Spoiler içeriyor
Gözlerimin şişeceğini hesaba katarak izlemeye başladım. Çok güzel bir filmdi, evet. Ama benim için bir filmden fazlasıydı. Yaklaşık 9 ay boyunca babamın kanser tedavisi sürecini yakından gözlemlemiş ve sürecin sonunda babama veda etmek zorunda kalmış biri olarak sadece şunu söyleyebilirim…devamıGözlerimin şişeceğini hesaba katarak izlemeye başladım.
Çok güzel bir filmdi, evet. Ama benim için bir filmden fazlasıydı.
Yaklaşık 9 ay boyunca babamın kanser tedavisi sürecini yakından gözlemlemiş ve sürecin sonunda babama veda etmek zorunda kalmış biri olarak sadece şunu söyleyebilirim ki gülmekten benim de gözüm yaşardı o sahnede. Kedi boku demek?..
Duyguları güzel veren bi film olmuş.
Sanırım hiç kimse bu filme ait yeni bi gönderiyi okumak zorunda değil? Zaten şimdiye kadar harika şekillerde ele alınmıştır diye düşünüyorum.
Ama ben kendi içsel sürecimi burada yaşamak istedim.
Yani nasıl bir yazı olacak inanın bilmiyorum..
.
.
.
Filmi yaklaşık bir ay önce annemle beraber izlemek için açmıştım. İki yaşlı adam var ve onların dostluklarına eşlik edecez sanıyorum öyle. Derken adamlar kanser çıktı. Bizim boğazımız düğümlendi..
Zira o dönem babam hastanede yatıyordu. Entübe etmiştik ve bilinci kapalıydı. Bu filmi kaldıramazdık, biz de kapatıvermiştik.
Sonunda bu filmi izleyecek cesareti buldum.
(Annemi sattım gibi oldu ama ona izleteceğimi sanmıyorum)
(Kusura bakma anne)
Kemoterapi etkisiyle saçlar nasıl olsa dökülecek diye erkenden adamın saçını kazıdılar. Edward gelip gidip aynaya baktı, kendisine baktı. Sanki bir yabancıya bakar gibi acı acı baktı.
Babamın saçı Edward kadar bile yoktu. Azıcık bi saçı vardı ama her sabah aynanın karşısına geçip saçını tarayarak şekil verirdi, kaybedince çok üzülmüştü.
Saçlar bir insan için gerçekten önemli ve değerli.
O yüzden tekrar etme ihtiyacı hissediyorum. Kazıma sahnesini bir hastanın gözünden çekmişler ve hiç yapay hissettirmedi.
Edward'a bakarken babamı gördüm.
Edward'ın kemoterapiyi aldıktan sonra kustuğu o sahne... Ciddiyim çok iyi yansıtıldı. Kemoterapi ilacı bir zehir. Kanseri öldürmesi gereken bir zehir. Ve filmde de çok iyi anlatıyorlar, damarların siyahlaşması ve sürekli olarak gelen o kusma hâli..
Babam bize güçlü gözükmek için mi acaba sürekli tebessüm ediyordu? Bilmiyorum. Ama o da kusmuştu. Çok ağrına gitmişti. Midesi çok bulanıyordu, iştahı azalmıştı. Günden güne gözümüzün önünde eridi canım babam. Gene de yüzünden o güzel tebessümü eksik olmadı.
Edward'ın kusma ataklarının başlaması ile birlikte film boyunca ağladım. Zaten sabahtan beri bi ağlama seansı içerisindeyim. Sürekli bir biçimde fotoğraflara bakıyorum, videolarımızı izliyorum. Gizlice aldığım ses kayıtlarını dinleyip duruyorum. Kafa dağıtmak için film izleyim dedim ama gördüğünüz üzere kafa dağıtmaya pek de niyetim yok. Acımı dibine kadar yaşamak konusunda ısrarcıyım.
.
.
.
Kübler-Ross'un ölüm evreleri de geçiyor filmde. 5 aşaması var, biliyorsunuz.
