Epiktetos, Seneca ve Marcus Aurelius ile birlikte klasik stoacı yazarlar üçlüsünün bir parçasıdır. Önceki ismiyle Hireapolis, çağdaş ismiyle Pamukkale'de bir köle olarak doğmuş, çocukluğunu yine bir köle olarak Roma'da geçirmiştir. Asıl ismi bilinmemekle birlikte; "epíktētos", basitçe "edinilmiş" anlamına gelen Yunanca…devamıEpiktetos, Seneca ve Marcus Aurelius ile birlikte klasik stoacı yazarlar üçlüsünün bir parçasıdır. Önceki ismiyle Hireapolis, çağdaş ismiyle Pamukkale'de bir köle olarak doğmuş, çocukluğunu yine bir köle olarak Roma'da geçirmiştir. Asıl ismi bilinmemekle birlikte; "epíktētos", basitçe "edinilmiş" anlamına gelen Yunanca bir kelimedir ve bir mülk parçasını belirtmektedir. Zamanla, sahibi Epaphroditus, Nero ve Domitian'ın imparatorluk saraylarında sekreter konumuna yükselmiştir. Sürgüne bile gönderilmiş, asla malk-mülk sahibi olamamış biri olarak, stoacı felsefeye imparator Aurelius veya senatör Seneca'dan daha fazla ihtiyaç duymuştur.
Epiktetos'un yaşam tarzı, her zaman için Sokrates'inkine daha yakın olmuştur. Platon'un o ikonik kahramanı gibi (ve Platon'un kendisinden farklı olarak) mantık, epistemoloji veya metafizik sorularıyla uğraşmamıştır. Onun kaygısı etiktir; amacı ise mümkün olan en iyi hayatı nasıl yaşayacağını öğrenmek olmuştur. Ayrıca Sokrates gibi, Epiktetos da hiçbir şey yazmamıştır. Tüm "eserleri", ölümünden sonra öğrencisi Arrian tarafından kağıda dökülmüştür.
Karakter olarak da Aurelius'tan veya Seneca'dan çok uzaktır. Aurelius'un tonu samimi ve açık sözlü bir arkadaş gibidir. Seneca'nınki sofistike, nazik ve kozmopolittir; onu, nüktedan bir akşam yemeği konuğu olarak hayal etmek kolaydır. Epiktetos ise, küstah bir çavuş gibidir; okurken karşınızda sizi alaya alıp azarlayan bir öğretmen duruyormuş gibi hissedersiniz. Amacı bu fikirleri zihninize o kadar derinden aşılamaktır ki, ikna ediciliği ile neredeyse tüm karakterinizi yeniden şekillendirmektedir. Peki ya felsefesi nedir?
Dış dünya en nihayetinde bizim kontrolümüz dışındadır. Zengin mi yoksa fakir mi olacağımızı, sevdiklerimizin ölüp ölmeyeceğini, sürgüne gönderilip gönderilmeyeceğimizi, hasta olup olmayacağımızı, diğer insanların bizi sevip sevmeyeceğini ya da bin bir türlü başka şeyi belirleyemeyiz, der Epiktetos. Dış dünya (zihnimizin dışında kalan dünya) bizi alt edebilme kapasitesine sahiptir, muhtemelen eder ve şaşırtır da. Kontrolümüz altında olan tek şey iç dünyamızdır. Epiktetos buna "seçim alanı" (realm of choice) adını vermiştir. Ona göre, koşullarımızı seçmekte her zaman özgür olamayabiliriz, ancak bu koşullara nasıl tepki vereceğimizi seçebilmekteyizdir. Hayatımızdaki her şey, hatta kendi hayatlarımız ve sevdiklerimiz bile, yalnızca zihnimizle değer verdiğimiz için değerlidir. Misal, "infazı bir tür "kötülük" olarak görmüyorsanız, kendi celladınıza gülebilirsiniz", der Epiktetos. Bu gücü, dış dünyaya karşı tutumumuzu değiştirme gücünü, nihai ve öz insan yeteneği olarak görmüştür. Bu durum, bir tür seçim gücüdür ve insanın nihai özgürlüğünü oluşturmaktadır.
Epiktetos, teorik olandan ziyade pratik olanla sarsılmaz bir şekilde ilgilenmiştir ve bu eser, mantıksal bir argümanı tatmin edici bir şekilde özetleyip çürütebildiklerinde kendilerini başarılı sayan felsefe öğrencileri için bir ton kınamayla doludur. Kendisi, mantığın sadece bir oyuncak olduğunu belirtmiştir. Şiddetli bir fırtınada bir o yana bir bu yana savrulan bir gemide bulunsaydınız ne yapardınız? Sevdiğiniz biri ölseydi bu duruma nasıl tepki verirdiniz? Ölüm ile nasıl yüzleşirdiniz?
