarihselliğe aykırı olmadan modern davranmalarını sağlamaya çalışmıştır. Batıl inançlar, delilik ve din adamlığı gibi "hoş olmayan" alanlardan kaçınarak, 19. yüzyıl okuyucularının karakterlerle tamamen empati kurmalarını ve kendilerini karakterlerin yerine koymalarını, rahatsızlık veya zihinsel zorlanma yaşamadan, mümkün kılmayı amaçlamıştır ve başarmıştır da.
"Ivanhoe", benim okuduğum baskının çevirmeni Templeton'ın kurgusal sesiyle, modern bir dille aktarılmaya çalışılmış bir Ortaçağ anlatısı olarak okuyucuya sunulmuştur. Eserde çokça mevcut olan tarihsel anakronizmler yazarın hataları değil, metni modern okuyucular için daha erişilebilir kılmak amacıyla yapılan kasıtlı girişimlerdir. Scott, yine çevirmen Templeton ve kurgusal antikacı Dr. Dryasdust arasında bir tartışmayı alevlendirir; Dr. Dryasdust, çevirmeni "tarihi, modern icatlarla kirletmek" ile suçlar. Scott ise Templeton adına: "İki veya üç yüzyılın kurallarını karıştırmış olabilirim… Bu tür hataların genel okuyucu kitlesinin gözünden kaçması ve kuralsız ya da metodsuz bir şekilde, farklı tarzlara ve sanatsal dönemlere ait süslemeleri modern Gotik tarzında tanıtmaktan çekinmeyen mimarların hak etmediğim övgüsünü paylaşabilmem benim için bir tesellidir.", şeklinde yanıt verir.
Scott, Ivanhoe’nun ne Leland’ın yaptığı gibi (ve Scott’un Orta İngilizce’de yazdığı "Sir Tristem" şiirinin bir devamı olan ve ortaçağ metninin inandırıcı bir taklidi olması amaçlanan bir eser gibi) bir ortaçağ romansını yeniden yaratmaya, ne de modernize etmeye yönelik bir girişim olarak okunmaması gerektiği konusunda okuyucuyu uyarmıştır. Kendisi, ortaçağ romanslarını geniş bir şekilde okumuş ve onlara sık sık atıfta bulunmuş olsa da, Ivanhoe'yu belirli bir ortaçağ hikayesine dayandırmamış ve otantik bir ortaçağ tarzını taklit etmeye çalışmamıştır. Ne dili, ne kurgusu, ne de ideolojisi hakikaten ortaçağa ait değildir ve öyle olması da amaçlanmamıştır.
Ivanhoe'nun ve Scott'ın diğer eserlerinin kurgusu genellikle varsayıldığından daha az nostalji barındırmaktadır. Alice Chandler’ın "A Dream of Order: The Medieval Ideal in Nineteenth-Century English Literature" adlı mühim eserinde de belirttiği, Scott’un ortaçağcılığının “giderek kentleşen, sanayileşen ve atomize olan bir topluma, şehrin ve fabrikanın sertliği yerine malikane ve loncaların banacan iyiliğini getirerek ve İngiltere’nin kararan gökyüzü yerine ortaçağ geçmişinin temiz havasını ve ferah tarlalarını sunarak daha istikrarlı ve uyumlu bir toplumsal düzen vizyonu getirdiği” ifadesi oldukça yaygındır. Bu durum Scott’ın hikayelerinin cazibesinin bir parçası olsa da, kendisinin Orta Çağ’a yönelik karmaşık tutumlarını basitleştirmekte ve birkaç romanının sonucunu da göz ardı etmektedir.
