Osamu Dazai'nin intihar kitabı dersek... Olmaz. Osamu Dazai değil bu adam, Şuuci Tsuşima ve kitabın içindeki yine aynı ama başka bir adam, Yozo... Türkiye'de oldukça tanınan bir Japon yazar. Japonya'da ise biraz daha kötü şöhretli olsa da hâlâ büyük bir…devamıOsamu Dazai'nin intihar kitabı dersek...
Olmaz.
Osamu Dazai değil bu adam, Şuuci Tsuşima ve kitabın içindeki yine aynı ama başka bir adam, Yozo...
Türkiye'de oldukça tanınan bir Japon yazar. Japonya'da ise biraz daha kötü şöhretli olsa da hâlâ büyük bir değer olarak kabuk ediliyor. Çok fazla yapıma ilham kaynağı oldu. Özellikle anime izleyicileri "Bungou Stray Dogs" animesinin başkarakterlerinden birinin isminin Osamu Dazai olmasından bilecektir.
Osamu Dazai, tam dört kez olması lazım, intihara kalkışıyor. Belli bir dönem akıl hastanesinde yatıyor. Bir kez sevgilisi ile intihar girişimi deniyor; sevgilisi ölüyor, kendi hayatta kalıyor. Evlatlıktan reddediliyor. Ailedeki siyasetçi olma geleneğine karşın, o yazar oluyor. Neredeyse her romanını kendinden izleri, yalnızlığı ve anlamsızlığı ile suluyor. Çok fazla kadınla beraber oluyor, pek azını seviyor, sayıyor, hatırlıyor. Mutlu gözükmeye çalışıyor; ancak asla mutlu olamıyor. Yalnızlıktan ki; acı çekiyor.
Biraz kafa kafıştırıcı gibi gelmiş olabilir. Aslında gerçekten ismi Şuuci Tsuşima. Osamu Dazai ise onun tarafından yaratılan bir edebi karakter.Kısmen yaşamış olduğu hatıratlar, kısmen doldurduğu anlar; Osamu Dazai adındaki, yarı kurgusal bir yazarı oluşturuyor. Yozo ise romanda Osamu Dazai'yi ve bundan dolayı Şuuci Tsuşima'yı temsil eden kahraman.
Bu kitap bir romandan ziyade otobiyografiye benzese de bir otobiyografi denemez. Bunun nedeni her ne kadar Şuuci Tsuşima'nın yaşadıklarıyla paralellik göstermesini bırakın çok yakınından geçse de doldurmalar ve eklentilerle dolu olduğundan "ben roman" denilen başka bir tarzda görülüyor.
Romanın içeriği bir anı deposu gibi, farklı hatıratlar üzerinden bir otobiyografi düzeninde ilerliyor sanki ancak roman, bir otobiyografi kadar detaya girmiyor. Bundan ziyade "ne" sorusununa cevaplar veriyor. Yaptıklarından birkaç parça anlatıyor bir günlük gibi ve geçiyor, anlatıyor ve geçiyor. Kendi içsel durumuyla birleşen bu "ne" ler ile aslında oldukça akıcı bir şekilde okunuyor roman.
Kitabın bu baskılarında olması lazım -hepsinde var mı bilmiyorum- son sözde kitap hakkındaki bazı incelemeler ve Şuuci Tsuşima'nın hayatı ile kitabın kahramanı Yozo arasındaki ilişki verilmiş. Orada da geçtiğine göre; bu Osamu Dazai ya da Şuci Tsuşima'nın romanlarının hepsi, uzun bir intihar notu olarak görülebilir. Kendisinin son tamamlanmış romanı olan "İnsanlığımı Yitirirken"den sonra ise yarım kalan "Güle Güle" diye bir kitabı var. Bir nevi bu kitabını da son intihar denemesindeki başarıyla tamamlıyor. (Şuci Tsuşima birkaç kez intihar etmeyi deniyor zaten. 1948 yılı olması lazım -bu kitabın yayımladığı yıl- intihar girişimi -sanırsam onun için artık bir başarı denebilecektir- başarıyla sonuçlanıyor.)
Yazarla ilgili-en azından Şuci Tsusima yerine kitabın anakarakteri "Yozo" yu anlatabiliriz ki roman onun üzerine kurulu- daha fazla şey anlatmayalım. Roman üzerinden ilerleyelim.
