Spoiler içeriyor
Helen Morales'in MS 2. yüzyılda İskenderiyeli Yunan Achilles Tatius tarafından yazılmış olan, Tim Whitmarsh'ın "Leucippe and Clitophon" çevirisine girişinde, Nietzsche'nin, antik Yunan yazıtlarının Yunan edebiyat sanatının yozlaşmasının son işareti olarak gördüğünden bahsetmektedir. Bu kısmı okuduğumda fark ettim ki bütün bunları…devamıHelen Morales'in MS 2. yüzyılda İskenderiyeli Yunan Achilles Tatius tarafından yazılmış olan, Tim Whitmarsh'ın "Leucippe and Clitophon" çevirisine girişinde, Nietzsche'nin, antik Yunan yazıtlarının Yunan edebiyat sanatının yozlaşmasının son işareti olarak gördüğünden bahsetmektedir. Bu kısmı okuduğumda fark ettim ki bütün bunları unutmuşum, bu yüzden söylediklerini detaylandırabilmek adına "Tragedyanın Doğuşu"na tekrar bir göz atmaya karar verdim. Elbette bu iş şöyle bir göz atmaktan yeniden okumaya dönüştü.
"Tragedyanın Doğuşu", Friedrich Nietzsche'nin (1844-1900) ilk kitabıdır ancak ilk olarak 1872'de bu adla yayınlanmadan önce birkaç farklı aşamadan geçmiş, iki ya da üç kez değiştirilmiştir (Ben ilk olarak 1886 versiyonunu okumuştum). Bu versiyonda "Özeleştiri Girişimi" başlıklı yeni bir önsöz bulunuyordu. Burada Nietzsche, 1870-1871 Fransa-Prusya Savaşı'nın heyecanı ve baskısı altındaki genç, romantik benliğinin deneyimsizlikle erişemeyeceği bir görevi nasıl üstlendiğini sorgulamıştır. Kitap hakkında kötü yazılmış, beceriksiz, utanç verici, aşırı hevesli ve yeterince tartışılmamış türevi yorumlar yapmıştır. Hatta, "bazı bölümlerde feminenlik hissi sezilmekte" yorumunu bile getirmiştir.* Bu önsözde Nietzsche, ahlakın, özellikle Hristiyan ahlakının "yaşam karşıtı" olduğu, Hristiyan teolojisinin "yaşamdan nefret ettiği" görüşünü anlamlı ve güçlü bir şekilde yeniden ifade etme fırsatını da değerlendirmiştir.
Nietzsche, Basel Üniversitesi Klasik Filoloji alanında çok umut verici bir akademik kariyere başlamış, ancak bu kitap onu bir anda yok etmiştir. Kitabı akademik fikirler açısından inceleyen akademisyenlerden gelen birkaç yorumda şunlar söylenmiştir: "Nietzsche, ilgili literatürü dikkate almamış ve bu nedenle bilinenleri yanlış beyan etmiştir. Tarihleri karıştırmış ve bazı şairlerin eserlerini, sivrilmek adına, kendi dönemlerinden yüzyıllar sonrası koşullarında değerlendirmiştir."
Bu kitap yayınlandıktan sonraki dönem, öğrencileri bile derslerinden kaçınmışlardır. Ancak Nietzsche bu kitapta, daha sonra düşüncesinin merkezi haline gelen bazı fikirleri, geçici bir biçimde formüle de etmiştir.
Peki bu kitap ne hakkında? Çok fazla şey hakkında. Kitaba, artık neredeyse herkesçe iyi bilinen (aynı zamanda Hesse ve diğer birçok romantik dönem ve sonrası Alman yazarın favori konusudur), Apollon-Dionysos dichotomysini ya da ikilemini hatırlatarak başlar. Kabaca üzerinden geçmek gerekirse bu: Oransızlık, sarhoşluk ve coşkunluğa (Dionysos) karşı, mantık, akıl ve ölçülü olmak (Apollon) bağlamlarını değerlendirmeye almak demektir. Nietzsche de tıpkı eski Yunanlılar gibi, kehanet ve vahiy gözüyle bakılan rüyaları Apollon tarafına atfetmiştir. Ancak bireyler arası ilişkiler ile insan ve doğa arasındaki tüm engelleri yıkan, gerçekte kişinin tanrı gibi hissetmesine izin veren taraf Dionysos tarafıdır. (Bunun doğru olup olmadığını bulmak için tarihteki Bakkha ayinlerini araştırabilirsiniz.)