Epiktetos'un stoacılığı, Seneca'nın veya Aurelius'un stoacılığından çok daha açık bir şekilde deisttir. Tüm insanları, evrenin her bir ayrıntısını yöneten Tanrı'nın (Zeus) çocukları olarak görmüştür. Bu nedenle felsefesinin büyük bir kısmı Tanrı'ya uygun hareket etmekten oluşmaktadır. Misal, "siz de hayatınızın bir döneminde Roma'da yaşamak istiyorsanız, ancak koşullar buna engel oluyorsa boşu boşuna sızlanmayın", der Epiktetos, "bunun yerine Tanrı'nın sizin için başka planları olduğunu kabul edin." Size bahşedilen tüm nimetleri göz ardı etmek, evrenin hoşunuza gitmeyen küçük bir kısmına odaklanmaktır: "Yani zavallı bir bacak yüzünden, evrene sitem mi edeceksin, köle?" (Kendisinin bir bacağı sakattı.)
Epiktetos, Zeus'u kişisel bir tanrı olarak resmetmiş olsa da, onun Zeus'unu evrenin kişiselleştirilmiş hali olarak görmek daha olası bir durumdur. Her iki durumda da Epiktetos'un ölüm anlayışı tamamen maddecidir. Ahiret yoktur; ölüm, varoluşun mutlak sonudur. Ancak bu anlayış, yalnızca kişisel bir bakış açısına göre "son" anlamına gelmektedir. Epiktetos der ki, "Aslında hiçbir şeye sahip değiliz. Her şey -evimiz, ailemiz, vücudumuz- evrenden ödünç alınmıştır. Zeus geri isterse, reddetmek kabalık olur."
Bu tür kitaplar kolayca ahlakçı ve tatsız bir hale gelebilmektedir, ancak bu kitap Epiktetos'un mizahı ve zekâsı sayesinde (son anda) kurtarılmıştır. Epiktetos ne zaman bir öğrencisiyle konuşsa, başka bir deyişle onu azarlayıp dursa, eninde sonunda onu yine cesaretlendirdiği görülmektedir. Üslubu, retoriğin zamansız kullanımıyla ayırt edilebilir fakat bir filozof için oldukça küstah da olabilir: "Sürgüne gitmeliyim; beni yüzümde bir gülümsemeyle, neşeyle ve dinginlikle yola çıkmaktan kim alıkoyabilir?"
Stoacılar doğayla (veya Zeus'la) uyum içinde yaşamak hakkında çok fazla yaygara koparmışlardır. Yine de, biri nasıl başka türlü ya da olmadığı biri gibi davranabilir? Şayet doğanın bir parçasıysak ve onun yasalarına kökten bağlıysak, eylemlerimizden herhangi biri doğayla nasıl uyumsuz olabilir? Roma'dan sürgün edildiğimizi varsayalım. Epiktetos, kaderimizi Tanrı'nın iradesi olarak kabul etmemizi ve yeni bir hayat kurmamızı tavsiye etmektedir. Kaderimize itiraz etmek, doğaya hareket etmek olurdu. Peki ya bu duruma itiraz etmemiz Zeus'un (veya her kim ise işte) isteğiyse? Bu noktada, Epiktetos'un sistemindeki potansiyel bir eksiklik olan "kadercilik"e değineceğim.
Herkes kendi iç huzurundan sorumluysa ve dışsal etkenler insan mutluluğunda hiçbir rol oynamıyorsa şayet, kimseye yardım etmek veya dünyayı iyileştirmeye çalışmak için hiçbir neden de yoktur: "Eğer biri bir talihsizlik yaşarsa, bunu kendi hatasından (dolayı) çektiğini hatırlayın, çünkü Tanrı tüm insanları mutluluktan ve iç huzurdan zevk almak üzere yaratmıştır." Yine bu durumda, Epiktetos'un kontrolümüz dışındaki veya içindeki şeyler arasındaki katı ayrımının, insan hayatını ve mutluluğunu oluşturan tutum ve koşullar arasındaki bağlantıyı görmesini engellediğini düşünmekteyim.
"Stoacı" kelimesinin modern kullanımı (sarsılmaz, hissiz bir kimse), orijinal stoacılar açısından tamamıyla doğru sayılmamaktadır. Seneca nüktedan, kozmopolittir demiştik ve kesinlikle duygusuz biri olmamıştır. Yine de Epiktetos bağlamında bu klişeyi biraz daha doğru bir halde görmekteyiz. Bu eserdeki diyalogların çoğu rahatsızlıktan kaçınmak ve iç huzuru korumakla ilgilidir. Epiktetos, öğrencilerine ne yapmamaları gerektiğini, felsefi olmak için hangi eylemlerden, insanlardan ve şeylerden kaçınmaları gerektiğini sürekli olarak anlatmaktadır. Dolayısıyla, yaşamın zevkleri hakkında çok az şey söylenmiştir. Epikür'ün hakikaten hayranı olan Seneca'nın aksine Epiktetos, öğretilerini anlamıyormuş gibi görünse de Epikürcüleri tekrar tekrar kınamıştır.
Bu eserin yaşam sanatı üzerine şimdiye kadar okuduğum en iyi kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum ve bu düşüncemi hesaba kattığımda, sunabileceğim olası tüm eleştiriler önemini yitirmektedir. Epiktetos'un sivri dilli ve iyi huylu azarlamalarıyla aktardığı, amacı pratik olan bir felsefenin teorisini eleştirmek ne haddimdir, ne de bir haktır. Bana göre o, üç klasik stoacı yazarın en güçlüsüdür ve ne zaman dibe vursam bu esere geri döneceğimi biliyorum.
Yazım hatam varsa affola, henüz kontrol etmeye vakit bulamadım. Saygılar.