"Upanişadlar" adı altında derlenmiş bu parçalar bize, Max Müller'in de söylediği gibi, "bir yaşam durumuyla en derin anlamda ilişki kurmayı öğrenmemizin altında yatan gerçek mutluluğumuzdan habersiz olduğumuzu" öğretmektedir. Dolayısıyla, istediğimiz şeyi/şeyleri elde etmek, hiçbir zaman asıl arzuladığımız, bizi bütün bu…devamı"Upanişadlar" adı altında derlenmiş bu parçalar bize, Max Müller'in de söylediği gibi, "bir yaşam durumuyla en derin anlamda ilişki kurmayı öğrenmemizin altında yatan gerçek mutluluğumuzdan habersiz olduğumuzu" öğretmektedir. Dolayısıyla, istediğimiz şeyi/şeyleri elde etmek, hiçbir zaman asıl arzuladığımız, bizi bütün bu süreci tamamlamaya iten kişiliğimizin merkezindeki boşluğu dolduran esas şey bu değildir. Kendimizi sık sık içinde bulduğumuz entelektüel, ahlaki, estetik, duygusal veya başka türlü tüm hoşnutsuzluklarımızın kaynağında yatan, olağandan daha büyük bir birlik talebi/arayışıdır. Upanişadlar bize, sözde benliğimizin altında kendimizi gerçekle ilişkilendirebileceğimiz çok daha derin kaynakların yattığı bilgisini vermektedir.
Nihayetinde gösterdikleri şey, benliğin gerçekle kurduğu karakteristik ilişki biçimidir (Atman Brahman). Temel düzeyde kişiliğin birliğine ulaşana kadar, "şey"lerin birliğini kavramaya başlayamayız. Nihayetinde, kendini tanıma arayışının bizi yönlendirdiği şaşırtıcı farkındalık, gerçek ağırlık merkezimizin kendimizin oldukça dışında bulunmasıdır. William Barrett'ın da belirttiği gibi, "Bizi dışımızdaki hayata bağlayan bağ, bizi kendi hayatımıza bağlayan bağın aynısıdır.".
O halde bu durumun altında teorik bilginin yetersizliği yatmaktadır. Kişiliğin birliğini dönüştürmek adına teorik bir kavrayış da yeterli değildir. Benlik içinde birliğe ulaşmak, şeylerdeki birliği ayırt etmenin ön koşulu olduğundan: kavramsallaştırmak, dünyayla olan ilişkimizin içeriğini yeterince belirleyememektedir. Dolayısıyla, şeylerin birliğini kavramak için felsefi arayışın tamamlanması, hiçbir zaman için tamamen teorik bir kavrayışta bulunamamaktır.
Teori, bilgiyi saklamak adına yeterli değildir, öyle ki motivasyon çekirdeğimizi veya şeyleri görme ve hissetme biçimimizi dönüştürmektedir. Yanlış anlaşılmasın, teorik bilgi, deneyimimizin "gerçekleştiği" bilgisini değiştirmemektedir. Teorik anlayışımız, soyut bir kazanım, bir "fikri mülkiyet" parçası olarak, onu edinmeden önce de yaptığımız gibi yine acı çekmemize ve arzu etmemize neden olmaktadır. Ruhumuzun kullanılmayan bir bölümünde hareketsiz kalırken, hayatlarımız eski akışında devam etmektedir. Bu nedenle, ilkelerimize aykırı hareket etme eğilimlerimizi tek başına değiştirememekte; kendimizi, birbirimizi ve dünyamızı yok etmemizi engelleyememektedir.
Buna karşılık olarak Upanişadların sunduğu şey ise, felsefenin bu zayıflığı düzeltecek bir yaşam biçimi olarak görülmesi hususudur. Bilmenin gerçek amacı ve ölçüsünün, dünya ile aramızdaki ilişki biçimimizi yeniden yönlendiren kişisel bir dönüşüm olduğunu göstermektedirler. "Bilgelik" yalnızca içsel ve bilişsel bir kazanım değil, yaşamın her durumuna yanıt verme kapasitemizi zenginleştiren ve derinleştiren, varlığımızın kendini tam olarak gerçekleştirebilme şeklidir.
