İskeleti var ama kasları yok! Okursanız çok müteşekkir olurum. Temeli hem gerçeklere hem de kurgulara dayanan bir dizi. Sadece ülke içinde değil, dünyaya servis edilen ve ana dili ingilizce olan bir yapım. İçerisindeki Türk oyuncular göz dolduruyor ve sınırlı sayıdaki…devamıİskeleti var ama kasları yok!
Okursanız çok müteşekkir olurum.
Temeli hem gerçeklere hem de kurgulara dayanan bir dizi. Sadece ülke içinde değil, dünyaya servis edilen ve ana dili ingilizce olan bir yapım. İçerisindeki Türk oyuncular göz dolduruyor ve sınırlı sayıdaki yabancılardan birisi Bizans Kralı Konstantin. Netflix te olması da ayrı bir güzel zaten. Ancak büyük bir prodüksiyona rağmen gerçeklik ve kurgu arasındaki dengeyi kuramamışlar bence.
Böyle tarih dizilerinde sonu tahmin edilebilir hatta bilinir olmasından dolayı izleyiciyi finali aratmamak ve olayları tüm gerçekliği ile yansıtmamak gerekir. Burada devreye kurgu giriyor. Bunun için yerleştirilen bazı efsanevi ögeler gerçekten iyiydi ve yeterliydi. Suyunu çıkarmamışlardı.
Lakin aksiyon sahneleri yahut da dram sahneleri bir garipti. Savaş sahnelerine genel anlamda baktığımızda bir sıkıntı yoktu. Evet, ancak yakın çerçevede baktığımızda bir orantısızlık vardı. Bir yandan Osmanlı ordusu için yenilmez, çok korkulan kelimeleri havada uçuşurken görüyoruz ki karşı tarafa odaklanmışız ve ana karakterimiz olmuş Giovanni Giustiniani (Birkan Sokullu). Aslında mantıklı bir hareket diye düşünebiliriz. Her iki tarafa da odaklanılıyor. Farklı görüşler, farklı yaşam tarzları... Ancak fazla abartılmış ve Osmanlı ordusunu doğruyor kendisi ve yüz(!) askeri ile birlikte. Tamam, zaten bilinen bir şey Osmanlı ordusunun güçlü olduğu ama sona doğru diyoruz ki " Hee aslında şansla kazanmışız biz bu savaşı.". Sanki gemilerin karadan yürütülmesi, lağım çalışmaları, diğer taktikler boşu boşuna. Sultan (Cem Yiğit Üzümoğlu) bir şeyler yapıyor ama sonuçlarını görmek bize nasip olmuyor. Başta da dediğim gibi bilineni izleyicinin yüzüne vurmamak lazımken, denge pek de iyi kurulamamış. Düşünülenin, bilinenin aksini yapalım da izleyici şüpheye düşsün; kendisine "Acaba Osmanlı bunu harbiden de nasıl kazandı?" diye sorsun istenmiş. Ama pes yani! Bu kadar da olmaz ki!..
Karakterlere gelirsek senaristlerin (ikisi yabancı biri Türk) yine güzel bir iş çıkardıklarını düşünmüyorum. Aman yanlış anlaşılmasın; oyunculuklara diyecek lafım yok. Bu konuda tek sıkıntım dil konusunda. Netflix gibi bir platformda da doğallık önemli olmalı bence.
Senaristlere dönersek karakterleri iki taraf arasında eşit bölüştürmüşler ama o kadar. Hele çeşitlilik Osmanlı tarafında çok az. Mesela Çandarlı Halil Paşa (Selim Bayaktar), Osmanlı tarafındaki bütün umutsuzluğun tek sebebi gibi yansıtılmış ve derinliği de yok, aynı Zağanos Paşa (Ushan Çakır) gibi. Mehmet' e konusunda ise senaristler ellerinde ne var ne yok ortaya koymuşlar. Her ne kadar geri dönüşler çok kesin ve nadiren sıkıntılı olsa da beğendiğimi ve gayet de iyi anlatıldığını düşünüyorum, demek isterdim ama diyemiyorum. Çünkü bu kısımda da eksiklikler var. Önemli bir figür olan Ulubatlı Hasan yok mesela. Bunun da ötesinde Mehmet' in hayatında çok önemli bir yeri olan Akşemseddin Hocası' nın bahsi dahi geçmiyor. Bunlara rağmen yine de anlatılan kısımlar beni tatmin etmeyi başardı. Bu karakter çözümlemesi ayrıca Kral Konstantin için de geçerli. Geçmişinden pek bahsedilmese de duyguları, düşünceleri iyi bir şekilde bana işledi; oyunculuğu da sağolsun.
Kral' ın yanındaki yan karakterlerden ise pek bir şey beklemek doğru olmaz. Örneğin Bizans Kralı’nın kızı Theodora (İlayda Akdoğan) ile Giustiniani' nin ilişkisini gördüğümde ne gerek vardı yani dediğim oldu. Olayın dramatik yönü oluşturulmaya çalışılmış gibiydi ama bana göre yersiz bir çabadan başka bir şey değildi. İnandırıcılığını daha bir güç yapıyorudu. Ana (Damla Sönmez) karakteri de çok yüzeyseldi. Geçmişi hakkında ucundan bir şey vermişlerdi ve o kadardı. Savaşın ortasında bir iyilik örneğiydi; iyiydi, güzeldi ama hareketleri saçmaydı. Gidip Sultan' a haber uçuruyordu. Peki niye? Bizans öldürmesin de Osmanlı öldürsün diye. Diğer taraftan Sultan' nın üvey annesi Mara Hatun (Tuba Büyüküstün) da böyle bir karakterdi bence.
Belgesel yönü iyiydi. Hatta diziyi bu kurtarıyordu. Yerli yerinde araya giren Celal Şengör, Emrah Safa Gürkan ve Jason Goodwin gibi danışmanları dinlediğimizde ve gösterilenleri bir örnekmiş gibi düşündüğümüzde ben daha çok tatmin olunabilineceğini düşünüyorum. Ayrıca anlatış tarzları da güzeldi. Monoton değillerdi. Eğlenceli bir şeydi onları dinlemek.
Kısaca, belgesel yönü iyi olan, ancak kurgu kısmı halledilmeye çalışılırken dengesi bozulan bir yapım olarak görüyorum ben bunu. İskeleti var ama kasları yok maalesef!
O kadar şey dedikten sonra yine de izlenilmesi gereken bir dizi bence. Nihayetinde fikir edinebilmek önemli bir şey.
3/5