Kaybetmenin, kaybolmanın hikayesi... Modernite adı altında dayatılan yozlaşmanın içinde görünmez olmanın hikayesi... Kendinizi bu neslin çocuğu değilmiş gibi hissetiniz mi? Ben bu zamana ait değilim, dediniz mi? Yaşamak güzel şey, insanlar, onlar iyiler, derken kendinizi onlardan yabancılaşmış buldunuz mu, farklı…devamıKaybetmenin, kaybolmanın hikayesi... Modernite adı altında dayatılan yozlaşmanın içinde görünmez olmanın hikayesi...
Kendinizi bu neslin çocuğu değilmiş gibi hissetiniz mi? Ben bu zamana ait değilim, dediniz mi? Yaşamak güzel şey, insanlar, onlar iyiler, derken kendinizi onlardan yabancılaşmış buldunuz mu, farklı ve dışlanmış? "Bu evden her çıkışta, bu yeni dünyanın gitgide bir yabancısı olduğumu hissediyorum." diyor Olcay Hanım.
Sadakatin olduğu, sevginin geçici bir heves değil ömür boyu adanmışlık olduğu bir evliliğin yaşlanan tarafı olmak... "Benim için hep aynı kaldın." "Sana çok muhtacım."
Giderek yitirilen değerlerin, unutulan hayvan ve insan sevgisinin bir tasviri. "O tahta evler zamanıydı." diyen mahallenin kasabı nasıl da gözler önüne seriyor camında çiçeklerin olduğu tahta evlerden apartmanlara evrilmenin bize verdiği zararı. "Kurdele de işe yaramadı, seni kimse istemedi."
Piyano öğretmenliği yapan Olcay Hanım'ın kapısını kimse çalmazken kedisiyle bir başına kaldı, aklını yitirdi diye arkasından konuşmayı da ihmal etmiyor komşuları. "Aslında içimde kimseye karşı bir yakınlık kalmadı, Canan var, kendi kızım Ülkü'den daha yakın bana."
"Özür dilerim Müzeyyen Hanım, rahatsız etmek istememiştim" - kahveyi bırakır ve kalkar. Nahiftir, kültürlüdür Olcay Hanım, lâkin yeni dünyanın ruhsuz insanlarına alışamamaktadır. "Boşanmaya mı, ne kadar kolay söylüyorsun." "Senin sanat anlayışın bugünün gençlerine bir şey ifade etmiyor."
Değişen İstanbul'u odağına almıştır senarist. İstanbul'un yitirilen seslerini ünlü Türk bestecilerinin parçalarıyla aktarır bizlere. "Bildik yalıların çoğu ortadan kaybolmuş insanlarıyla beraber." "Efendi olmayanın yalı nesine." "Bu efendi gemi, ben yoruldum arkadaş bırakın artık yakamı ben bu dünyaya ait değilim, dedi."
Keşke kibar olsa insanlar. Hoş geldiniz efendim, paltonuzu alayım, buyurmaz mıydınız, sizi üzgün gördüm, ne oldunuz iyi misiniz, rica ediyorum... keşke bu şekilde yaklaşmaya devam etsek birbirimize. O nahif ifadeler dolansa dilimize...
Önce dilimizin, sonra giyinişimizin, sanat anlayışımızın zamanla uğradığı değişim, maruz kaldığı çürüme çok can yakıcı. Giderek tek tipleşiyor, estetik anlayışımızı bir kenara bırakıyoruz. Ruhsuz beton binalar, kendini tekrarlayan elektronik müzikler, moda kıyafetler ve dilimize musallat olmuş argo ve yabancı pek çok ifade... Bunlar ve daha bir sürüsünde bireyselleşmemizle beraber gelen toplum olma bilincini unutma belirtileri var.
Olcay Hanım da inanamıyor insanların vurdumduymazlığına, inanmıyor birinin ve daha fazlasının canına kıyılabileceğine... "Dünya ne terbiyesiz olmuş, insafsızlık acımasızlık herkese musallat olmuş." "Senin yüreğin iyilik dolu Olcay, bu dünyada acı çekmeden yaşaman imkansız."
O son bakış... yağan yağmurun arasında, tüm endamıyla ayakta duran o efendi evin mahzun penceresi arkasından yayılan sıcak ışık... yozlaşan dünyaya son bir gülümseme...
🐈