Bu öğreti, Svetaketu'nun hikayesinde, "Chandogya Upanişad"da en iyi şekilde anlatılmıştır. Hikayenin başında Svetaketu, Brahman hakkında kavramsal bilgi edinmiş olması hususu ile gurur duymaktadır. Bununla birlikte babası, söylemsel olarak temsil edilen içgörünün varoluşsal olarak gerçekleştirilmesinin, kendi durumunda olduğu gibi kısa sürerse şayet, ne kadar içi boş bir kazanım olduğunu ona göstermektedir. Bu hikaye, bilgeliğe yönelik tamamıyla teorik bir yaklaşımın en beter eleştirisidir. Svetaketu ise içgörüyü kendisi deneyimleyene kadar bunu bilmez. Deneyime ait bazı gerçeklerin farkında olmak yetmez, bu gerçeklerin yaşanmaları da gerekmektedir. Bu durum, acıya, sahip olduğu tek anlamı da kazandırmaktadır: bilişsel yöntemler tecrübe ile edinilmelidir.
Nihayetinde Upanişadlar, modern seküler okuyucuların düşünecek kadar uzun süre üzerinde dururlarsa merak edecekleri bu perspektif düzeyine ulaşımları ardından benliğin doğasında gerçekleşen ontolojik bir dönüşümü de iddia etmektedirler:
"Tüm varlıkları kendi benliğinde, kendi benliğini ise tüm varlıklarda gören, tüm korkusunu yitirir." (İsa Upanişad)
Bu hakikat düzeninin ışıldayan sadeliği, ki sonuçta bedenlerimizi besleyen yiyecek ve su kadar ruhumuzu besleyen de hakikattir, ayaklarınızın altındaki toz ve hücrelerinizdeki su kadar zararsız, etkisiz ve tatsızdır. Bu kadar uzun ömürlü bir bilgeliğin dünyada değersiz olması benim açımdan şaşırtıcı değildir. Bu öğreti, bir teoriye ya da adınızı damgalayıp üzerinden para kazanabileceğiniz türden bir araştırma programına benzememektedir. Entelektüel dünyamızın para kaynağını oluşturan "şey", bize nihayetinde içinde bulunduğumuz somut durumdan soyutlama biçimleri sağlayan daha küçük birliklerdir. Gerçeğin birliğinin bilişsel soyutlama süreçlerimiz tarafından yansıtılabileceği görüşüne ait olan temel Platonik inançtan şüphe duyma olasılığını ciddiye almaya çalışmak, bizden temel olarak yürüdüğümüz zemini (düşüncelerimizi) gözden geçirmemizi talep eder. Kabul etmesi zor fakat durum bundan ibaret. (Bence tam da bu kısım için bir kıyaslama yapmak gerekirse şayet, Batılıların çoğunun kaybolup gitme ihtimali, diğerlerine kıyasla daha fazladır. Yine de bu tarz yüksek inançları bile bize göründüğü kadar apaçık ve rasyonel bir şekilde sorguya çekmek adına çaba sarf etmedikçe Upanişadların vizyonunu kavrayamayız.)
Upanişadlar okuyucuya yalnızca felsefenin tamamlayıcı vizyonunu ya da kendi farkındalığımızın en yüksek kısmından dünyaya bakmanın nasıl bir tecrübe olduğunu tarif etmez, deneyimlerimizin boyutlarına rağmen ruhani ya da dini hayata dair bir tür eşlikçidir de. Fakat yine de, Upanişadlar'ın evrenselliklerinin, Hinduizm'deki (Bhagavad Gita) ve Hristiyanlıktaki geç dönem gelişmelerin yine kendi dini sınırlamaları olduğunu düşünüyorum. Belki de nihai anlamda her sistemin ve her modelin sahte bir birlikten başka bir şey olmadığı ve bu parçaların işaret ettiği aktif birlik vizyonu olmadan, tüm bilginin boş bir kazanım olduğu anlayışı mutlak doğrudur.