Nietzsche bize rüyaların "gerçek hayat"tan daha yüksek bir varoluş hâli olduğunu, Homer'in ilk Apolloncu ve Archilochus'un (çünkü lirik şair = söz yazarı = müzisyen = Dionysoscu) ilk Dionysoscu sanatçı olduğunu, lirik şairlerin varlığının sanatın felsefesi açısından (ki bunu da "çözdüğünü" iddia ediyor) büyük bir sorun olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Sonrasında da Yunan trajedisinin kökeni konusuna varmıştır, ancak günümüze kadar ulaşmayı başarmış birincil kaynakları incelemek yerine Schlegel, Schiller ve diğer birçok ikincil kaynağa karşı argümanlar sunmayı tercih etmiştir. Apollon rhapsodysi (Türkçesini bilen olursa lütfen belirtmekten çekinmesin ki düzelteyim) ve Dionysos dithyrambını birbirinden ayırmış olan Nietzsche, Aristoteles'in Yunan trajedisinin dithyramb kaynaklı olduğu iddiasını tekrar açıklamış ve bunu Aristoteles'ten bahsetmeden yapmış, sonrasında ise hız kesmeden orijinal Yunan trajedilerinin hem Apollon hem de Dionysos taraflarını kendi içlerinde birleştirdiğini iddia etmeye devam etmiştir. Kendi sözlerini aktarmak gerekirse:
"Bu bilgiye göre Yunan trajedisini, Apollon imgeleri dünyasında kendini yeniden ortaya çıkaran Dionysos korosu olarak tanımlamak zorundayız."
(Nach dieser Erkenntnis haben wir die griechische Tragödie als den dionysischen Chor zu verstehen, der sich immer von neuem wieder in einer apollinischen Bilderwelt entladet.)
Hemen ardından ise oyunlardaki diyalogların neden Apolloncu olduğunu ve tüm trajik kahramanların neden Dionysos maskeleri kullandıklarını "açıklamaya" kalkışmıştır. (Bu orijinal, saf trajediler kısa süre sonra Nietzsche'nin daha sonra tartışacağı Attica komedisine dönüşmüştür.)
Nietzsche, kolayca anlamlandırılması açısından basitleştirdiğim (ki bunu yapacak kadar eğitim, araştırma ve niteliğe sahibim), hakikaten kayda değer bir iddiada da bulunmuştur: Yunan tiyatrosundaki değişimin bir parçası olarak Euripides ve Sokrates ikilisi, içgüdünün aksine mantığı oyunlarına dahil etmişlerdir. Bahsedilen bu akılcılığa dönüş ve eskiyi terk etme durumu, Yunan kültürünün Dionysos kökleriyle kurduğu bu değerli bağ ve kültürün yok oluşunu başlatmış ve hızlandırmıştır. Atina'da felsefenin doğuşunun, bu orijinal ve özgün Yunan kültürünü nasıl yok ettiğini de anlatmıştır.** Ve Platon'un "Devlet"inde, icraa edilen tüm sanatlara ne gözle baktığı düşünüldüğünde, Nietzsche burada sadece masal anlatmamıştır.
Eserine, tüm Batı kültürünün hain, iyimser, bilgiye aç, yozlaşmış, Apolloncu Sokrates ve takipçileri tarafından gölgede bırakıldığını iddia ederek devam etmiştir. Nietzsche'ye göre, bilim onların çocuğudur ve sanatı ortadan kaldırarak insanlığı köklerinden uzaklaştırır, açgözlülüğü, materyalizmi ve soyutlanmayı mümkün kılar. En son, Apolloncu yaklaşımdan Dionysosçu'ya doğru bir devrim çağrısı yapmış ve bu çağrıyı sonraki çalışmalarında geliştirmiştir. Geriye dönüp baktığımızda, bazı kötü insanların içgüdüleri ile yine çok kötü yerlere vardıklarını gördük ve biliyoruz. Ancak bunun herhangi bir şekilde Nietzsche'nin sorumluluğunda olduğunu ya da böyle bir düşüncenin kişiyi zorunlu olarak bu tür sonuçlara ulaştırması gerektiğini iddia etmiyorum. Aksine böyle bir düşünce, örneğin, Zen Budizmi ile de ilişkilendirilebilir.
Bu kitap, her türlü kanıtla birlikte bir tez sunmaya ve onu desteklemek için gerekçeli bir argüman oluşturmaya çalışmaz, sadece şiirsel ve biraz da kafa karıştırıcı spekülasyonlar ve bolca coşku içermektedir. Düşündürücü ve ilginç bir noktaya değinmesine rağmen, felsefi veyahut filolojik değil, romantik bir edebi eserdir. Genç Nietzsche'nin bize heyecan duyduğu bazı konuları anlattığı, iyi ifade edilmiş, genişletilmiş bir deneme eseridir. Bunu akılda tutan kişi, genç ve disiplinsiz bir coşkunun tadını çıkarabilir.
Bitirmeden önce Nietzsche'nin nesirine olan hayranlığımı ifade etmeliyim. Okuduğum birçok Alman "filozof" arasında en büyük nesir yazarı kesinlikle Nietzsche'dir. "Bunun doğru olduğunu zannetmiyorum", deseniz bile, onun yazılarını okumak her zaman için büyük bir zevktir.
* Maskülenitenin doğru düşünce ve duygu ölçüsü olduğunu düşünen bir erkeğin eleştirisini kesmek zorundaydım. Bu eleştiri kişinin genç benliğine yöneltilmiştir.
** Bu kısım, yetişkin Nietzsche'nin içgüdü ve iradenin aksine mantığı reddedişini öngörmektedir.