1- İnkar
2- Öfke
3- Pazarlık
4- Depresyon
5- Kabullenme
Kendime şöyle bir bakıyorum da öfkeye geçemedim hâlâ. İçten içe babamın yoğun bakımda yatmaya devam ettiğini düşünüyorum. Soğuk cildine temas ettim, vedalaştım. Gene de içten içe inkar ediyorum. Kabullenemiyorum.
Henüz çok toyum.
.
.
.
Şimdi filmin hakkını da yemeyim canım. Uçaktan paraşütle atladıkları sahnede felaket eğlendim. Carter'ın derin felsefik sorularına karşın Edward'ın kurnaz cevapları aşırı hoşuma gitti. İnsanoğlu olarak Cennet ve Cehennem gibi bir konuda konuşup birbirleri arasında geçen o ince ve keskin çizgiyi çizmek konusunda fazla aciziz. Güzeldi.
Erikson'un kuramına göre Edward ve Carter üretken insanlar.
Ama hayat yolunda sona yaklaşırken benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk içinde görüyoruz karakterlerimizi.
Carter hayatını düşünüp duruyor ve boşa geçmiş gibi hissediyor. Pişmanlıkları var, keşkeleri var.
Edward'ın başta hiçbir pişmanlığı yok gibi gözüküyor. Ama son derece mutsuz ve huysuz bir adam olan bu beyefendi filmin sonlarına doğru kendi evinde tek başına bir odada camdan dışarıya bakıp öylece ağlıyor. Demek istediğim o da umutsuzluk içerisinde. (Kızı ile konuştuğu sahnede aşırı mutlu oldum.)
Gelelim sona. Carter'ın başarısız geçen ameliyatının ardından eşinin gelip vedalaştığı o sahne..
Çok duygulandım.
Gerçi zaten duygusalım biliyorsunuz ama olsun.
Final de acayip şıktı.
Bu iki adamın listede gitmeyi başaramadıkları tek yerde sonsuza kadar duracak olmaları harika hissettirdi.
Benlik bütünlüğüne ulaşmış iki dostun sıcacık hikayesine eşlik etmek kesinlikle çok güzeldi.
.
.
.
Doğduk ve öleceğiz.
Bu bir gerçek.
Hayattan kendimi bi süreliğine kopartmıştım. Şimdi geri dönmeye çalışıyorum. Geri dönerken de hayatıma kaldığım yerden devam edemiyorum, edemem. Babamı hiç kaybetmemiş gibi rol yapamam. Çözümü de böyle buldum.
Yaşadığım bu acıyı paylaşmam gerek diye düşündüm.
Kendi hayatımla ilgili özel bir ânı paylaştığımın farkındayım. Ama şu da bir gerçek ki geriye dönüp baktığım zaman raf profilimde böyle bir yazıyı görmek isterim.
.
.
.
Hayatım boyunca ölümle ilgili yapılan şakalara maruz kaldım. Gün geldi ben de ebeveynlerimin ölümünü içeren şakalara eşlik ettim. Ölümü günlük hayattan uzaklaştırmanın bi faydasının olmadığını ailemden öğrendim.
Demek istediğim normalleştirmemiz gerekiyor..
Çünkü ölüm en doğal gerçek.
Çok gerçek.
Ben her ne kadar inkar etsem de gerçek..
.
.
.
Sizlerden ricam yorum yapmamanız. Dilerseniz beğenin ama yorum istemiyorum. Kimsenin görüşünü bilmek istemiyorum.
İnsanların yorumlarını silen biri değilim ancak bu gönderiye has bir durum söz konusu, silerim.
Raf'tan bu konuyla ilgili olarak zarf atmanızı istemiyorum. İnanın bana son zamanlarda çok fazla baş sağlığı mesajı aldım, gerek yok.
Yazımı sonuna kadar okuduysanız o bana yeter.
Anlayışınız için teşekkür ederim.