Bu kitap ile bir kez daha anladım ki, ben, dönem romanlarını okumayı seviyorum. Siyaseti sevmesem de siyasi olayların dozunda anlatıldığı, içerisinde aynı zamanda güzel aşkların da bulunduğu, kurgu ile tarihin harmanlandığı romanlar bunlar. Bu tip kitaplar içinde aklıma ilk gelenler…devamıBu kitap ile bir kez daha anladım ki, ben, dönem romanlarını okumayı seviyorum. Siyaseti sevmesem de siyasi olayların dozunda anlatıldığı, içerisinde aynı zamanda güzel aşkların da bulunduğu, kurgu ile tarihin harmanlandığı romanlar bunlar. Bu tip kitaplar içinde aklıma ilk gelenler Bir Gün Tek Başına , yakın zamanda okuduğum Körburun ve son olarak da gerçekten Eylül hüznüne hüzün katan En Hüzünlü Eylül
Biri Türk biri Rum iki aile. Türk aile, senenin Nisan - Ekim ayları arasını yıllardır Büyükada'da kalan zamanlarını İstanbul'a geçirmektedir. Kendilerini büyük aile olarak tanımlayan bu iki ailenin dostluğu hayran kalınacak türden bir dostluk, hani o yediği içtiği ayrı gitmeyen türden.
Leman ve Sezai çiftinin Kızı Suzan ile Hristo ve Kalyopi çiftinin çocukları Yorga ve Lena'nın, çocukluktan yetişkinliğe geçişlerine, Yorgo ve Suzan arasındaki yıllardır dillendirilmeyen aşkın gün yüzüne çıkmasına tanıklık ediyorsunuz. Bu aşkın yanı sıra kitapta daha çok ön planda olan ise 6-7 Eylül Olayları. Bunun öncesinde İsmet İnönü döneminde 1 Kasım 1942'de Türkiye'de yaşayan gayri müslimlerden alınmasına karar verilen varlık vergisinin yarattığı olumsuzluklar, iktidar partisinin buna benzer sert çıkışları ve neticesinde daha rahat yaşam inancı ile çoğunluğun Demokrat Parti'ye geçişleri, sonrasında " Gelen gideni aratır" sözünü ispatlarcasına adım adım ülkeyi kaosa sürükleyen bir yönetim döneminde yapılanları üzülerek okuyorsunuz.
1955 yılında Kıbrıs sorunu nasıl başladı, Türkiye bu olaylar karşısında nasıl bir duruş sergiledi, geri planda neler yaşandı, Yunanistan-Türkiye arasındaki gerginlik Türkiye'de yaşayan Rumlara nasıl yansıdı birilerinin ego tatmini için gayrimüslimler, en başta Rumlar olmak üzere nasıl ağır bir fatura ödedi, anlatılan o Eylül ayının hüznünü kalbimde hissederek gözyaşlarımı tutamadan okudum diyebilirim.
Kitap detaylı olmasa da 14 Ekim 1960'da başlayan Yassıada yargılama süreçleri ile son buluyor. Kitabın başlarında, sonda üzücü şeyler olacağını anlıyorsunuz ama bu kadar vahşeti tahmin etmek çok zordu.
Siyasetin ne kadar kirli olduğunu, siz beyaz kalmak için çırpındıkça, menfaatleri uğruna size nasıl kara çaldıklarını istemeden de olsa nasıl sürüklendiğinizi bir kez daha bu kitapla görebilirsiniz.
Hüzünlü ama keyifli bir okumaydı.
🍂Bilirsiniz, ağlamanın kaçınılmaz olduğu durumlar vardır.
🍂Din, kuşkusuz inanmakla ilgili ve sadece inananla inanılan arasında kalması gereken bir kurumdu. Üzerine tartışmak kırgınlıktan, kızgınlıktan, yıkımdan başka hiçbir işe yaramazdı. İnsanlık, geçen iki bin yıla yakın zaman içinde bunun örneklerini sıkça yaşamıştı.
🍂Meseleleri çözülmemiş bir ülkede yaşıyoruz. Her kuşak üstesinden gelemediği ya da gelmek istemediği konuları kendinden sonraki kuşağa havale ediyor. Çocuklarımız dünyaya gözlerini, bizim halledemediğimiz tartışmalı konularla açıyor. Bugün tartıştığımız hiçbir konu yeni değil.