Roman Şuci'nin kendisine yarattığı Yozo karakteri üzerinden, anılar ile ilerliyor. Kitapta bunlara "birinci hatırat, ikinci hatırat..." şeklinde isimler veriliyor. Yozo'nun çocukluğundan başlayarak yetişkin hâline ve tüm bu durumlar içerisindeki psikolojisine, Yozo'nun içindeki karakterinin sosyal hayatındaki karakterinden nasıl farklı olduğuna giriyor. Onun arkadaşlarına, birlikte olduğu kadınlara dair birçok anı ve bunlar için kendi yorumunu alıyoruz. Yorum dediğime bakmayın, öyle akıcı ve sade cümleler arasına bazen öyle şiirsel bir anlatı ekliyor ki her sayfası edebiyatın bir şuuru olduğu belli bir koku kokan Rus romanlarından ziyade, daha az verildiğinde daha özlü bir his bırakan kelimeleri ile bu roman, ben de daha çok yer edindi. En azından genellemeler ile bunu söyleyebilirim. Ancak tabii ki burada Rus romanlarını küçümsemiyorum, aksine Rus romanlarını yüceltiyorum. Ağır bir edebi dilden ziyadeyse bu kitapta bulacaklarımızı ve bunun da nasıl güzel bir tat vereceğini söylüyorum. Akıcılığı bozmadan, insanı yormadan, doğal bir şekilde okuyabiliyorsunuz bu kitabı. İşte işin özü de burda.
Biçim dışına çıkalım, olayları anlatma biçimine odaklanalım. Odaklanalım ancak; bu roman da kafanız karışabilir. Okurken bazı yerlerde bir boşluk hissedebilirsiniz. Sanki "Burada birkaç cümle daha sallasa olmaz mıymış?", "Ne ara buraya atladık?"
diyeceğiniz birkaç yer olacaktır elbet. Bu noktalarda, kitabın bazı yerleri kafa karıştırıcı gibi gelebilir. Bunu da söyleyebilirim ancak bunun gerçekten büyük bir biçimde olduğunu direkt olarak hatırladığım tek bir yer var, o yüzden okunuş babında bir sıkını yaratmayacaktır.
Peki bu adam, bu roman ne anlatıyor?
"İnsan hayatı karşılıklı olarak kandırılıp hiçbir şeyin farkına varmadan birbirlerini incittiği ve bu tuhaflığın bariz bir şekilde ortada olduğu örneklerle dolu. Ancak benim karşılıklı kandırılmayla bir ilgim yok. Ben soytarımla birlikte sabahtan akşama kadar insanlara rol yapıyorum. Benim kitaplarda yer alan davranış kalıpları ve etik anlayışlarla pek bir alakam yok. Ben rol yaparken neşeli bir şekilde yaşamaya devam ediyorum. Yoksa yaşama öz güvenine sahip insanları anlamam mümkün değil."
Kitapta geçen herhangin bir söz zaten oldukça derin olabiliyor. Ancak yukarıda yazanları özellikle seçtim; çünkü bu karakteri harika anlatıyor. Yozo'nun soytarı adını verdiği bir sahte kişiliği bulunuyor. Bu kişilik onun günlük hayatında, insanlarla etkileşimlerinde kullandığı bir araç. Kendisini insanları yeterince sevemeyen biri olarak görüyor Yozo. Ona göre insanlar ile arasında bir güvensizlik ya da belki de anlayamadığı bir duvar var. Okulda saygı görüyor, seviliyor, insanları yazdığı şeylerle güldürüyor. Ancak kendi içinde bunların hiçbiri neredeyse umrunda değil. O içinde hiç mi hiç gülmüyor, asla yaşamak denilen insansı özelliği anlayamıyor.
"İnsan yaşamı denen mefhum hakkımda hiçbir fikrim yok."
