Boks, ufc, amerikan güreşi... İlgi duyduğum, zamanında veya şimdi takip etmeye çalıştığım ve gerçekten beni cezbeden sporlar. Bunlar hakkında fazlasıyla da film izlemişimdir. Filmlerde tüm bu sporların heyecanını, aksiyonunu, riskini, hayatî ve dramatik değerini anlamak benim için kolay oluyor. Çünkü…devamıBoks, ufc, amerikan güreşi... İlgi duyduğum, zamanında veya şimdi takip etmeye çalıştığım ve gerçekten beni cezbeden sporlar.
Bunlar hakkında fazlasıyla da film izlemişimdir. Filmlerde tüm bu sporların heyecanını, aksiyonunu, riskini, hayatî ve dramatik değerini anlamak benim için kolay oluyor. Çünkü hem gördüklerinden etkilenen bir insanım hem de rakibini tanımanın, ona göre hareket etmenin gerektiği bu sporu anlatmanın en etkili yolu görsel şekildedir diye düşünüyorum. Hâliyle aklımda hep "Acaba okuyarak da tüm bu hisleri yaşamak mümkün müdür?" sorusu vardı.
Kitaplar canlandırma kısmını okuyucuya bıraktığı için elbette filmlere göre daha zengin bir anlatım biçimine sahip ancak böyle bir spordan bahsederken bile, tek bir hareketinizin yere kapaklanmanızla sonuçlanabeceği, hareketinizin hangi sertlik, yön, açı ve yükseklikten olduğunu bilmeniz gerektiği, yere ne kadar sert ve hangi ayağınızla basmanıza, hangi elinizle gelen yumruğu savuşturmanıza anlık karar vermenizin gerektiği bu durumda da mümkün müdür canlandırmayı okuyucuya bırakmak? Her bir detayı, düşünceyi, göz kırpmasını okuyucuya anlatması gerekir yazarın çünkü bu; rakibini tanıman, görmen, hissetmen gereken bir oyundur. Jack London da bunun altından taa 1904'te başarıyla kalkabilmiş ki bunda kendisinin de bu spora ilgi duymasının, eğitim almasının büyük etkisi var.
Jack London, yaşadığı çevreyi, ilgi alanlarını, deneyimlerini kitaplarına çokça aktaran bir yazar. Küçükken şekerleme yemeyi sevdiği için şekerci dükkanlarında gezmesi, eserde ana karakterimiz Joe Fleming'in Genevieve ile burada tanışması olarak karşımıza çıkıyor mesela. Hatta "Genevieve karakterini, Uçurum İnsanları'nı yazmak için Londra'da araştırma yaparken gidip geldiği şekercide çalışan bir kızdan esinlenerek oluşturur." Ya da farklı olayları deneyimlemeye merak duyduğu için eskiden izlemiş olduğu "rat-baiting" hayvan dövüşüne yine bu kitabında değiniyor. Tamamı değil tabi ama bizlere de onun kitaplarındakileri hayata aktarmak düşüyor ki o zamanlar "kaldırımda yürürken erkeğin cadde tarafına geçmesi" gibi bir görgü kuralı bilinmiyorken o, hem "Oyun"da hem "Martin Eden"de bundan bahsediyor. Anlaşılan epey hoşuna giden bi hareketmiş yazarımızın.
Boks hakkında özgün bir senaryo yazılması bana çok zor geliyor. İzlediğim filmlerden yola çıkarak ana elementlerin genellikle aynı olduğunu farkettim: boksör bir erkek ile aşık olduğu ve onu bu işlerden uzak tutmak isteyen bir kadın. Sanırım en çok klişe hissettiğim, aynı şeyleri gördüğüm ama yine de izlemekten vazgeçemediğim film türüdür boks. "Rocky (1976)" filminin "Muhammad Ali - Chuck Wepner karşılaşmasından (1975)" esinlenerek yazıldığını bilsem de hem "Rocky" hem de birçok filmin bu kitaptan izler taşıdığını söylemek yalan olmaz. Bunun en temeli erkeğin para için dövüşmek mi yoksa aşkı için dövüşmemek mi fikridir. Bunun dışında farkettiğim ufak detaylardan birisi de yine aynı filmde Rocky'nin sevgilisi Adrian ile dükkanda tanışması hatta dükkandaki kuşlardan "uçan şekerler" diye bahsetmesi. Şekerci dükkanını yakalamışsınızdır.