Scott, ortaçağ geçmişine kayıtsız şartsız bir onay vermekten oldukça uzaktır. En sempatik karakterleri konusunda bile okuyucusuna eleştiri yapabilecekleri noktalar sunmaktadır. Örneğin, kahraman Richard'ı tanımlarken, kralı mantıksız tehlikelere itmeye teşvik eden “şövalyelik ruhu”nu eleştirmektedir. Hatta köle Gurth'un sadakatinin, Richard’ın pervasız cesaretinin ahlaksız bir şövalyelikten daha takdire şayan olduğunu ima etmeye kadar gitmektedir çünkü özgürlük ve onur Scott için kişisel ihtişamda değil, toplumsal sözleşmeye bağlılık ve sorumlulukta yatmaktadır.
Ortaçağ hikayelerinde odak neredeyse her zaman cesaret ve güçle ifade edilen bireysel kahramanlıkta yatar. Ivanhoe’da ise bu nitelikler büyük fakat nihayetinde yüzeysel bir rol oynamaktadır. Örneğin Rebecca'nın yargılanışında, o antiklimaktik düelloda, Ivanhoe kötü niyetli kahramanı becerileri ile yenmez: diğer karakterler, Bois-Guilbert'in Rebecca'ya olan duyguları yüzünden alanda rakibi tarafından vurulmasa yarışmayı kesinlikle kazanacağını ifade etmektedirler. Ivanhoe’nun merkezi motivasyonu, atlı mızrak dövüşleri (jousts) ve siyasi entrikaların heyecan verici görünüşlerinin ardında, aile ilişkilerinin bozulması ve bu ilişkilerin düzenine geri getirilmesi mücadelesine dayanmaktadır. Kral Richard ile Prens John arasındaki siyasi mücadele bile bir kardeşlik çatışmasıdır ve Richard, kraliyet görevlerinin Ivanhoe'yu babasıyla barıştırmayı içerdiğini kabul etmektedir. Aslında bu uzlaşma kendisinin en önemli başarısıdır: Scott, Richard’ı tıpkı maceralarında karşılaştığı parçalanmış aileleri birleştirdiği gibi İngiltere’yi de bağlılıkta birleştirdiği için iyi bir kral olarak göstermektedir.
Aile düzeni üzerine yapılan vurgu, kadınlara ortaçağ hikayelerinde bulunandan farklı bir rol atamaktadır. Erkek rekabetiyle ilgili ortaçağ şövalye romanslarında kadın figürler ikincil olarak, zafer veya onurun yanı sıra kazanılacak daha küçük ödüller olarak gösterilmektedirler. 19. yüzyılın hane içerisindeki düzeni ve bunun siyasi düzenle ilişkisi, kadınlara ortaçağ siyasi ideolojisinin verdiğinden daha önemli bir rol vermiştir. Ivanhoe’nun joustlarında ve düellolarında Rowena, ana karakter ile rakibi arasındaki mücadelenin birincil nesnesi olma görevindedir. Cedric, Rowena'nın Sakson iddialarının meşruiyetine olan soy ağacının önemini vurgular, ancak sonunda Ivanhoe ile evlenerek Sakson asimilasyonunu bağımsızlığa teşvik etmektedir. Athelstane'i reddetmesi, Cedric'in Sakson egemenliğinin yenilenmesine yönelik planının son bulduğuna işaret eder; bu durum ise, Scott'un geri kalmış ve gerçekçi olmayan, anlaşılabilir olsa da, olarak tasvir ettiği türde bir plandır.
Scott'ın bir tür ortaçağ aydınlanmasını savunması durumunda, bu feodal sistemin veya Anglo-Saksonculuğun değil, ortaçağ erdemlerinin, yani fedakarlık ve duyguların (sadece liderlerine değil, takipçilerine de sadakat erdemlerinin) yeniden canlanması durumudur. Bu nitelikler, dönemine göre, kişisel ilişkiler ile ilgili bütünleşmiş bir sisteme dayanmaktadır (bir klan veya ailenin üyeleri arasında, lordlar ve vassallar veya köleler arasında, konular ve hükümdar arasında). Scott bu ilişkileri, kendi yaşam süresinde hızla ulusal veya bürokratik hale gelen soyut ilişkilerden ziyade, kişisel ve ailevi olarak tasvir etmektedir.