Yozo'nun hatıratlarında onunla ilgili harika örnekler var. Kendisinin tuhaflığını açıklıyor bu hatıratlardaki birkaç anıyla. Çocukluğun vediği ilginç hayal gücü ile düşündüğü şeyleri, insanlara bakış açısını ve onlardan nasıl kopuk olduğunu görüyoruz. Kitabın harika ve bir o kadar da dramatize bir ismi var, "İnsanlığımı Yitirken" diye. Barizce anlıyoruz ki bu kitap depresif bir adamın, depresif birinci ağzıyla dolu. Herif o kadar da yazmış,"insanlığımı yitiriyorum, bir şeyler yanlış bende, olmam gereken kişi miyim bilmiyorum" diye resmen kapağına. Ancak kitabın başından beri, Yozo insan gibi hissetmediğini ve onlar gibi olamadığını da anlatıyor. Yani başında hangi insan vardı ve hangi insanı yitirdi? İnsanlarla konuşmak için kullandığı geçici soytarı karakteri giderek sönüyordu. İçinden çıkan boş bir yürek, daha da yükseliyordu. Belki de o da biliyordu ki dışında sakladığı o kabuk kırılmaya başladı, insan kabuğuydu o. Onlar gibi olmaya çalışan ve onları kendi akıl oyunlarıyla yaptığı aptallıklarla güldüren, kadın denen o narin yaratığa yaklaşmasını sağlayan "soytarı", giderek çözüldü ve içindeki anlamsızlığa ayna tutan bir diğer yaratık daha da inatla çıkmaya çalıştı dışarıya. İşte buydu. İçinde insan olmayan bir şey vardı. O ne kadar baskılarsa baskılasın, isterse morfin iğneleri vurulsun, isterse gece gündüz içsin -ki öyle yapıyor- bu adamı bastıramıyordu. Galiba o kabuğun çözülmesiydi insanlığını yitirişi. Bilemeyiz; belki de o kadar da karmaşık değildi, sadece basitçe bir kelime oyunuydu ya da onun ölümünün habercisi, güzel bir harmoniydi.
Spoiler denen şey kitaplarda da olabilir, burada da ondan olabilir:
Bu adam yalnızdı. Etrafında ne kadar insan olursa olsun, ne kadar kadın onu severse sevsin yalnızdı. Hayatı anlayamıyordu ve insanlara karşı büyük bir ilgisi yoktu. Doğru düzgün sevdiği kimse olmamıştı. Okulu önemseyemiyordu, saygı görmenin tuhaf rahatsızlığı içerisindeydi orada. Kadınların kendilerini pek anlatamadığını düşünüyordu, onları gizemli yaratıklar gibi algılıyordu. Güldürüyordu, onlara karşı kendini sevdiriyordu ancak kadınlar da erkekler gibi onun için yakın olamayacak bir duvardı, belki de daha da fazlasıydı bu erkek güruhundan. Neticede her şeyin sonunda dönebileceği ailesi de kalmıyordu. Onlarla pek iyi geçindiği söylenemezdi. Küçük hâli ile onlar için ciddi buzları eriten sahte bir şaklaban, büyük hâliyle ise bir evlatlık reddi alabilecek kadar büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. Yine de ailesinden değer görmüyor değildi. Kendisi de yüzsüz denemese bile onurlu sayılmayacak bir insandı. Onlardan para istedi, istedi ve istedi. İntihar girişimi sonrası-ki tanıştığı ve geçici süreyle hoşlanmaya benzer bir hissi ilk defa onda hissettiğini söylediği bir kadınla yaptı intiharı; kadın öldü, o hayattaydı.- bir tanıdığında kaldı ve bu onu oldukça rahatsız etti. Buna rağmen bir şey yapmıyordu. Ancak bir yorgan altı sözü gibi sözüyle, pek bir şey anlatmayı beceremeyen Dil Balığı'nın -yakınının lakabı bu- sayesinde ya da belki onun yüzünden bir değişim oldu. Evden kaçtı, işler belki de daha da berbat oldu. Karükatürist oldu, evlendi ve nice karamsar düşüncelerini bize anlattı, nice karanlık şeyler yaşadı. Kendini hiçbir zaman değiştiremedi. Bunu isteyecek bir kabiliyeti yoktu, zira bunu isteyecek birisi, bu kadar acı çekmeye devam eder miydi? Bilinmez, belki de Yozo istemiyorsa bile Dazai istemiştir. Ancak kurtulmanın imkânsızlığı, imkânın varlığından geniş olunca bir şeyler size daha büyük gelecektir.
Kendisini değiştirmedi. Değiştiremedi; ancak:
" 'Parya' diye bir kelime vardır. İnsan toplumunda bu kelime; başarısızları, ezikleri, ahlâksızları belirtmek için kullanılır. Ben doğduğumdan beri kendimi parya gibi hissettim ve toplumun da böyle damgalanmaya layık gördüğü biriyle tanıştığımda her zaman derin bir şefkat duygusu hissederim. Şefkatim o kadar derindi ki bazen kendimi ona sessiz bir hayranlık duyarken yakalarım."
Ancak kendisi gibi olan insanlara hayranlık duydu.
Onlar, toplumun dışında olanlardı.