Kaçamadığım klişe hissetme olayını bu kitapta ise aklımın ucundan bile geçirmemeyi başardı yazar. 1904'te yazdığını bilmemin yanı sıra sanırım bunda şunun etkisi var: Jack London "Oyun"u önce öykü olarak yazıp gönderiyor. Yayın yöneticisi bu öyküyü çok sevip yazardan biraz daha uzatmasını ve kısa roman olarak basmak istiyor. Peki Jack London ne yapıyor? Öyküyü uzatıyor uzatmasına ama ana hikayeye hiç dokunmadan. Bu uzatma tercihini karakterleri derinleştirmekten yana kullanarak onlara bir amaç, derinlik kazandırıyor. Hatta yazarlık hayatı boyunca uzatmak veya kısaltmak üzerinde en çok çalıştığı eserin bu olduğunu, kendisinin "yazarlık gözdesi" eseri olduğunu söylüyor. Bu sayede de film olarak izlesem klişe gelecek bir hikaye, onun anlatımıyla bambaşka bir etki yaşatıyor. Zaten yazarın eserinin uzattığı kısımlarını okurken karakterlerin içine girmek için bizi zorladığını; bazı şeyleri kendi içimizde de anlamlandırabilmemiz, hissetmemiz ve bizzat orada olmamız için ekstra bir çabaya girdiğini anlamıştım. Ve gerçekten dedim ki "Burada yazar bir şeyleri uzatmak istemiş sanki." Normalde bunu dedirten bir yazarı kötü olarak değerlendiririm. Ama Jack London bu uzatmayı öyle güzel, keyifli bir dille yapmış ki beni kitapta o anın içine hapsederek kendisini hayranlıkla daha fazla süre okumama sebep olduğu için teşekkür etmekten başka bir şans bırakmadı doğrusu.
Bir diğer teşekkür de çevirmen Levent Cinemre'ye olmalı çünkü bu dizide (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - Modern Klasikler Dizisi) diğer yazarların kitaplarının arka sayfalarına (çevirmenleri de farklı) baktığımda ne bir bilgi, ne bir not, ne bir açıklama görebiliyorum. Kendisi bana bu kitabın kattığı değerlerin dışında gerek yazar, gerek hayat, gerek kültür alanında olsun önemli bilgiler katmıştır. Türkçe'nin yetersiz kaldığı yerlerde düştüğü notlarla ve o zamanın şartlarıyla günümüzü karşılaştırmasıyla alanının en iyilerinden birisi olduğunu göstermiştir. Biliyorsunuz tarihi, dönemin şartlarına göre değerlendirmek gerektiği gibi bir eserin yapıldığı dönemi de bilmeliyiz ki onu daha iyi anlayabilelim. Jack London'ı daha iyi anlayabilmemi sağladığınız için teşekkürler Levent Cinemre.
Bu eserin İngiltere'de beğeni kazanıp, ABD'de tutulmama sebebini ise hâlâ anlamış değilim. Kitabın sonunun gerçekçiliğiyle ilgili itirazlar olmuş hatta New York Times gazetesi bir eleştiri yayınlamış bu konu hakkında. Hayır, anlamadım gayet de yaşanılabilecek hatta farklı yerlerde farklı şekillerde gerçekleşebilecek bir durum ki bu, gerçekçiliğini daha da artırıyor. Yazar ise bunun bizzat yaşadığı, gördüğü bir olay olduğunu mektuplamış, Dünya hafifsıklet boks şampiyonu Jimmy Britt de kendisine destek çıkmış hatta "son derece canlı ve çarpıcı" ifadelerini kullanmıştır. Elin boksörü bile gelip senin kitabını okuyor ve takdir ediyor ama yine de şu elitlere kendini beğendiremiyorsun, olsun be Jack dedem. Gerçi baktım da kitaptaki boksörümüz gibi Jimmy de hayvanat görünüşlü olmayan, kitap okuması beklenebilecek bir tip. Tüm kelebek gibi uçar, arı gibi sokarlara saygılar.