Türkiye Cumhuriyeti tarihinde belgeselcilik alanında bazı önemli figürler vardır. Bunlardan biri de, elbette "Türk belgesel sinemacılığının yüz akı ve büyük ustası" diye tanımlanan Suha Arın'dır. Kendisi hakkında dijital platformlarda pek fazla içerik göremediğim için, zaman zaman kariyeri boyunca filmografisinde yer…devamıTürkiye Cumhuriyeti tarihinde belgeselcilik alanında bazı önemli figürler vardır. Bunlardan biri de, elbette "Türk belgesel sinemacılığının yüz akı ve büyük ustası" diye tanımlanan Suha Arın'dır. Kendisi hakkında dijital platformlarda pek fazla içerik göremediğim için, zaman zaman kariyeri boyunca filmografisinde yer etmiş belgesellerini izleyip yorumlayacağım. Bugün, yapımcılığını Suha Arın'ın kardeşi Reha Arın'ın, senaryosunu Feride Özcicek'in ve özgün müziğini Nadir Göktürk'ün yaptığı 21 dakikalık "Altın Kent İstanbul" belgeseli üzerine bir şeyler karalamak istiyorum. Başlamadan önce, bu kısa belgeseli ve Suha Arın'ın kariyeri boyunca filmografisinde yer edinmiş diğer belgesellerini YouTube üzerinden "Suha Arın Belgeselleri" kanalından rahatlıkla izleyebileceğinizi belirtmek isterim.
1996 yapımı "Altın Kent İstanbul" filmi, o dönem İstanbul'da toplanan, sürdürülebilir insan yerleşimlerinin oluşturulması ve herkes için yeterli konut sağlanması yönünde oluşturulmuş Birleşmiş Milletler programı Habitat II Zirvesi kapsamında, 150'den fazla ülkenin temsilcilerinin katıldığı toplantıda gösterildi. Belgesel, YouTube hesabındaki açıklama kısmında belirtildiği üzere, "altın" motifi üzerinden yola çıkarak, kentin kuruluşundan bugüne kadar ilk sikkelerden altın borsasına, kültür ve sanattan gündelik yaşama kadar "Dünya Kenti İstanbul" başlığını işliyor.
Suha Arın, belgeselin çekim hikayesinden bahsederken, böyle bir belgeselin kendisi tarafından çekilmesi için bir yıl önceden haber verildiğini, ancak daha sonrasında herhangi bir temasta bulunulmayıp, zirvenin gerçekleşmesine iki ay kala çekimlere başlanmasının istendiğini söylüyor. İki ay gibi çok kısa bir sürede o dönem için "İstanbul’un kültür ve sanat tarihini anlatan" bir eser çıkarmayı imkansız olarak gördüğünü belirtiyor. Ancak daha sonra gelen ısrarlar neticesinde çok kısa bir süre içerisinde işe koyulduklarını anlatıyor.
Filmin incelenmesi gereken bazı karakteristik özellikleri var. Filmde herhangi bir söz veya replik içermemesi, Suha Arın filmografisinde ona ayrı bir yer kazandırıyor. Bu yaklaşımın sebebini de yine ellerindeki kısa zaman dilimiyle açıklıyor Arın. Ona ve ekip arkadaşlarına göre, böylesine büyük ve genel bir konuyu kısa sürede sözcüklere sığdırmak imkansız görünüyordu. Ayrıca, 150'den fazla ülkenin delegelerinin katılımıyla hazırlanan bir belgeselde altyazı ayarlamasının da büyük bir sorun oluşturduğunu belirtiyor. Dolayısıyla sadece müzikler ve görüntülerin kullanıldığı sözsüz belgesel yaklaşımının bu noktada bir dezavantajı avantaja çevirdiğini ifade ediyor.
Filmdeki altın teması üzerinden sıkça örneklenen para sembolünün bulunma hikayesini ise filmin senaristi Feride Özcicek anlatıyor. Filmin çekimi için İstanbul’un 2700 yıllık tarihinde, üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olmasının yanı sıra, iktidarın sembolü olan paranın burada basılmasının uzun tarihçesine değiniliyor. Belgesel, altın ve para motifi üzerinden birçok farklı İstanbul temasını işliyor. İstanbul'un finansal açıdan konumundan, önemli bir kültürler ve dinler mozaiği oluşuna kadar geniş bir yelpazede; bu dinler bağlamında altının yerine, kamusal alanda karşılaşılacak önemli aktivitelerde altın motifine kadar pek çok tema ele alınıyor. Belgesel üzerine yapılan bir söyleşide, Suha Arın'a yöneltilen "Neden Altın Kent İstanbul?" sorusu üzerine, belgeseli üzerine bina edecek tek bir simge bulma arayışlarından bahsediyor. İlk başlarda, İstanbul’un önemli simgelerinden biri olarak "lale" motifini seçmeyi düşünüyorlar. Ancak daha sonra, lale motifinin yalnızca Osmanlı tarihi ekseninde belirgin bir şekilde var olabildiğini fark ediyorlar. Bizans ve Roma İstanbulları için aynı durum söz konusu değil. Bu noktada, belgeselin esas motifi olan para üzerinde durmaya başlıyorlar.
İlk başlarda, Bizans ve Roma dönemlerinde altın sikke basılmasının belgeselin ana temasına uygunluğu açısından mantıklı geldiğini düşünüyorlar. Ancak Osmanlıların bu geleneğe zıt olarak, kuruluş dönemlerinde para basmalarının, konu üzerinde biraz daha düşünmelerine neden olduğunu belirtiyorlar. Biraz daha araştırma yaptıktan sonra, Osmanlıların da İstanbul’un fethiyle beraber altın sikke basmaya başladığını öğreniyorlar ve böylece para motifi üzerinde karar kılıyorlar.
Son olarak, belgeselde gördüğüm genel birkaç sorunu paylaşmak istiyorum. Esasında, filmin temel sorununun bu kadar kısa bir sürede çekilip aceleye getirilmiş olması olduğunu düşünüyorum. Film öncesi araştırmalara yeterince zaman tanınmamış. Haliyle, akla ilk gelen hoş fikirler hemen masaya yatırılıp işleme alınmış. Bu noktada, altın teması üzerinden İstanbul'un farklı sosyal katmanlarındaki olguların pek de başarılı ve akıcı yansıtıldığını düşünmüyorum. Çoğu bölümde gösterilen sikke basım görüntüleri, ana tema olan altın rengini izleyicide canlı tutmak için gereksizce yerleştirilmiş gibi duruyor. Bu da akıcılığı ve görsel keyfi ciddi oranda olumsuz etkiliyor.